Bu yazımızda son yıllarda büyük ilgi gören Şeyh Mahmud Zokaydî konusuna değineceğiz. Şeyh Mahmud Zokaydî, günümüz toplumundaki etkisi ve alaka düzeyi nedeniyle akademisyenlerden profesyonellere kadar farklı alanlardaki insanların dikkatini çeken bir konudur. Tarih boyunca Şeyh Mahmud Zokaydî, çeşitli disiplinlerde önemini ortaya koyan çalışma, tartışma ve yansıma konusu olmuştur. Bu makalede Şeyh Mahmud Zokaydî dünyasını derinlemesine inceleyerek onun farklı yönlerini, zaman içindeki gelişimini ve çağdaş toplum üzerindeki etkisini keşfedeceğiz.
Şeyh Mahmud Zokaydî | |
---|---|
![]() Şeyh Mahmud Zokaydî'nin 1922 yılında Beyrut'ta çekilmiş fotoğrafı. | |
Tam adı | Şeyh Mahmud Zokaydî bin Şeyh Abdulkahhar el-Halilî el-Ömerî |
Doğumu | 1877 Siirt- Halenze, Osmanlı İmparatorluğu (günümüzde Türkiye Cumhuriyeti) |
Ölümü | 5 Nisan 1945 (68 yaşında) Kayabağlar, Türkiye |
İlgi alanları | Tasavvuf, Sufi metafiziği, Fıkıh, Akaid, Hadis |
Etkilendikleri | |
Diğer ad(lar)ı | El-Vefiyyi bi‟l-Uhûd |
Şeyh Mahmud Zokaydî ya da Seyda Şeyh Mahmud Zokaydî (Kürtçe: Seydayê Şêx Mahmudê Zokaydî) (D.1877 Bağtepe, Siirt[1] Ö.5 Nisan 1945 Kayabağlar, Siirt) [1] [2] Nakşibendi Tarikatı şeyhi, Şafii fıkıh alimi ve mutasavvıf. Nakşibendî silsilesinde,“el-Vefiyyi bi‟l-Uhûd” (sözünün eri, vefalı) şeklinde sıfatlandırılmaktadır. Garzan ve Botan Bölgesinde etkin irşad faaliyetlerinde bulunmuş olan Şeyh Mahmud Zokaydî Siirt bölgesinde ilim otoritesi olarak kabul gören Molla Halil Siirdî'nin torunudur. Neseb olarak Molla Halil Siirdî ise Mardin'de defnedilmiş olan Sultan Şeyh Musa ez-Zûlî kolundan İslam'ın ikinci halifesi olan Ömer'in soyuna nisbet edilir.[1] [3] Dolayısıyla soy itibarıyla Şeyh Mahmud Zokaydî, Ömerî olarak kabul görmüştür. [not 1] Arapça, fıkıh, akaid, tefsir, hadis ve tasavvuf alanında başarılı bir eğitim gören Şeyh Mahmud Zokaydî Arapça pek çok eser kaleme almıştır.Ayrıca bunların haricinde Türkçe, Arapça, Kürtçe ve Farsça çok sayıda şiir, hutbe ve mektup kaleme almıştır.[4] 5 Nisan 1945 yılında Kayabağlar’da ölmüş ve bu yerleşim yerinde defnedilmiştir. [2]
Şeyh Mahmud, 1877 yılında Siirt'in Bağtepe köyünde dünyaya geldi. Babası, Norşinli Şeyh Abdurrahman-ı Taği'nin halifesi Şeyh Abdulkahhar efendi'dir (ö.1906). Annesi ise Saliha hanım'dır (ö.1925). Mahmud Zokaydî, ailesinin en büyük çocuğuydu Şefik, Hatice ve Afife adında üç kardeşi vardı.[5] Babası Şeyh Abdulkahhar Efendi, daha evvel Siirt'te ikamet etmiş, ardından Bağtepe'ye yerleşmiş daha sonra ise Mahmud Zokaydî henüz 6-7 yaşlarında iken [3] Kayabağlar (Zokayd'e) yerleşerek burada medrese inşa etmiştir.