Günümüzde Eşcinsellik toplumda genel ilgi konusu haline geldi. İnsanlar Eşcinsellik ve bunun günlük yaşamlarını nasıl etkilediği hakkında daha fazla bilgi edinmekle giderek daha fazla ilgileniyorlar. Teknolojinin ve küreselleşmenin ilerlemesiyle birlikte Eşcinsellik, genel olarak kültür ve toplum da dahil olmak üzere siyasetten ekonomiye kadar farklı alanlarda daha alakalı hale geldi. Bu makalede, Eşcinsellik ile ilgili farklı yönleri keşfedip günlük hayatımızdaki etkilerini ve sonuçlarını analiz edeceğiz.
Makale serilerinden |
LGBT |
---|
Makale serilerinden |
İnsan cinselliği |
---|
Eşcinsellik veya homoseksüellik, aynı cinsiyetteki insanlar arasındaki romantizm, cinsel çekim ya da cinsel davranıştır. Eşcinsellik, bir yönelim olarak “kişiyi ağırlıklı olarak ya da tümüyle kendisiyle aynı cinsiyette olan kişilere karşı romantik ya da cinsel çekimleri yaşamaya yönlendiren kalıcı kişisel nitelik” olarak ifade edilir.[1] Aynı zamanda kişiyi bu çekimlere dayanan davranışlarla ilişkili kimlik hissi ve bu çekimleri paylaşan diğer kişilerden oluşan topluluğa olan üyeliğini de tanımlar.[2][3]
Homoseksüellik, heteroseksüellik ve biseksüellikle birlikte karşıcinsel-eşcinsel spektrumundaki üç ana cinsel yönelimden biridir.[2] İnsanların neden özel bir cinsel yönelim geliştirdiği konusunda bilim insanlarının ortak bir görüşü yoktur.[2] Cinsel yönelimin kökeni konusunda genetik faktörler, erken rahim ortamı ya da ikisinin kombinasyonuna işaret eden biyolojik teoriler uzmanlar tarafından daha çok benimsenmiştir.[4][5] Ailenin yetiştirme şeklinin ya da erken çocukluk deneyimlerinin cinsel yönelimi etkilediğine dair güçlü bir kanıt yoktur.[5] Bazıları eşcinsel aktivitenin doğaya aykırı ya da fonksiyonel bir bozukluk olduğu görüşünde[6][7] olsa da bu tartışmalıdır. Araştırmalar, eşcinselliğin ve bilhassa geyliğin hayvanlarda da oldukça yaygın olabildiğini ortaya çıkarmıştır.[8] Araştırmalar, özellikle; penguenler, yunuslar, zürafalar ve aslanlar gibi geniş bir spektrumdaki pek çok hayvanın bu özelliğe sahip olabileceğini göstermiştir.[9] Ayrıca eşcinselliğin insan cinselliğinin normal ve pozitif bir varyasyonu olduğunu, negatif psikolojik etkilerinin bir kaynağı olmadığını göstermektedir.[2][10] Çoğu insan kendi cinsel yöneliminde çok az tercih hissi deneyimler ya da hiç deneyimlemez.[2] Cinsel yönelimi değiştirmeyi amaçlayan psikolojik müdahalelerin işe yaradığını destekleyen yeterli kanıt yoktur.[11]
Eşcinselleri tanımlamak için[12] çok çeşitli kavramlar kullanılır. Eşcinsel kadınları tanımlamak için 1800'lü yıllardan beri kullanılan "lezbiyen" sözcüğünü karşılamak için Fransızca kökenli "gey" (Türkçe: gey veya gay, Fransızca: gai, İngilizce: gay) sözcüğü, 1960'larda önceleri sadece eşcinsel erkekleri tanımlamak için[13] kullanılmaya başlanmıştır. Zamanla tüm eşcinseller için kullanılır hâle gelmiştir.[14] Eşcinsellere cinsel yönelimlerinden dolayı uygulanan fiziksel ve sözlü şiddet, "eşcinsel" anlamına gelen argo tabirleri hakaret ya da aşağılama amaçlı kullanmak, birçok gelişmiş ülkede nefret suçu kapsamına girer ve cezai yaptırımla karşılaşılabilir.
Gey veya lezbiyen kimlikli ve eşcinsel deneyim yaşayan kişilerin sayısını ölçmek araştırmacılar için çeşitli nedenlerden dolayı zordur. Bu nedenlerin arasında eşcinsel kişilerin homofobik ve heteroseksist ayrımcılık yüzünden kimliklerini açık olarak belli etmemeleri de yer almaktadır.[15] Eşcinsel davranışlar aynı zamanda birçok hayvan türünde gözlenmiştir.[16][17][18][19][20]
Sadece nüfus sayımları ve politik şartlar görünürlüklerini kolaylaştırmasına rağmen birçok gey ve lezbiyen ciddi birliktelikler kurmaktadır.[21][22][23][24][25][26][27][28][29][30] İlişkideki tarafların kendi psikolojik algılayışları açısından bu tür ilişkiler ile heteroseksüel ilişkiler arasında hiçbir fark yoktur.[31] Kaydedilmiş tarih boyunca eşcinsel ilişkiler ve eylemler -aldıkları şekle ve bulundukları kültürlere bağlı olarak- zaman zaman takdir edilmiş zaman zaman da yargılanmışlardır.[32] 19. yüzyılın sonlarından beri, eşcinsellerin görünürlük ve tanınmasının artırılmasının yanı sıra; evlilikler, medeni birliktelikler, evlat edinme ve ebeveynlik; işe ve askere alınma ile sağlık hizmetlerine eşit erişim gibi yasal hakların kazanılması için büyük bir mücadele verilmektedir.
Birçok gey ve lezbiyen kişi duygusal veya cinsellik olarak hemcins ilişki içerisindedir. İlişkideki tarafların kendi psikolojik algılayışları açısından bu tür ilişkiler ile heteroseksüel ilişkiler arasında hiçbir fark yoktur.[31] Kaydedilmiş tarih boyunca eşcinsel ilişkiler ve eylemler -aldıkları şekle ve bulundukları kültürlere bağlı olarak- zaman zaman takdir edilmiş zaman zaman da yargılanmışlardır.[32] 19. yüzyılın sonlarından beri, eşcinsellerin görünürlük ve tanınmasının artırılmasının yanı sıra; evlilikler, medeni birliktelikler, evlat edinme ve ebeveynlik; işe ve askere alınma ile sağlık hizmetlerine eşit erişim gibi yasal hakların kazanılması için büyük bir mücadele verilmektedir.
Çok eskilere dayanan ve tıpta geniş tartışmalara neden olan, akıl almayacak yöntemlerle iyileştirilmeye çalışılan eşcinsellik modern zamanlarda artık bilim insanları tarafından bir hastalık olarak görülmemektedir. Son 35 yıldır psikologlar, psikiyatrlar ve diğer ruh sağlığı uzmanları eşcinselliğin hastalık, ruhsal bozukluk veya duygusal bir sorun olmadığını onayladılar. İlk olarak 1973'te Amerikan Psikiyatri Derneği Yönetim Kurulu eşcinselliğin hastalıklar kategorisinden çıkartılmasına karar verdi. Karar, Amerikan Psikiyatri Derneği'nin bir yıl sonra (1974) yapılan yıllık genel kurulunda üyelerin çoğunluğu tarafından onaylandı. Amerikan Psikiyatri Derneği, 2006'da yapmış olduğu genel kurulunda söz konusu kararı tekrar ifade etti. Benzer şekilde 17 Mayıs 1990 tarihinde Dünya Sağlık Örgütü (WHO), eşcinselliği hastalıklar listesinden çıkardı. 1992'de bu karar, ICD-10 (Hastalıkların Uluslararası Sınıflandırılması) listesine resmen kaydedildi. 1994 tarihinden itibaren WHO üyesi tüm ülkeler yeni sınıflandırmayı kullanmaya başladı. Eşcinselliğin bir hastalık, bozukluk ya da eksiklik olmadığını, 3 farklı cinsel yönelimden birisi olduğunu ve doğuştan ya da 3 ile 4 yaşlarına kadar belirlenen, kişinin kendi seçmediği bir durum olduğu tıp bilim tarafından tespit edilmiş ve bu durum kabul görmüş ve eşcinseller çoğu gelişmiş ülkelerde eşcinseller arası resmi evlilik dahil olmak üzere heteroseksüellerin sahip olduğu pek çok hakka kavuşmuştur.[34]
Amerikan Psikiyatri Birliği (APA), 1973 yılında eşcinselliği, "Akıl Hastalıkları Teşhis ve İstatistikleri Klavuzu"ndan çıkarmıştır. Günümüzde APA'nın pozisyonu, objektif ve iyi planlanmış[35] bilimsel çalışmalar ve klinik literatür doğrultusunda eşcinselliğin insanların cinselliğinin "pozitif ve normal" çeşitlerinden biri olduğudur[36] APA'ya göre eşcinselliğin geçmişte bir akıl hastalığı olarak görülmesinin nedeni, akıl sağlığı alanında çalışan profesyonellerin ve toplumun bu konuda taraflı şekilde bilgilendirilmiş olmasıdır.[37]
1 Ocak 1993 tarihinde Dünya Sağlık Örgütü (WHO) eşcinselliği "Uluslararası Hastalıklar Sınıflandırması"ndan çıkarmıştır. ICD-10 maddesi "cinsel yönelim, tek başına, bir rahatsızlık/hastalık olarak kabul edilemez" şeklindedir.[38][39]
Cinsel ilişkideki konumuna göre Batı ülkelerinde böyle bir ayırım artık yapılmamakla birlikte, eşcinselliğin daha gizli yaşandığı, daha muhafazakâr ülkelerde eşcinsel erkekler "verici" (etken, aktif) ya da alıcı (edilgen, pasif) olarak ikiye ayrılmaktadır ve bu kültürlerde özellikle kadınsı görünümlü ya da pasif konumda olan erkekler eşcinsel olarak kabul edilmekte ve toplumun büyük bir kesimi tarafından dışlanmaktadırlar. Etken (aktif) ve edilgen (pasif) terimlerinin üstünlük veya aşağılık belirttiğinin düşünülmesi nedeni ile günümüzde artık bu terimlerin eşcinselleri tanımlarken kullanımından kaçınılmaya başlanılmıştır. Kadın ve erkeğin toplumsal kademelendirmesinde de etkenlik olumlu bir nitelik olarak erkeğe, edilgenlik ise olumsuz bir nitelik olarak kadına yüklenir.[40][41]
Heteroseksüel-Eşcinsel derecelendirme ölçeği olarak bilinen Kinsey ölçeği,[42] kişinin belirlenmiş bir zamandaki cinsel aktivesinin geçmişini ya da bölümlerini tanımlamaya çalışır. Derecelendirme 0'dan 6'ya kadardır. 0 tümüyle heteroseksüel anlamına gelirken, 6 tümüyle eşcinsel anlamına gelmektedir. Ölçekte aseksüelleri de tanımlamak için ek olarak bir de “X” vardır.[43][44]
Amerikan Psikiyatri Kurumu, Amerikan Psikologlar Birliği ve Sosyal İşçilerin Ulusal Kurumu cinsel yönelimi kişinin sadece ayrık bir özelliği olarak değil, başkalarıyla tatmin edici birliktelik kurmaya çalışan kişinin evreni olarak tanımlamıştır:[3]
Cinsel yönelim genellikle kişinin biyolojik cinsiyeti, cinsiyet kimliği ya da yaşı gibi bir özellik olarak ele alınmaktadır. Bu perspektif eksiktir çünkü cinsel yönelim her zaman ilişkisel terimlerde kullanılır ve diğer kişilerle birliktelik kurmayı gerektirir. Cinsel eylem ve romantik çekimler, kişinin birliktelik kurduğu kişilerin biyolojik cinsiyetine göre heteroseksüel ya da eşcinsel olarak sınıflandırılmıştır. Aslında kişiye yapılan eyleme duyulan arzu kişinin heteroseksüellik, eşcinsellik ya da biseksüelliğini ifade eder. Bu eylemler el ele tutuşma, öpüşme gibi basit şeyleri de içerir. Bu nedenle cinsel yönelim, kişilerin diğer kişilerle sevgi, bağlılık, samimiyet için kurduğu kişisel birlikteliklerle tamamen bağlantılıdır. Cinsel davranışlara ek olarak bu bağlar, partnerler arasındaki cinsel olmayan sevgi hareketlerini, paylaşılmış hedefleri, karşılıklı desteği ve devam eden sadakati de içerir.[3]
Coming out, kişinin cinsel yönelimini ya da cinsiyet kimliğini açıklamasıdır ve çeşitli şekilde psikolojik bir süreç ya da yolculuk olarak tanımlanır ya da deneyimlenir.[45] Coming out genellikle üç evreden oluşur. İlk evre kendini bilme ve eşcinsel birlikteliklere açık olduğunu anlamadır.[46] Bu genellikle içsel coming out olarak tanımlanır. İkinci evre kişinin diğer kişilere (örneğin aile, arkadaşlar ya da meslektaşlar) cinsel yönelimini açıklamaya karar vermesidir. 3. evre de genellikle kişinin açık bir şekilde LGBT bir birey olarak yaşamasını içerir.[47] Bugünlerde Amerika'da insanlar genellikle lisede ya da üniversite yaşlarında cinsel yönelimlerini açıklamaktadır. Lezbiyen, gay ve biseksüeller (LGB), bu yaşlarda özellikle cinsel yönelimleri toplum tarafından kabul edilmediğinde diğer kişilere güvenmeyebilir veya yardım istemeyebilir.
Rosario, Schrimshaw, Hunter ve Braun'a (2006) göre lezbiyen, gay ve biseksüel kişilerin (LGB) cinsel kimlikleri kompleks ve zorlu bir süreçten geçmektedir. Diğer azınlık gruplarının aksine (örneğin etnik ve ırksal azınlıklar) çoğu LGB, kendi kimlikleri hakkında bir şeyler öğrenebileceği ve onlara destek verebilen kişilerin var olduğu bir toplulukta yetişmemektedir. Bunun yerine LGB'ler daha çok eşcinsellik hakkında bilgisiz ya da eşcinselliğe düşman bir toplulukta yetişmektedir.[48]
Outing, kişinin cinsel yöneliminin kendi rızası olmadan topluma ifşa edilmesidir.[49] Birçok politikacı, ünlü, askerlik hizmetlerinde çalışan kişiler ve rahiplerin kötü niyet, politik veya ahlaki nedenlerden dolayı cinsel yönelimleri ifşa edilmiştir.
Eşcinsel yönelimin önceden kişinin kendi cinsiyetiyle bağlantılı olduğu düşünülmüştür. Örneğin bir kadına ilgi duyan bir kadının maskülen özelliklere ya da bir erkeğe ilgi duyan bir erkeğin feminen özelliklere sahip olduğu anlayışı olmuştur.[50] Ama 20.yüzyılın ortalarında cinsiyet kimliği cinsel yönelimden ayrı bir fenomen olarak görünmeye başlanmıştır.
Cinsel yönelimlerin dağılma oranları transgender ve cinsiyet kimliğiyle uyumlu kişiler (cisgender) arasında oldukça farklı olsa da transgender ve cinsiyet kimliğiyle uyumlu kişiler erkeklere, kadınlara ya da her iki cinse ilgi duyabilir. Heteroseksüel, eşcinsel ve biseksüel kişiler maskülen veya feminen olabilir ya da hem maskülen hem feminen özellikler gösterebilir. Buna ek olarak birçok lezbiyen ve gay toplulukların üyelerinde ya da destekçilerinde “cinsiyetiyle uyumlu heteroseksüel” ve “cinsiyetiyle uyumsuz eşcinsel” sterotipleri vardır. Ama J. Michael Bailey ve K.J. Zucker tarafından yapılan araştırmalar, çoğu gay ve lezbiyenin çocukluk yıllarında cinsiyet uyumsuzluğu yaşadığını bulmuştur.[51]
"Gey" sözcüğü, Oxford İngilizce Sözlük'te "eşcinsel kişi (genellikle erkek)" olarak tanımlanır.[52] "Eşcinsel erkek" anlamında bir kelime olmayışı konusundaki eksikliği gidermek için ilk olarak bu anlamda kullanılan Gey kelimesi, zamanla eşcinsel kişi olarak da kullanılmaya başlanmıştır.[52]
Kökende "gey" sözcüğü Fransızca kökenli "gai" kökünden gelmektedir.[52] Aslen "neşeli, umursamaz" ve "canlı renkli, gösterişli" anlamlarına gelen "gey" tabiri 1960'lı yıllardan itibaren erkek eşcinseller tarafından kendilerini tanımlamak amacıyla kullanılmaya başlanmıştır.[52] İngilizcedeki gey kelimesinin diğer anlamlarında kullanımı zamanla yok olmaya yüz tutmuştur.[52]
Eşcinsel kadın anlamına gelen "lezbiyen" kelimesi 1800'lü yıllardan beri kullanılmaktadır.[53] Bu kelimenin kökeni eşcinsel kadın şair Sappho'nun memleketi Lesbos (Midilli) Adası'na dayanır. Sappho şiirlerinde, kadınlara karşı duygularından bahsetmiştir. Dilbilimi açısından lezbiyen kelimesi "Lesboslu" anlamına gelir.[53]
Biseksüel, duygusal veya cinsel yönelimi hem kendi hem de karşı cinsine dönük olan canlı. Biseksüel sözcüğü hem isim, hem sıfat olarak kullanılır. Bu cinsel yönelim, kimliğine sahip bir kimsenin aynı anda hem bir erkekle hem de bir kadınla cinsel olarak ilgili olması gerekmez. Bazı biseksüeller bu ya da öteki toplumsal cinsiyetle (veya her ikisiyle de) asla cinsel ilişkiye girmemişlerdir. Heteroseksüeller ve geyler ile lezbiyenler için geçerli olduğu üzere, cinsel çekim her arzu edildiğinde davranılmasını gerektirmez.