[6] Bu sebeple ileriki yaşamında “Zokaydî” olarak anılmıştır. Abdulkahhar Efendi aynı zamanda Osmanlı'nın şark vilayetlerinde ismi bilinen bir müellif olan Molla Halil Siirdi'nin torunu olduğundan ötürü yerleştiği yerlerde hoş karşılanmış ve irşad faaliyetlerini daha kolay gerçekleştirmiştir.[7] İlk öğrenimini babası Abdulkahhar Efendi'nin yanında gören Mahmud Zokaydî klasik medrese tahsilini tamaladıktan sonra ilk icazetini babası Abdulkahhar Efendi'den almıştır.[8] İlk tahsilini Zokayd medresesinde Nehcü'l-Enam, Nûbahar, Kürtçe sarf kitapları okuduktan sonra Arapça öğrenime başlar. Zokayd medresesinde öğrenimine bir müddet daha devam eden Mahmud Zokaydî daha sonra babasının isteği üzerine Siirt'te dedesi Molla Halil'in kurmuş olduğu Mahmudiye Medresesine giderek öğrenimini orada devam ettirir. Burada öğrenim gördüğü süre zarfında Molla Hasan'dan Arapça, fıkıh, akaid, tefsir ve hadis derslerini görmüştür.[5][9] Molla Hasan'dan uzun bir süre eğitim alan Mahmud Zokaydî daha sonra Zokayd Medresesine geri dönerek kalan eğitimine buradan devam etmiş ve babası Abdulkahhar Efendi'den ilmi icazetini almıştır. İlmi icazetini aldıktan sonra burada babasından tasavvuf eğitimi almaya başlamıştır.[5] Aynı zamanda bu süre zarfında Zokayd Medresesinde müderris olarak eğitim vermeye de başlayan Mahmud Zokaydî, babasının vefatı üzerine bölgenin ileri gelen alimlerinden Hazret lakabıyla bilinen Şeyh Diyauddin Norşin-i'den tasavvuf dersi almaya başlamıştır.[5][9] [1] [2] Şeyh Muhammed Diyauddin Norşinî 'den aldığı tasavvuf eğitiminin ardından tarikat halifeliği ve irşad icazetnamesi de alan Mahmud Zokaydî memleketine dönerek müderrislik ile birlikte irşad görevine de başlamıştır.[5][9] Molla Hasan'dan uzun bir süre eğitim alan Mahmud Zokaydî daha sonra Zokayd Medresesine geri dönerek kalan eğitimine buradan devam etmiş ve babası Abdulkahhar Efendi'den ilmi icazetini almıştır. İlmi icazetini aldıktan sonra burada babasından tasavvuf eğitimi almaya başlamıştır.[5] Aynı zamanda bu süre zarfında Zokayd Medresesinde müderris olarak eğitim vermeye de başlayan Mahmud Zokaydî, babasının vefatı üzerine bölgenin ileri gelen alimlerinden Hazret lakabıyla bilinen Şeyh Diyauddin Norşin-i'den tasavvuf dersi almaya başlamıştır.[5][9] [1] [2] Şeyh Diyauddin Norşin-i'den aldığı tasavvuf eğitimini de bitiren Mahmud Zokaydî irşad icazeti de alarak, memleketine dönmüş ve burada müderrislikle birlikte irşad faaliyetlerini de yürütmeye başlamıştır.