Eşcinsel yönelime sahip kişiler cinselliklerini çeşitli yollarla ifade edebilirler ve cinselliklerini davranışlarında ifade edebilirler ya da etmeyebilirler.[2] Kinsey ölçeği, kişinin belirlenmiş bir zamandaki cinsel aktivitesinin geçmişini ya da bölümlerini tanımlamaya çalışır. Derecelendirme 0'dan 6'ya kadardır. 0 tümüyle heteroseksüel anlamına gelirken, 6 tümüyle eşcinsel anlamına gelmektedir. Araştırmalar birçok gay ve lezbiyenin ciddi ve uzun ömürlü ilişki istediklerini bulmuştur. Örneğin anket verileri gaylerin %40 ve %60 arasının, lezbiyenlerin de %45 ve %80 arasının o an romantik bir ilişki içinde olduklarını göstermektedir.[54] Anket verileri aynı zamanda gay çiftlerin %18 ve %28 arasının ve lezbiyenlerin %8 ve %21 arasının Amerika Birleşik Devletleri'nde on yıl veya daha fazla birlikte yaşadıklarını göstermektedir.[54] Araştırmalar eşcinsel çiftlerin heteroseksüel çiftlerle eşit derecede birbirinden tatmin olduğunu ve ciddi ilişki kurduklarını bulmuştur. İlişkinin ciddiyeti ve ilişkiden tatmin olma konusunda yaş ve cinsiyet, cinsel yönelime göre daha güvenilir bir istatistiktir ve heteroseksüel ve eşcinseller romantik ilişkiler bakımından kıyaslanabilir beklentiler ve idealler paylaşmaktadırlar.[55][56][57]
Gey ve lezbiyen popülasyonunun büyüklüğüyle ilgili güvenilir veriler kamu politikası için önemlidir.[58] Örneğin demografiler, yerli ortaklık, eşcinsellerin evlat edinmesinin yasallaşması ve Amerikan ordusundaki Sorma Söyleme politikasının yararları ve maliyetlerini hesaplamaya yardım eder.[58] Gay ve lezbiyen popülasyonuyla ilgili bilgiler, sosyal bilim adamlarının işçi pazarı tercihleri, insan sermayesi birikimi, ev halkı konusunda uzmanlaşma, ayrımcılık ve coğrafi konum hakkında kararlarla ilgili önemli soruları anlamasına da yardım eder.[58]
Eşcinselliğin yaygınlığını ölçmek zordur.[15] Birçok insan eşcinsel çekimlere sahip olmasına rağmen kimliklerini eşcinsel ya da biseksüel olarak görmek istemeyebilirler. Araştırma, cinsel yönelimi tanımlayabilen ya da tanımlayamayabilen bazı karakteristikleri ölçmek zorundadır. Eşcinsel arzulara sahip kişilerin sayısı bu arzularını fiile dönüştüren kişilerin sayısından, arzularını fiile dönüştüren kişilerin sayısı da kendi kimliğini gay, lezbiyen ya da biseksüel olarak gören kişilerin sayısından daha büyük olabilir.[58]
1948 ve 1953 yılları arasında Alfred Kinsey, erkek deneklerin %46'sının her iki cinse cinsel olarak tepki verdiğini, %37'sininde en az bir eşcinsel deneyim yaşadığını rapor etmiştir.[59][60] John Tukey, Kinsey'i rastgele değil uygun örnekler kullandığı için eleştirmiştir.[61][62] Sonraki bir araştırmada örnek yanlılığı olmamasına rağmen benzer sonuçlar elde edilmiştir.[63] LeVay, Kinsey'in sonuçlarının demografik araştırmaların yorumlanması gerektiğini gösteren bir uyarı niteliği taşıdığını belirtmiştir çünkü bilimsel metotlar kullanılmasına rağmen farklı kriterlerin kullanılmasının farklı sayılara ulaşmaya yol açabileceğini belirtmiştir.[15]
Önemli araştırmalar insanların %2'den %11'e kadar bir kısmının geçmişlerinde eşcinsel aktivite yaşadığını göstermektedir.[64][65][66][67][68][69][70][71][72][73] Eşcinsel çekimler ve/veya davranışlar rapor edildiğinde bu oran %16-21'e çıkmaktadır.[73] 2006'daki bir araştırmada, araştırmaya katılanların %20'si bazı eşcinsel hisleri deneyimlediğini anonim olarak rapor etmiş ama sadece %2-3'ü kendi kimliğini eşcinsel olarak gördüğünü söylemiştir.[74] 1992'de yapılan bir araştırmada Britanyalı erkeklerinin %6.1'i, Fransız erkeklerininse %4.1'inin eşcinsel deneyim yaşadığı rapor edilmiştir.[75] 2008'de yapılmış bir anket, Britanyalıların %13'ünün eşcinsel aktivite yaşadığını ama sadece %6'sının kendi kimliklerini eşcinsel ya da biseksüel olarak gördüklerini bulmuştur.[76] 2010'da Ulusal İstatistik Ofisi'inin (ONS) yaptığı bir anket, Britanyalıların %1.5'inin kendi kimliklerini eşcinsel ya da biseksüel olarak gördüğünü bulmuştur. ONS, bu bulguların %0.3'le %3' arasında bir oranı gösteren araştırmalarla uyumlu olduğunu öne sürmüştür.[60][77]
2008'de Amerika Birleşik Devletleri'nde başkanlık seçimleri gününde, oy verdikten sonra oylama yerinden çıkan oy verenler arasında yapılan seçim anketi, seçmenlerin %4'ünün gay, lezbiyen ya da biseksüel olduğunu göstermiştir. Bu oran 2004'teki oranla aynıdır.[78] 2000'de yapılan ABD nüfus sayımı, evli olmayıp aynı evde yaşayan 601.209 eşcinsel çift olduğunu göstermiştir.[79]
Psikoloji, eşcinsel yönelimi ayrık bir yönelim olarak araştıran ilk bilim dallarından biridir. Eşcinselliği ilk hastalık olarak sınıflandırma girişimi acemi Avrupalı seksolog hareketi tarafından yapılmıştır. 1886'da seksolog Richard von Krafft-Ebing, Psychopathia Sexualis adlı kitabında eşcinsellik gibi üremeyle sonuçlanmayan cinsel aktiviteleri cinsel sapkınlık olarak görmüştür. Eşcinselliğin hem doğuştan hem de sonradan kazanabileceğine ve eşcinselliği mastürbasyonu engelleyerek ve nevrozları tedavi ederek tedavi edebileceğine inanmıştır. Sigmund Freud’sa eşcinselliği kendini karşıt cinsteki ebeveyn ile özdeşleştirmenin de etkisiyle oluşmuş, psikoseksüel gelişimdeki çatışmaların bir sonucu olarak tanımlamıştır. 20. yüzyılının ortalarına kadar eşcinselliğin patolojik modelleri standarttır.
Amerikan Psikiyatri Kurumu, Amerikan Psikologlar Birliği ve Sosyal İşçiler Kurumu’nun açıklaması şu şekildedir.
“ | 1952’de Amerikan Psikiyatri Kurumu, Teşhis ve İstatistik Kılavuzu’nu (DSM) ilk yayınladığında eşcinsellik hastalıklar kategorisinin içindeydi. Ama hemen sonra sınıflandırma Ulusal Ruh Sağlığı Enstitüsü tarafından yapılan araştırmalarda kritik incelemeye maruz kalmıştır. Yapılan araştırmalar eşcinselliğin bir bozukluk ya da anomali değil normal ve sağlıklı bir cinsel yönelim olduğunu göstermiştir. Araştırmaların sonuçları toplandığında tıp, ruh sağlığı ve davranışsal ve sosyal bilimlerdeki profesyoneller, eşcinselliğin bir ruh hastalığı olarak sınıflandırılmasının yanlış olduğu ve DSM sınıflandırmasının önceki sosyal normlara ve popülasyonu temsil etmeyen hastaların klinik izlenimlerine dayanan bilimsel olarak kanıtlanmamış tahminleri yansıttığı sonucuna ulaşmıştır.
Bilimsel kanıtların tanınmasıyla[80] Amerikan Psikiyatri Kurumu eşcinselliği 1973’te DSM’den çıkartmıştır. Amerikan Psikologlar Birliği 1975’te aynı pozisyonu benimsemiş ve diğer tüm ruh sağlığı profesyonellerini eşcinselliğin uzun süredir bir ruh hastalığı olarak damgalanmasının kaldırılması konusunda teşvik etmiştir. Sosyal İşçilerin Ulusal Kurumu da benzer prensibi benimsemiştir.[3] |
„ |
Davranışsal ve sosyal bilimlerin ve ruh sağlığı uzmanlık alanlarının uzun süredir olan ortak görüşü hemcinse karşı duyulan romantik, cinsel çekimlerin ve eşcinsel davranışların insan cinselliğinin normal ve pozitif bir varyasyonu olduğudur.[81] Dünya Sağlık Örgütü, ICD-9’da (1977) ruh hastalığı olarak sınıflandırdığı eşcinselliği 17 Mayıs 1990’daki 43. Dünya Sağlık Kongresi’nin onayıyla ICD-10’da hastalık olmaktan çıkarmıştır.[82][83][84] ICD-10’a psikolojik ve davranışsal bozukluklar nedeniyle cinsiyet kimliğini ya da cinsel yönelimini değiştirmek istemek anlamına gelen egodistonik cinsel yönelimi eklemiştir(F). Çin Psikiyatri Kurumu, 5 yıllık bir araştırma sonunda 2001’de eşcinselliği ruh hastalığı sınıflandırmasından çıkarmıştır.[85] Kraliyet Psikiyatrlar Derneği’nin açıklaması “Araştırmalar gay, lezbiyen veya biseksüel olmanın normal ruhsal sağlıkla uyumlu olduğunu göstermektedir. Ama toplumda ayrımcılığa uğrama ve arkadaş, aile ve diğer kişiler tarafından reddedilme ihtimali LGB’lerde (lezbiyen, gay ve biseksüel) beklenenden yüksek oranda ruhsal zorlanmaların görülmesine neden olmaktadır. ABD'deki muhafazakâr gruplar LGB’lerdeki ruhsal zorlanmaların yüksek oranda görülmesinin eşcinselliğin doğrudan kendisinden kaynaklandığını öne sürse de bu iddiayı ispatlayan bir kanıt yoktur.” şeklindedir.[86]
Çoğu lezbiyen, gay ve biseksüel, heteroseksüellerle aynı nedenlerden (stres, ilişkilerindeki zorluklar, sosyal ve iş ortama uyum sağlama vb.) dolayı psikoterapi almak istemektedir. Cinsel yönelimleri tedavilerinde çok ya da az önem taşıyabilir ya da hiç önem taşımayabilir. Lezbiyen, gay ve biseksüel kişilerin psikoterapilerinde yüksek derecede anti-gay yaklaşımı görülme riski vardır.[87]
Uygun bir psikoterapi aşağıdaki bilimsel verilere dayanmaktadır.[81]
Değerlendirme | Açıklama |
---|---|
- | Eşcinsel çekimler, davranışlar ve yönelimler insan cinselliğinin normal ve pozitif bir varyasyonudur. Başka bir deyişle ruhsal ya da gelişimsel bir bozukluğun işareti değildir. |
- | Eşcinsellik ve biseksüellik damgalanmaktadır ve bu damgalanma kişinin hayatında negatif etkilere yok açmaktadır.[88] |
- | Eşcinsel çekimler ve davranışlar çeşitli cinsel yönelim ve cinsel yönelim kimliklerinde görülebilir[89] |
- | Gey, lezbiyen ve biseksüel kişiler heteroseksüller gibi tatmin edici hayatlar yaşayabilirler ve kurdukları ciddi birliktelikler önemli açılardan birbirine denktir.[90] |
- | Eşcinsel yönelimin aile hayatının kötü olması ya da travma sonucu oluştuğunu destekleyen deneysel araştırma yoktur.[91] |
19. ve 20. yüzyıllarda çeşitli psikologlar eşcinselliğin nedenleri ile ilgili teoriler geliştirdiler. Bunların çoğu eşcinselliği "akıl hastalığı" olarak tanımlıyordu.[92] 19. yy psikologlarından Richard von Krafft-Ebing, mastürbasyon, sadomazoşizm ve şehvet cinayetlerini "cinsel sapıklıklar" olarak tanımladığı 1886 tarihli kitabı Psychopathia Sexualis'de eşcinselliğin kalıtımsal olduğunu iddia etti. Çağdaşı Sigmund Freud, kendini karşıt cinsteki ebeveyn ile özdeşleştirmenin de etkisiyle oluşmuş, "psikoseksüel gelişimdeki çatışmaların bir sonucu" olarak tanımladı. Diğerleri, eşcinselliğin nedenlerini sosyal etkilerde ve anne karnındaki gelişim esansında gerçekleşen fizyolojik olaylarda aradılar. Eşcinselliğin nedenleri, muhtemelen, insanın doğuştan gelen veya doğasından kaynaklanan özellikleri ile çevresel faktörler ya da toplum etkisinin bir bileşimidir.[92]
Araştırmacılar genler, doğum öncesi hormonlar ve beyin yapısını kapsayan, cinsel yönelimin gelişimiyle bağlantılı olma ihtimali olan birkaç biyolojik faktör tanımlamıştır.
Bilim insanları cinsel yönelimin tek bir faktör tarafından belirlenmediğine, genetik, hormonal ve çevresel faktörlerin bir kombinasyonu olduğuna[93][94] ve biyolojik faktörlerin genetik faktörlerle erken rahim ortamının kompleks etkileşimiyle bağlantılı olduğuna inanmış,[5] biyolojik teorileri daha çok benimsemiştir.[94] Bilim insanları cinsel yönelimin bir seçim olmadığına inanmaktadır.[5][94][95][96] Kişi heteroseksüel, eşcinsel, biseksüel ya da aseksüel olmayı kendisi seçmemektedir. Erken çocukluk deneyimlerinin, ailenin yetiştirme şeklinin, cinsel tacize uğramanın ya da yaşanan kötü olayların cinsel yönelime etki ettiğine dair önemli bir kanıt yoktur ama araştırmalar ebeveynlerin herhangi bir cinsel yönelim hakkındaki düşüncelerinin çocuğun herhangi bir cinsel yönelimle bağlantılı davranışları nasıl deneyimleyeceğine etki edebileceğini bulmuştur.[5][93][94][97][98]
Önceden eşcinselliğin aileyle yaşanan kötü deneyimler ya da yanlış bir psikolojik gelişme yüzünden oluştuğu düşünülmüştür ama bu varsayımlar yanlış bilgiye ve önyargıya dayanmaktadır.[99] Şu anki araştırmalar cinsel yönelimin oluşumundaki biyolojik açıklamaları aramaktadır[94] ama hiçbir tekrarlanan bilimsel araştırma cinsel yönelimin özel bir biyolojik etiyolojisinin olduğunu desteklememektedir.[93][94] Ama bilimsel araştırmalar heteroseksüel ve eşcinsel kişilerde bir takım biyolojik farklılıklar bulmuştur. Bu biyolojik farklılıklar cinsel yönelimin oluşumuyla aynı temel nedene sahip olabilir.