Adı bulunduğu bölgede kısa sürede yayılmış, vaazları ve sohbetleriyle halkı eğitmeye çalışmış ve başta çocukları Ahmed, Haydar, Ma‘sum, Cüneyd, Selâhaddin, Fudayl ve Yahyâ olmak üzere pek çok talebe yetiştirmiştir. Mustafa Kemal Paşa, Milli Mücadele hazırlık sürecinde, Şeyh Mahmud Zokaydî ile mektuplaşmış ve organize etmiş olduğu kongreler için kendisinden destek istemiştir.[2]
“ | Söz konusu mektup “Nutuk”’ta şu şekilde geçmektedir: Vesika, 51. (13 Ağustos 1335/1919)
"Şeyh Mahmûd Efendi Hazretlerine: Faziletlû Efendim; Makamı muallâyı hilâfete ve saltanatı Osmanîyeye olan revâbıtı hakikîyeleri ve vatanı azizimiz hakkındaki alâkai kat’iyeleri cümlenin malûm ve müsellemidir. Harbi Umumînin makûs neticesi düşmanlarımıza çok fırsatlar bahşeylediğinden mütarekeden beri devlet, millet ve vatanımız hakkında reva görülen tecavüz ve taaddiler gayr-i kâbili tahammül ve kabul dereceye vâsıl olmuştur. Hilâfet ve saltanat izmihlaline ve vatanımızın Ermeni ayakları altında çiğnenmesine ve milletimizin Ermenilere esir olmasına rıza gösterecek hiçbir Müslüman tasavvur edilemez. Düşmanlarımızın her taraftaki teşebbüsleri hep vatanın parçalanması ve milletimizin esir olması gayelerine matuftur. Milletten kuvvet alamayan ve esir vaziyetinde bulunan hükûmeti merkezîye acizden başka bir şey gösterememektedir. Milletin yekvücut olarak kuvvet ve kudretini cihana göstermesinden başka çare-i halâs ve nokta-i istimdat kalmamıştır. Bu sebeple senaverleri resmî makam ve sıfatımın haylûletini gördüğümden derhal silki askerîden istifa ederek vatan ve milletimizin halâsı tâmmına kadar milletle beraber ve milletin içinde çalışmaya karar verdim. Zâtı âlileri gibi fedakâr, vatanperver dindaşlarımın benimle beraber çalışacağınıza mutmainim. Bu defa Erzurum Kongresince takarrür ettirilen beyanname ve nizamnamelerden takdim ediyorum. O havalice tevsi ve takviye-i teşkilât zımnında sarfı makderet buyurulmasını rica ederim. Yakında Sivas’ta in’ikat edecek olan umumî bir kongre ile de daha nâfi ve kat’î netayiç elde edileceği şüphesizdir. O havalide İngilizlerin muğfil telkînatının önüne geçilmesi pek ziyade lâzımdır. Cenabı Hak cümlemize muvaffakiyetler ihsan buyursun. Gözlerinizden öperim Efendim. Sabık Üçüncü Ordu Müfettişi Mustafa Kemal. " [10] [2] |
„ |
Milli Mücadele döneminde talebeleri ve bölgedeki aşiretlerin ileri gelenleri ile birlikte Bitlis ve İran sınırı dahil olmak üzere iki cepheye katılarak Rus ve Ermeni Kuvvetleri ile savaşmıştır. Kendisi ayrıca Türk Teyyare Cemiyeti'ne yapmış olduğu maddi desteklerden ötürü, devlet tarafınca Türk Teyyare Cemiyeti'ne ait altın nişan ile ödüllendirilir. [2] 1922 senesinde oğlu Ahmed'in hastalığı sebebiyle Beyrut'a gitmiş burada tanıştığı ilim adamları ve müderrisler ile ilmi müzakerelerde bulunmuş, bu süre zarfındaki izlenimlerini ise es-Seyâḥa ilâ Beyrût adlı eserinde bir araya getirmiştir. [5][9] [1] [2] [9][11]
Şeyh Said İsyanından sonra, daha sonra bir bağlantısı gözlemlenmemesine rağmen isyana destek verdiği veya başka isyanlarda etkinliği olabileceği gerekçesiyle [11] [1] [2] bölgedeki pek çok kanaat önderi gibi kendisi de Tevhid-i Tedrîsât ve Şark Islahat Fermanı kapsamında 1925 senesinde tutuklanmış ve Antalya Korkuteli'ne sürgüne gönderilmiştir.[9][11] [1] [2] Sürgün edileceğinden habersiz olan Şeyh Mahmud, dönemin Garzan Kaymakamı İbrahim Bey tarafından çağırılarak sürgün edileceğini öğrenir.28 Ocak 1925, Çarşamba günü tutukluluk halinde Diyarbakır Kolordu Komutanlığı'na teslim emri üzerine aynı gün yola çıkmak istediğini belirterek, bu emre uyacağını söyler.[12] Sürgün sırasında gezdiği ve kaldığı yerlerde pek çok müderris, alim ve ilim adamı ile tanışır.[not 2] Bu süreçte Said Nursi ile ilmi konularda mektuplaşır.[9] Sürgün sürecinde yaşadıklarını "et-Tebʿîd ilâ Anṭalya ve’s-seyâḥa fî diyâri’l-İslâm" adlı eserinde toplar.[9] Sürgün sırasında dönemin yönetimine masum olduğunu dile getiren, telgraflar çeken Şeyh Mahmud; “Masum ve masum olmayan aynıdır. Emir değişmez ve kesindir. Yüksek makamı rahatsız etmeyiniz.” şeklinde bir cevap alır. Bunun üzerine bir daha herhangi bir telgraf çekmez ve sürgün halinin bitimini bekler.[12] Bu sırada yalnız kalması ve geçimini sağlayamaması sebebiyle Fatma adında bir kadınla evlenir. Bu evliliğinden İzeddin adında bir çocuğu olur.[5] Üç yıllık sürgün hayatının ardından 21 Aralık 1928 Pazartesi günü Antalya'ya sürgün edilenlerin af listesinin çıkması ile sürgün hayatı son bulur. Korkutelindeki ailesini de yanına alarak Antalya'ya gelir. Buradan af belgesini alan Şeyh Mahmud, Korkutelindeki ailesiyle birlikte memleketine geri döner.
Ancak memleketine geri dönmesine rağmen yerel baskılardan kurtulamayan Şeyh Mahmud, dönemin İzzettin Çarpar adlı Siirt valisinin bölgedeki alim ve şeyhlere baskısı aynı şekilde Şeyh Mahmud'u da etkiler. Şeyh Mahmud bu baskıların ardından Kayabağlar'da oğlu Selahattin'i bırakıp tüm ailesiyle birlikte Diyarbakır'a yerleşir. Diyarbakır da Aynalı Minare Mahallesi‟nde, Behrem Paşa Camiisi civarında bir ev satın alan Şeyh Mahmud iki yılda burada yaşamını sürdürür. Bu arada çocukları için bakkal dükkanı açıp geçimlerini ticaret yaparak geçinirler. Bu iki yılın ardından İzzettin Çarpar adlı Siirt valisinin tayininin çıkması ve bölgeden ayrılması üzerine Şeyh Mahmud ve ailesi iki yılın ardından tekrar Kayabağlar'a dönerler.[13] Dönemin baskılarına rağmen müderrislik ve irşad faaliyetlerine devam eden Şeyh Mahmud Zokaydî, 5 Nisan 1945 senesinde altmış sekiz yaşında vefat eder. [1] [2] [not 3]