Cinsel yönelimin belirlenmesinde genetik ve çevrenin önemini kıyaslamak amacıyla birkaç ikiz çalışması yapılmıştır. 1991'de yapılan bir araştırmada Bailey ve Pillard, tek yumurta erkek ikizlerinde %52 oranında, çift yumurta erkek ikizlerinde ise %22 oranında eşcinsellik bakımından uyum bulmuştur.[100] 2000'de Bailey, Dunne ve Martin 4,901 Avustralyalı ikiz üzerinde yaptığı araştırmada benzer sonuçlar bulmuştur.[101] Tek yumurta erkek ikizlerinde %20 oranında uyum bulurlarken tek yumurta kız ikizlerinde yüzde %24 oranında uyum bulmuşlardır. Hershberger (2001) araştırmasında ikizler üstünde yapılmış 8 araştırmanın sonuçlarını birbiriyle karşılaştırmıştır. 8 araştırmanın 6'sında tek yumurta ikizlerinde, çift yumurta ikizlerine göre daha yüksek oranda uyum olduğu görünmüştür. Bu bulgular genetik faktörlerin cinsel yönelim üstündeki etkisinin önemli olduğunu destekler.[102]
Bearman ve Brückner (2002) önceki araştırmaları az sayıda denek içermesi[103] ve deneklerin popülasyonu temsil etmemesinden dolayı eleştirmiştir.[104] Bearman ve Brückner, 289 tek yumurta ikizi ve 495 çift yumurta ikizi üstünde yaptığı araştırmada tek yumurta erkek ikizlerinde sadece %7.7, tek yumurta kız ikizlerinde ise sadece %5.3 oranında eşcinsellik bakımından uyum bulmuştur. Bulgular neticesinde sosyal çevreden bağımsız bir genetik etkiden söz edilemeyeceği öne sürülmüştür.[103]
2010'da İsveç'te 7,600'den fazla ikiz üstünde yapılan bir araştırmada eşcinsel davranış hem genetik faktörlerle hem de kişiye özgü çevresel faktörlerle (örneğin doğum öncesi ortam, hastalık ve travma, akran grupları ve cinsel deneyimler) açıklanabileceğini bulmuştur. Araştırma aynı zamanda ailesel çevre, toplumun tutumu gibi paylaşılmış çevresel faktörlerin de zayıf ama yine de kayda değer derecede etki ettiğini bulmuştur. Kadınların cinsel yöneliminde genetik faktörlerin az derecede etki ettiği, erkeklerin cinsel yöneliminde ise paylaşılmış çevresel faktörlerin hiç etki etmediği görünmüştür. Biyometrik modelin bulgularına göre erkeklerin cinsel yöneliminde genetik faktörler %34-39, paylaşılmış çevresel faktörler %0, kişiye özgü çevresel faktörler %61-66 oranında etki etmektedir. Kadınların cinsel yöneliminde ise genetik faktörler %18-19, paylaşılmış çevresel faktörler %16-17, kişiye özgü çevresel faktörler %64-66 oranında etki etmektedir.[105]
Cinsel yönelim üzerine yapılan kromozom bağlantısı çalışmaları genom boyunca birçok tetikleyici genetik faktörlerin varlığını göstermektedir. 1993'te Dean Hamer ve meslektaşları 76 gay kardeş ve ailelerinin bağlantı analiziyle ilgili bulgular yayınlamıştır.[106] Hamer ve meslektaşları eşcinsel erkeklerin anne tarafında, baba tarafına göre daha çok gay kuzen ve gay dayıya sahip olduklarını bulmuştur. Bu annesel soyu gösteren gay kardeşler, x kromozomundaki 22 işaretleyici gen kullanılarak X kromozomu bağlantısı test edilmiştir. Başka bir araştırmada test edilen 40 kardeş çiftin 33'ünde Xq28'in uzak bölgesinde benzer aleller bulmuştur. Bu erkek kardeşler için beklenen oran olan %50'den önemli ölçüde daha yüksektir. Bu medyada birçok insan tarafından “gey geni” olarak adlandırılmış, önemli tartışmalara yol açmıştır. 1998'de Sanders ve meslektaşları benzer bir çalışma yapmış gay kardeşlerin baba tarafındaki amcaların %6'sının, anne tarafındaki dayılarınınsa yüzde %13'ünün eşcinsel olduğunu bulmuştur.[107]
Hu ve meslektaşları tarafından yapılan bir sonraki analiz önceki bulguların doğruluğunu arttırmıştır. Bu araştırma gay kardeşlerin (yeni grup) %67'sinin Xq28'de, X kromozomunda bir işaretleyici gen paylaştıklarını ortaya çıkarmıştır.[108] Başka iki araştırmada (Bailey ve meslektaşları, 1999; McKnight ve Malcolm, 2000) eşcinsel erkeklerin anne tarafındaki gay akrabaların fazlalığı bulunamamıştır.[107] 1999'da Rice ve meslektaşları tarafından yapılan bir çalışmada Xq28 bağlantısı bulunamamıştır.[109] Bütün kromozom bağlantısıyla ilgili dataların meta-analizi Xq28'le ilgili önemli bir bağlantı olduğunu göstermektedir ama aynı zamanda cinsel yönelimin tamamen genetik olduğunu açıklayabilmek için ek olarak başka genlerinde var olmak zorunda olduğunu göstermektedir. 894 heteroseksüel ve 694 eşcinsel erkek üstünde yapılan son bir araştırmada kromozom bağlantısı bulunamamıştır.[110]
Mustantski (2005) kişilerin kendi ve yeni deneklere ek olarak daha önce Hamer (1993) ve Hu (1995) tarafından rapor edilen ailelerin sadece X kromozomunun scan edilmesi yerine bütün genomunu scan etmiştir.[111] Araştırma, Hamer'in bulgularınınkine göre bir parça daha indirgenmiş Xq28 bağlantısı bulmuş, 7q36, 8p12 ve 10p26'dan başka önemli işaretleyici bulamamıştır. İlginç bir şekilde bulgular 10q26'in annesel soydan geldiğine dair önemli bir işaret göstermektedir. Bu önceki aile çalışmalarını desteklemektedir.
2004'te İtalyan araştırmacılar, 98 eşcinsel erkek ve 100 heteroseksüel erkeğin akrabalarını incelemiştir. Eşcinsel erkeklerin kadın akrabaları, heteroseksüel erkeklerinkine göre daha çok çocuk sahip olmaya eğilimli olduğu bulunmuştur. Ayrıca eşcinsel erkeklerin anne tarafındaki kadın akrabaları, baba tarafındaki kadın akrabalarına göre de daha çok çocuk sahip olmaya eğilimli olduğu gözlenmiştir. Araştırmacılar X kromozomundaki nesilden nesile geçen bir genetik materyalin, kız çocuklarda doğurganlığa, erkek çocuklarda ise eşcinselliğe neden olduğu sonucuna varmıştır.[112]
2010'da Kore Gelişmiş Bilim ve Teknoloji Enstitüsü'ndeki bir grup, bir dişi farenin üreme davranışıyla ilgili tek bir genini ortadan kaldırarak cinsel tercihini değiştirmeyi başarmıştır. Dişi fare gen olmayınca diğer dişi farelerin idrarına karşı maskülen bir cinsel davranış ve cinsel eğilim göstermiştir. Bu geni koruyan dişi farelerse erkek farelere cinsel ilgi duymuştur.[113]
2014'te ABD'de Northwestern Üniversitesi'nde Michael Bailey tarafından yapılan bir araştırma, genetik faktörlerin erkeklerin cinsel yönelimini etkilediği ama tamamen de belirleyici olmadığını göstermiştir. 408 eşcinsel erkek kardeş çifti ve aileleri üstünde yapılan araştırmada eşcinsel erkeklerin X kromozomunun Xq28 bölgesinde benzer DNA işaretleri taşıdığı ve bu bölgedeki iki kromozomun erkeklerin cinsel yönelimini etkilediği bulunmuştur. Bu 1993'te yapılan Dean Hamer'ın araştırmasını desteklemektedir. Ayrıca Kromozom 8 adlı bir bölgenin de erkeklerin cinsel yönelimini etkilediği görünmüştür. Araştırmanın bulgularına göre genetik faktörler erkek eşcinselliğinde yüzde 30-40 oranında rol oynarken gerisinden çevresel faktörler sorumlu. Ama Michael Bailey çevresel faktörlerin illaki sosyal olarak sonradan kazanılan anlamı taşımadığı, doğumumuzda DNA'mızda olmayan her şeyin çevresel faktörler olarak kabul edildiğini söylemiştir.[114]
Bir araştırma annenin genetik yapısıyla oğullarının eşcinselliği arasında bir bağlantı bulmuştur. Kadınlar iki X kromozomuna sahiptir ve biri inaktive edilir. Bocklandt ve meslektaşları, eşcinsel oğullara sahip annelerin X kromozomu inaktivasyonlarının, eşcinsel erkek çocuğa sahip olmayan annelere göre önemli derecede daha yüksek oranda asimetri gösterdiğini bulmuştur. Eşcinsel bir erkek çocuğa sahip olmayan annelerin %4'ü X kromozomu inaktivasyonlarında asimetri gösterirken bu oran bir eşcinsel erkek çocuğa sahip annelerde %13, iki ya da daha fazla eşcinsel erkek çocuğa sahip annelerde %23'tür.[115]
Gebelik ve doğum sonrası boyunca epi-işaretleyicilerin genlerin ifade edilmesi üstündeki kontrolü geçici olarak değişmektedir. Epi-işaretleyiciler histon proteinlerinin ve DNA histonlarına bağlanan metil ve asetil gruplarının modifikasyonudur.[116][117] Proteinlerin fonksiyonunu değiştirir, genlerin ifade edilmesini etkiler.[118] Epi-işaretleyiciler fetüsün normal bir cinsel gelişme yaşamasına yardım etmek için tasarlanmıştır ama mitoz bölünme sırasında çocuğa geçebilir.[119] Bu epi-işaretleyiciler babadan kıza ya da anneden oğula geçtiğinde erkeklerdeki bazı özelliklerin feminenleşmesi ve kadınlardaki bazı özelliklerin maksülenleşmesi gibi ters etkilere neden olabilir. Feminenleşme ve maskülenleşmenin tersine dönmesi cinsel tercihinde tersine dönmesine neden olabilir.[120]
Doğum öncesi hormonal teori, belli hormonların fetüsün cinsiyet farklılaşmasında rol oynaması gibi kişinin cinsel yönelimine de etki ettiğini söyler. Doğum öncesi hormonlar cinsel yönelimin ana belirleyicisi olabilir ya da genler, biyolojik faktörler, çevresel ve sosyal durumlarla birlikte yardımcı bir faktör olabilir.[121] Gelişen beyin hücreleriyle etkileşim içinde olan hormonların ve genlerin etkilediği beyin yapısındaki farklılıkların cinsel yönelim dahil olmak üzere sayısız davranışlardaki cinsiyet farklılıkların temeli olduğuna inanılır.[122] Doğum öncesi hormonlar çocuklardaki cinsiyete uygun davranışları (sex-typed behaivor) etkileyebilir.[122] Bu hipotez memeli hayvanlar üstünde yapılan çok fazla sayıda yapılan deneysel çalışmalar sonucu ortaya atılmıştır. Benzer etkilerin insanlardaki nörodavranışsal gelişiminde görülmesi uzmanlar arasında büyük bir tartışma konusu olmuştur.[123] Son yapılan çalışmalar doğum öncesi maruz kalınan androjenin çocuklardaki cinsiyete uygun davranışları etkilediğine dair kanıtlar bulmuştur.[123]
Doğum öncesi maruz kalınan hormonların işaretlerinden biri işaret parmağı uzunluğunun yüzük parmağı uzunluğuna oranıdır. (Erkekler kızlara göre daha düşük 2D;4D oranına sahiptir.) Bağımsız araştırmalar lezbiyen kadınların daha maskülenleşmiş (daha düşük) 2D;4D oranlarına sahip olduğunu bulmuştur.[124][125][126][127][128][129][130][131][132][133] Bu efekt henüz heteroseksüel ve eşcinsel erkeklerde gözlenmemiştir.[134] Ama bu parmak oranlarının doğum öncesi androjenlerle bağlantılı olduğu tartışmalıdır.[135] Başka doğum öncesi faktörlerde bunda rol oynayabilir. Bazı araştırmalar bu hipotezi desteklerken diğerleri desteklememiştir.[135]
CAH hastaları (congenital adrenal hyperplasia, fetüs gelişirken yüksek androjen seviyelerinde oluşan otozomal resesif bir hastalık) anne karnında aşırı androjen hormonuna maruz kalmalarından dolayı değişen seviyelerde bir maskülenleşmiş vücuda ve daha çok maskülenleşmiş davranışlara sahiptir. Araştırmalar CAH hastalarının, kontrol grubundaki kadınlara göre daha çok eşcinsel ya da biseksüel yönelime sahip olduğunu göstermiştir.[136] Geçmişte düşük yapmayı engellemek için kullanılan bir ilaç olan beyaz billur tozunun (diethylstilbestrol (DES)) kadınların cinsel yönelimiyle olan ilişkisi incelenmiş, anne karnındayken DES'e maruz kalmış kadınların kontrol grubundaki kadınlara göre daha yüksek oranda (%17'ye %0) eşcinsel birliktelik yaşadıklarını rapor edilmiştir. Ama DES kadınlarının büyük çoğunluğu tümüyle heteroseksüel yönelime sahip olduğu belirtilmiştir.[137] CAH ve DES çalışmaları doğum öncesi hormonal teoriyi bir parça desteklemektedir ama sadece eşcinsel kadınların küçük bir bölümünün eşcinselliğini açıklamaktadır.
Kadınlar düşük frekanstaki sesleri erkeklere göre daha iyi duyarlar ve iç kulaklarındaki kokleadan ürettikleri oto-akustik emisyon (OAE), erkeklere göre daha yüksektir. Erkeklerin düşük frekanstaki sesleri algılamada daha kötü ve ürettikleri OAE'nin daha düşük seviyede olmasının sebebinin anne karnında daha fazla androjen hormonuna maruz kalmalarından dolayı olduğu düşünülmektedir. Dennis McFadden tarafından yapılan bir araştırma (1998) lezbiyen ve biseksüel kadınların ürettikleri OAE seviyesinin heteroseksüel kadınlara göre daha düşük (daha maskülenleşmiş) olduğunu bulmuştur. Ama heteroseksüel, eşcinsel ve biseksüel erkekler arasında önemli bir farklılık bulunamamıştır.[138]
Blanchard ve Klassen (1997), her büyük erkek kardeşin bir erkeğin gay olma ihtimalini bir önceki erkek kardeşinkinin yaklaşık yüzde 33'ü kadar arttırdığını rapor etmiştir.[139][140] Bu oran, cinsel yönelimle ilgili yapılmış araştırmalarda tanımlanmış en güvenilir epidemiyolojik değişkenlerden biridir.[141] Bu bulgular sonucunda erkek fetüslerin, her erkek çocuk doğurdukça güçlenen annesel bağışıklık sistemini tetiklediği öne sürülmüştür. Bu anne immün hipotezi, erkek fetüsteki hücrelerin hamilelik ya da doğum sırasında annenin dolaşımına girmesiyle başlar.[142] Erkek fetüsler, omurgalıların seksüel olarak farklılaşmasında rol oynadığı neredeyse kesin olarak bilinen HY antijenlerini üretir. Bu Y bağlantılı proteinler annenin bağışıklık sistemi tarafından tanınmaz çünkü annenin cinsiyeti dişidir. Bu tanınmazlık yüzünden anne plazental duvardan fetal bölüme kadar ulaşan antikorlar üretir. Bu anti-erkek antikorlar gelişen fetal beynin kan/beyin duvarını aşar ve beynin cinsel yönelimle bağlantılı, cinsiyete göre dimorfik yapılarını değiştirir. HY antijenlerinin beynin maskülenleşmesindeki kabiliyetini azaltan HY antikorları, erkek bebeğin büyüdüğünde kadınlardan çok erkeklere ilgi duyma ihtimalini arttırır.[139][142] Buna doğum sırası efekti denir. Doğum sırası efekti, yaklaşık her 7 eşcinsel erkekten birinin eşcinselliğini açıklamaktadır.[143] Kadınların cinsel yöneliminde ve büyük kız kardeşlere sahip olmakta doğum sırası efektinin herhangi bir etkisi olduğu gözükmemektedir.[144][145]
Sol yanlı olma ihtimali eşcinsel kişilerde artmaktadır. Önceki çalışmaların meta-analizinde[146] eşcinsel erkeklerin sol yanlı olma ihtimalinin heteroseksüel erkeklerinkinin %34'ü kadar daha fazla olduğu, eşcinsel kadınların sol yanlı olma ihtimalininse heteroseksüel kadınlarınkinin neredeyse iki katı (%91) olduğu bulunmuştur.[146] Blanchard ve meslektaşları (2006) doğum sırası efektiyle el yanlılık arasında bağlantı kurmuş, doğum sırası efektinin sadece sağ yanlı erkekler için geçerli olduğunu iddia etmiştir.[147]
1991'de Simon LeVay, hipotalamustaki INAH1, INAH2, INAH3 ve INAH4 adı verilen 4 nöron grubunu incelemiştir. Beynin bu bölümünü önemlidir çünkü bu bölümün hayvanların cinsel davranışlarının düzenlenmesinde rol oynadığı kanıtlanmış ve INAH2 ve INAH3'ün erkeklerde ve kadınlarda farklılık gösterdiği rapor edilmiştir. Araştırma, AIDS yüzünden ölen 19 eşcinsel erkekten, cinsel yönelimleri bilinmeyen ama araştırmacılar tarafından heteroseksüel varsayılan, 6'sı AIDS'ten ölen 16 erkekten, yine araştırmacılar tarafından heteroseksüel varsayılan, 1'i AIDS'ten ölen 6 kadından oluşmaktaydı. Simon LeVay, heteroseksüel erkeklerdeki INAH3'ün büyüklüğünün, eşcinsel erkek ve heteroseksüel kadınlarınınkinin iki katı kadar olduğunu bulmuştur.[148]
2001'de William Byne ve meslektaşları aynı araştırmayı 14 HIV pozitif eşcinsel erkek, heteroseksüel varsayılan 34 erkek (10 HIV pozitif) ve heteroseksüel varsayılan 34 kadın (9 HIV pozitif) üstünde tekrar yapmıştır. Araştırmacılar INAH3'ün büyüklüğünün heteroseksüel erkek ve kadınlarda önemli derecede farklılık gösterdiğini bulmuştur. Eşcinsel erkeklerinkinin görünüşte heteroseksüel erkeklerinkinden küçük, heteroseksüel kadınlarınkinden büyük olduğu bulunmuştur. Ama bu farklılığın tam olarak istatistiksel bir öneme sahip olmadığı tespit edilmiştir. Byne ve meslektaşları aynı zamanda INAH3'ün ağırlığını ve nöronlarının sayılarını da ölçmüştür. INAH3'ün ağırlığının sonuçları büyüklüğününkilerine benzer çıkmıştır. Heteroseksüel erkeklerdeki INAH3'ün ağırlığı, heteroseksüel kadınlarınkine göre önemli ölçüde daha yüksek çıkarken, eşcinsel erkeklerin sonuçları, heteroseksüel erkek ve kadınların arasında çıkmıştır. Ama farklılığın önemli derecede olmadığı görünmüştür. INAH3'teki nöron sayılarında kadın ve erkekler arasında farklılık bulunurken cinsel yönelimle bağlantılı bir farklılık bulunamamıştır.[149]
Erkek terindeki testosterondan elde edilen androstadienin (AND) ve hamile kadınların idrarında bulunan östrojene benzeyen estratetraenolinin (EST) insanlardaki feromon olduğu düşünülmektedir. AND ve EST'in kişinin cinsel yönelimine bağlı olarak ön hipotalamustaki nöral devreleri aktivite ettiği gözlenmiştir. Ön hipotalamus üreme fonksiyonların sürecinde rol oynamaktadır ve son kanıtlar ön hipotalamusun cinsel davranış ve cinsel tercihte rol oynayan hormonal ve duyumsal ipuçlarını birleştirmede yardım ettiğini öne sürmektedir. 2005'te İvanka Savic ve ekibi yaptığı araştırmada erkeklik kimyasalı AND'ın heteroseksüel erkeklerin beyninin olfactory bölgesini (koklama duyusuna ait bölge), eşcinsel erkek ve heteroseksüel kadınlarınsa hipotalamus bölgesini aktivite ettiği bulunmuştur. Kadınlık kimyasalı EST'inse eşcinsel erkek ve heteroseksüel kadınların olfactory bölgesini, heteroseksüel erkeklerinse hipotalamus bölgesini aktivite ettiği bulunmuştur.[150] Aynı ekibin 2006'da yaptıkları bir araştırmada lezbiyen kadınların beyinlerinin verdiği tepkilerin heteroseksüel kadınlardan farklı olup heteroseksüel erkeklerinkine bir parça benzediği ama bu benzerliğin heteroseksüel kadınlar ve eşcinsel erkekler arasındaki benzerlik kadar güçlü olmadığı bulunmuştur.[151] Yine aynı ekibin 2008'de yaptığı bir araştırmada eşcinsel erkek ve heteroseksüel kadınların beyin yarımkürelerinin ortalama olarak simetri gösterdiği ama lezbiyen kadın ve heteroseksüel erkeklerin beyinlerinin asimetri gösterdiği, beyinlerinin sol yarımkürelerinin sağ yarımküreye göre bir parça daha büyük olduğu bulunmuştur.[152]
2003'te Qazi Rahman tarafından yapılan bir araştırma, lezbiyen kadınların irkilme tepkisinin (yüksek bir ses gibi beklenmedik bir uyarı karşısındaki göz kırpma refleksi) heteroseksüel kadınlarınkine göre önemli ölçüde daha fazla maskülenleşmiş olduğunu bulmuştur. Bu araştırma, irkilme tepkisinin beynin limbik sistemi tarafından kontrol edilmesinden ve limbik sisteminin aynı zamanda cinsel davranışları da kontrol etmesiyle bilinmesinden dolayı kadınların cinsel yöneliminin en azından limbik sistemle bağlantılı olduğuna dair güçlü bir kanıt içermektedir.[153]