İlk öğrenimini babası Abdulkahhar Efendi'nin yanında gören Mahmud Zokaydî, evvela Kur'an-ı Kerim'i hatmeder. Ardından Kürtçe Nehcü'l-Enam, Nûbahar, Kürtçe sarf kitapları ile eğitimine devam eder. Bu kitapları bitirdikten sonra Arapça öğrenime başlar. Klasik medreselerde okutulan ilimlerin yanında Mezhepler Tarihi, Dinler Tarihi, İslam Tarihi, TecviD, Hüsn-ü Hat gibi alanlarda uzmanlaşmış ve bu alanlarda çeşitli kitaplar yazmıştır.Zokayd medresesinde öğrenimine bir müddet daha devam eden Mahmud Zokaydî daha sonra babasının isteği üzerine Siirt'te dedesi Molla Halil'in kurmuş olduğu Mahmudiye Medresesine giderek öğrenimini orada devam ettirir. Burada öğrenim gördüğü süre zarfında Molla Hasan'dan Arapça, fıkıh, akaid, tefsir ve hadis derslerini görmüştür.[5][9] İlmi icazetini babasından alan Şeyh Mahmud Zokaydî, tasavvufi eğitimine de ilk olarak babasının yanında başlar lakin henüz tasavvufi eğitimini bitirmeden babası Şeyh Abdulkahhar Efendi hayatını kaybeder. Bunun üzerine Şeyh Mahmud Zokaydî tasavvufi eğitim almak amacıyla bir Mürşid arayışına girer. Bu amaçla babası Şeyh Abdulkahhar Efendi ile yakın dost olan Erzurumlu Şeyh Ahmed'in (ö.1909) yanına gitmek için yola çıkar. Ancak yol üzeri Bitlis'in Norşin dergahında konakladığı sırada Şeyh Alaeddin Ohinî (ö.1949) ile arasında geçen tasavvufi sohbet sonrasında Norşin'de postnişîn olan Hazret lakabıyla tanınan Şeyh Muhammed Diyauddin Norşinî’ye (ö.1924) intisab eder.[9][14] [1] Kısa sürede seyr u sülûkunu tamamlayan Şeyh Mahmud Zokaydî, Şeyh Muhammed Diyauddin Norşinî'den tasavvufi icazetini ve tarikat hilafetini alır ardından memleketi Zokayd'e geri döner.[15]
Şeyhi hayattayken irşad faaliyetlerine başlayan Şeyh Mahmud aynı zamanda Zokayd Medresesinde müderrisliğe de devam etmiştir. Bu süreçte Norşin dergahına da ziyaretlerini eksik etmemiş ve Şeyh Muhammed Diyauddin Norşinî sürekli bir iletişim halinde olur. Şeyh Muhammed Diyauddin Norşinî zaman zaman mektuplarında kendisine nasihatlerde bulunur. Bunlardan bir tanesi şu şekildedir;
“ | “Ey kardeşim! Tarikatın maksadı, kalbi tasfiye ve tezkiye etmektir. Bu ikisinin hülasası; kulun kişisel menfaatine yönelik hiçbir şey yapmamasıdır. Hele dünya menfaatini hiç düşünmemelidir. Nefsin arzusu için yaptığı iş, uhrevî işlerine dönük olsa bile Cenneti istemek ve Cehennemden sakınmak gibibundan uzak durmalıdır. Aksi takdirde bu kişi, bu tarikatın ehlinden sayılmaz. O zaman ey kardeş! Nefsini kontrol et! Onu Allah’a ihlaslı kıl ve başka her şeyden arındır.” [14][16] | „ |
Şeyh Mahmud Zokaydî, ilmi ve tasavvufi kişiliğinin yanı sıra şairliği ile de dikkat çekmektedir. Yetiştirdiği alimler,talebeler ve yazdığı eserlerle bunu ortaya koymaktadır. Ayrıca sosyolojik olarak bölgedeki problemler ile de ilgilenmiş bu problemlere çözüm üretmek adına kitaplar kaleme almıştır. Hatıratlarında değindiği konular, coğrafi bilgisi ve sosyolojik tezleri ile ilmi bilgisini daha geniş alanlarda kullandığını göstermektedir. Çoğu müderris eser yazmayıp, sosyal hayattan kendisini soyutlarken Şeyh Mahmud Zokaydî pek çok eser kaleme almış ve de sosyal hayatta yaşanan problemlere çözümler arayarak kendisini sosyal hayatta da ön plana çıkarmıştır. Şeyh Mahmud Zokaydî, araştırmacı kimliğiyle bilimsel bir metoda bağlı kalan ve tarafsızlığını korumaya özen gösteren bir âlimdir. Bu niteliği, kaleme aldığı eserler ve talikatlarından açıkça anlaşılmaktadır.