1997'de Sanders ve Ross-Field doğum öncesi hormonların cinsel yönelimle bağlantılı fonksiyonel beyinsel asimetrilere yol açtığını öne sürmüştür. Bilişsel görevler seksüel olarak dimorfik olarak bilinir. Kadınların sözlü yeteneklerinin erkeklere göre daha gelişmiş olması indirgenmiş lateralizationla (bir fonksiyonun beynin sağ veya sol yarımküresinde yerleşik olması prensibi), erkeklerin uzaysal görevlerde kadınlara göre daha başarılı olması da belirgenleşmiş lateralizationla bağlantılıdır. Fonksiyonel beyinsel asimetriyi ölçen Vincent Mekanik Diyagramlar testinde hem eşcinsel erkekler hem heteroseksüel kadınlar heteroseksüel erkeklerden daha düşük skorlar elde etmiştir. Sözel performansı ölçen Wechsler Yetişkin Zeka Ölçeği'nde ise heteroseksüel kadın ve eşcinsel erkekler, heteroseksüel erkeklere göre daha yüksek skorlar elde etmiştir. Cinsiyete göre farklı sonuçlar elde edilmesi beklenen birkaç testte de eşcinsel erkeklerle heteroseksüel kadınların sonuçları istatistiksel olarak birbirinden farklılık göstermezken, heteroseksüel erkeklerin sonuçları farklılık göstermiştir.[154]
2003'te Chicago Üniversitesi'nde yapılan bir araştırmada, eşcinsel erkeklerin beyni serotoninin geri alımını inhibite eden fluoksetine heteroseksüel erkeklerinkine göre farklı tepki verdiği, hipotalamuslarındaki glikoz metabolizmasının heteroseksüel erkeklere göre önemli ölçüde daha az olduğu bulunmuştur. Prefrontal korteks ve singulat korteks dahil olmak üzere beynin diğer bölgelerinde de ölçülen aktivasyonda da farklılıklar bulunmuştur.[155]
2007'de Chicago'da yapılan bir araştırmada erkek meyve sineklerinin beyinlerinin cinsellikle ilgili bölgelerindeki bir gen değiştirilerek eşcinsel davranış göstermesi sağlanmıştır. Genin mutasyonundan sonra sinapsis adı verilen sinir hücreleri bağlantılarının güçlenmesi nedeniyle erkek meyve sinekleri diğer meyve sineklerinin erkek mi dişi mi olduğunu anlamaya yarayan “feromon” adlı kimyasal kokuları ayırt edememiş, hem dişi hem de diğer erkek meyve sineklerine kur yapmıştır.[156]
Birçok türde seksüel farklılaşmanın belirgin bir özelliği preoptik hipotalamustaki seksüel dimorfik çekirdeğin (SDN) varlığıdır. SDN, erkeklerde dişilere göre daha büyüktür. Evcil koçların çoğunluğu dişi koyunlara ilgi duyarken, yaklaşık yüzde 8'i diğer koçlara ilgi duymaktadır. Roselli ve meslektaşları koyunların SDN'sini (kSDN) incelemiş, eşcinsel koçların kSDN'sinin, heteroseksüel koçlara göre daha küçük, dişi koyunlarınkine ise benzer olduğunu bulmuştur. Ayrıca kSDN'in nöronlarının aromataz aktivitesi, eşcinsel koçlarda heteroseksüel koçlara göre daha küçük olduğu bulunmuştur.[157]
Amerikan Pediatri Akademisi'nin 2004'teki açıklaması şu şekildedir:[94]
“ | Herhangi bir cinsel yönelimin gelişiminin mekanizmaları belirsizliğini sürdürmektedir ama şu anki kaynaklar ve bu alandaki çoğu uzman cinsel yönelimin bir tercih/seçim olmadığını belirtmektedir. Kişi eşcinsel ya da heteroseksüel olmayı kendisi seçmemektedir. Cinsel yönelimle ilgili çeşitli teoriler ortaya atılmıştır. Cinsel yönelim muhtemelen tek bir faktör tarafından değil, genetik, hormonal ve çevresel faktörlerin etkileşimiyle oluşmaktadır. Son 10 yılda biyolojik temelli teoriler uzmanlar tarafından daha çok benimsenmiştir. İnsanların cinsel yöneliminin kökeniyle ilgili tartışmalar ve belirsizlik devam etmekle beraber ailenin yetiştirme şeklinin, cinsel tacizin ya da yaşanan kötü olayların cinsel yönelime etki ettiğine dair bilimsel bir kanıt yoktur. Şu anki bilgiler cinsel yönelimin erken çocukluk döneminde kurulduğunu göstermektedir. | „ |
Amerikan Psikiyatri Kurumu, Amerikan Psikologlar Birliği ve Sosyal İşçilerin Ulusal Kurumunun 2006'daki açıklaması şu şekildedir:[158]
“ | İnsanların heteroseksüel, eşcinsel ya da biseksüel olmasına yol açan özel faktörler (biyolojik, psikolojik, ebeveynlerin cinsel yönelimi) hakkında ortak bir bilimsel görüş yoktur ama mevcut kanıtlar gay ve lezbiyenlerin çok büyük bir çoğunluğunun heteroseksüel çiftlerin yetiştirdiği ailelerden geldiğini, eşcinsel çiftlerin yetiştirdiği çocuklarınsa çok büyük bir çoğunluğunun heteroseksüel olduğunu göstermektedir. | „ |
Kraliyet Psikiyatrlar Derneği'nin 2007'deki açıklaması şu şekildedir:[5]
“ | Neredeyse bir yüzyıl boyunca yapılan psikoanalitik ve psikolojik spekülasyonlara rağmen ailenin yetiştirme şeklinin ya da erken çocukluk deneyimlerinin kişide heteroseksüel ya da eşcinsel yönelimin oluşmasında bir rolü olduğuna dair önemli bir kanıt bulunamamıştır. Cinsel yönelim doğada biyolojik olarak görünebilir, genetik faktörlerin kompleks etkileşimi ve erken rahim ortamı tarafından belirlenebilir. Bu yüzden cinsel yönelim bir seçim değildir ama cinsel davranış açıkça bir seçimdir. | „ |
Amerikan Psikiyatri Kurumunun açıklaması şu şekildedir:[99]
“ | Hiç kimse heteroseksüellik, eşcinsellik ve biseksüelliğin nasıl oluştuğunu bilmemektedir. Önceden eşcinselliğin aileyle yaşanan kötü deneyimler ya da yanlış bir psikolojik gelişme yüzünden oluştuğu düşünülmüştür ama bu varsayımlar yanlış bilgiye ve önyargıya dayanmaktadır. | „ |
Amerikan Psikiyatri Kurumu, Amerikan Psikologlar Birliği, California Psikologlar Birliği ve Sosyal İşçilerin Ulusal Kurumu 2007'deki açıklaması şu şekildedir:[158]
“ | Birçok araştırma genetik, hormonal, gelişimsel, sosyal ve kültürel faktörlerin cinsel yönelim üstündeki etkisini incelemesine rağmen, bilim adamların cinsel yönelimin özel bir faktör ya da faktörler tarafından belirlendiği sonucuna ulaşmasına izin veren bir bulgu yoktur. Bu araştırmaların bazıları cinsel yönelimin gelişimini daha iyi anlamaya olanak tanıyabilir ama cinsel yönelimin nedenini veya nedenlerini bulmada sonuca ulaşmaya yardım etmez. | „ |
Gay amca hipotezi, çocuklara sahip olmayan insanların belki de aile genlerini sonraki nesillere yakın akrabalarının çocuklarına kaynaklar sağlayarak (yemek, gözetleme, savunma, barınak sağlama gibi) aktarabileceğini öne sürmektedir. Bu hipotez akraba seçilimi teorisinin genişletilmiş halidir. Akraba seçilimi aslında uyumsuzluk gibi görünen belli fedakâr aktiveleri açıklamak için geliştirilmiştir. İlk fikir 1932'de J. B. S. Haldane tarafından ortaya atılmış sonra John Maynard Smith, W. D. Hamilton ve Mary Jane West-Eberhard da dahil olmak üzere başkaları tarafından detaylandırılmıştır.[159] Bu fikir aynı zamanda belli sosyal böceklerinin çoğu üremeyen üyelerinin paternlerini açıklamak için de kullanılmaktadır.