[11] Aynı zamanda tasavvufa dair de gördüğü problemleri zaman zaman dile getirmiştir. Tasavvufa ilişkin bağımsız bir eseri olmayan Şeyh Mahmud Zokaydî, "Kitâbu âdâbi’l-hukûk ve hüsni’s-suhbe" adlı eserinde mürid ile mürşid hukukunu ele almış ve olması gereken adabı kaleme almıştır. Ayrıca ed-Dâ ve’d-Devâ adlı eserinde sapkın tasavvuf akımlarından bahseder. Bu bağlamda, tasavvufu istismar eden sahte şeyhleri (müteşeyyih) eleştirir ve eleştirisinde şu dikkat çekici ifadeleri kullanır:
“ | Ehl-i Sünnet arasında şeyhlik iddiasında bulunanlara gelince; Allah bizleri onlardan, onların fiillerinden, sözlerinden, hareketlerinden, duruşlarından, halkı gaflete düşürmelerinden, insanlardan mal toplamalarından, insanları doğru yoldan çıkarmalarından, Müslümanları saptırmalarından muhafaza etsin!Aralarındaki kin ve nefreti anlatırsam, kalpler İslamiyet’ten nefret edecektir. Bunların her birine ait köylerden oluşan bölgeleri olup buralarda müridleri bulunmaktadır. Bu bölgeleri, kendi tapularıymış gibi görürler. Şeyh, genelde bunları dolaşır, çeşitli hile ve desiselerle mallarını toplar, dinden ve akıldan uzak nasihatte bulunur.”[14][17] | „ |
Öte yandan, Ehl-i Sünnet inancına sahip hakiki şeyhlerin varlığını da dile getiren Şeyh Mahmud Zokaydî, bu nitelikteki kişilerin azlığından yakınır ve bu konudaki gözlemlerini şu şekilde ifade eder:
“ | “...Gerçek şeyhler zenginlik ve fakirliği, ilahi isimlerin tecellisinden bilip ayrım gözetmezler. Peygamberlerin ahlakı ile ahlaklanırlar. Sözleri tüm öldürücü zehirlerin panzehridir. Bu şeyhlerle daha önce bahsettiklerin arasındaki fark nedir? Şeklinde bir soru sorarsan, şunu derim: Aralarındaki fark açıktır. Zira şeriat terazisi elimizdedir. Söz ve davranışları şeriata uyanlar, evliyanın varisleri kısmına girerken; söz ve davranışları şeriata uymayanlar, Müslümanları kandıran, saptıran ve mallarını alanlar ise şeytanın varisleridir. Belki şeytanın vekilleri kısmındandırlar. İyi araştır ve onlardan sakın! Peygamberin varisi olanlara canımızı, malımızı feda eder, bedenlerimizle onlara hizmet eder ve Allah’tan sayılarının artmasını dileriz. Ancak maalesef bu zamanda onlardan çok az kalmıştır. Onlar alaca karga ve kıymetli deve gibidirler ki onlarla herhangi bir kervanda karşılaşamazsın. İnna lillah ve inna ileyhi raciun...[14][18] | „ |
Şeyh Mahmud Zokaydî, Zokayd Medresesi'nde birçok talebe yetiştirmiş ve bunlardan yalnızca çok azına icazet vermiştir. Bunlar; Molla Nasreddin, Şeyh Haydar Zokaydî, Molla Ali, Şeyh Cüneyd Zokaydî, Molla Abdussamed, Molla Rasul, Molla Muhammed, Molla Emin' dir.
Şeyh Mahmud Zokaydî, irşad ve müderrislik faaliyetlerinin dışında farklı alanlarda pek çok eser telif etmiş ve hatıratlar kaleme almıştır. Eserleri çoğunlukla fıkıh, hadis usulü, tarih, edebiyat ve tecvid gibi konuları ele alır. Kaleme aldığı eserler şu şekildedir;