2008'deki bir çalışmada, araştırmacılar açıklamasında “Genlerin eşcinselliği etkilediğine dair önemli kanıtlar bulunmaktadır. Düşük başarılı üreme şansı getiren eşcinselliğin popülasyonda nispeten yüksek sıklıkta nasıl devam ettiği bilinmemektedir." demiştir. Araştırmacılar eşcinselliğe yatkın genlerin heteroseksüellere çiftleşme avantajı verdiğini bununda eşcinselliğin evrimini ve popülasyonda devam etmesini açıklayabileceğini öne sürmüştür.[160] 2009'daki bir araştırma, eşcinsel erkelerin anne tarafındaki kadın akrabalarındaki doğurganlığın fazla olduğunu bulmuştur.[161]
Bailey ve Zuk hayvanlardaki eşcinsel davranışların uyumlu olduğuna dair birkaç hipoteze atıfta bulunmuştur. Bu hipotezler farklı türlerde fazlasıyla değişiklik göstermektedir. Bailey ve Zuk aynı zamanda ilerdeki araştırmaların eşcinsel davranışın kökeninden daha çok evrimsel sonuçlarının araştırmasını tavsiye etmiştir.[162]
Cinsel yönelimi değiştirme eforları (SOCE), eşcinsel ya da biseksüel yönelimi heteroseksüelliğe dönüştürmeyi amaçlayan metotlardır.[11] Bu eforlar davranışsal teknikleri (örneğin onarım terapisi), psikoanalitik teknikleri, tıbbi yaklaşımları ve dinsel ve ruhsal yaklaşımları içerebilir. Dünyanın bazı yerlerindeyse “düzeltici tecavüz” (lezbiyen kadınlara heteroseksüelliğe dönmesi için yapılan tecavüz) gibi cinsel şiddetleri içerebilir.[163]
SOCE'nin kişinin cinsel yönelimini değiştirmeyi başarıp başarmadığına dair bilimsel kesinliği gösteren bir araştırma yoktur. SOCE, dini kuruluşların benimsediği değerlerle LGBT hakları kuruluşları, profesyonel ve bilimsel kuruluşlar arasındaki gerginlik yüzünden tartışmalıdır.[11] Davranışsal ve sosyal bilimlerin ve ruh sağlığı uzmanlık alanlarının uzun süredir olan ortak görüşü eşcinsellik ve biseksüelliğin insan cinselliğinin normal ve pozitif bir varyasyonu olduğu ve bu yüzden eşcinsellik ve biseksüelliğin bir ruh hastalığı olarak kabul edilmediğidir.[11] Amerikan Psikiyatri Kurumunun açıklaması “Çoğu insan kendi cinsel yönelimlerinde az miktarda tercih hissini deneyimler ya da hiç deneyimlemez.” şeklindedir.[164] Bazı kişiler ve gruplar eşcinselliği gelişimsel bozukluk ya da dini ve ahlaki çöküş olarak tanıtmakta ve psikoterapi ve dini eforları içeren SOCE'nin kişinin eşcinsel hislerini ve davranışlarını değiştirebileceğini iddia etmektedir. Bu kişiler ve grupların birçoğu eşcinselliğin aşağılayıcı, utanç verici bir şey olduğunu desteleyen dini, politik akımlardan olduğu gözlenmektedir.[11]
Hiçbir önemli ruh sağlığı kuruluşu cinsel yönelimi değiştirme eforlarını uygun görmemiş, hemen hemen hepsi cinsel yönelimi değiştirmeyi amaçlayan tedavileri uyaran prensipleri benimsemiştir. Bu kuruluşlarda Amerikan Psikiyatri Kurumu, Amerikan Psikologlar Birliği, Amerika Birleşik Devletleri'deki Sosyal İşçilerin Ulusal Kurumu,[165] Kraliyet Psikiyatrlar Derneği,[166] ve Avustralya Psikologlar Derneği de yer almaktadır.[167] Kraliyet Psikiyatrlar Derneği, ABD'nin Ulusal Araştırma ve Terapi Derneği NARTH gibi kuruluşların bilim tarafından desteklenmemesi ve önerdiği sözde eşcinsellik tedavilerin önyargı ve ayrımcılığa zemin hazırlaması konusundaki endişelerini Amerikan Psikiyatri Kurumu ve Amerikan Psikologlar Birliği'yle paylaşmıştır.[166][168]
2012'de PanAmerikan Sağlık Örgütü (Dünya Sağlık Örgütü'nün Kuzey ve Güney Amerikan Kolu) insanların heteroseksüellik haricindeki yönelimlerini “tedavi” etmeyi amaçlayan servislerin tıbbi olarak doğrulanmamış olması ve insanların sağlığı için tehlikeli olması yüzünden uyarı niteliğinde bir açıklama yapmış, uzmanların ortak görüşünün eşcinselliğin insan cinselliğinin normal ve pozitif bir varyasyonu olduğunu ve eşcinselliğin patolojik bir durum olmadığını belirtmiştir. Dünya Sağlık Örgütü, eşcinsel çocukların kendi istemedikleri halde bu tedavilere gitmeye bazen zorlandıklarını, özgürlüklerinin elinden alındığı ve bazen aylarca izole edildiklerini belirtmiştir. PanAmerikan Sağlık Örgütü bu tür etik olmayan tedavilerin sağlık hizmetlerinin ve insan haklarının ihlalinden dolayı ihbar edilmesini ve ulusal yönetmelik altında yaptırım uygulanmasını önermiştir.[10]
Amerikan Psikiyatri Kurumunun açıklamasında “Bazı insanlar cinsel yönelimin doğuştan ve sabit olduğuna inanır ama cinsel yönelim kişinin yaşamı boyunca gelişir.” demiştir.[169] Bağımlılık ve Ruh Sağlığı Merkezi (Centre for Addiction and Mental Health) açıklamasında “Bazı insanların cinsel yönelimi hayatları boyunca sürekli ve sabittir ama başka insanların cinsel yönelimi esnek olabilir ve zaman içinde değişebilir.” demiştir.[170]
2004'te yapılan bir araştırma, heteroseksüel ve lezbiyen kadınların erkek-kadın, kadın-kadın, erkek-erkek erotik filmlerini izleyince gösterdikleri cinsel uyarılmaların birbirinden önemli ölçüde farklılık göstermediğini bulmuştur. Ama erkeklerde, heteroseksüel olanlar en çok kadın-kadın erotik filmlerinden uyarılırken eşcinsel olanlar en çok erkek-erkek erotik filmlerinden uyarıldığı gözlenmiştir. Araştırmacılar, kadınların cinsel arzularının erkekler kadar sert bir şekilde özel bir cinsiyete yönelmediği, zaman içinde daha değişmeye eğilimli olduğu sonucunu çıkartmıştır.[171]
Bilimsel araştırmalar gay ve lezbiyen çiftlerin yetiştirdiği çocukların heteroseksüel çiftlerin yetiştirdiği çocuklar kadar uyumlu, kabiliyetli ve psikolojik olarak sağlıklı olduğunu göstermektedir.[172][173][174] Bunun tersini gösteren bilimsel bir kanıt yoktur.[3][175][176][177][178]
Bir araştırmanın sonuçlarında gay ve lezbiyen çiftlerin çocuklarının çoğunluğunun heteroseksüel kimlikli olmasına rağmen kısmen genetik faktörler (Amerika Birleşik Devletleri'ndeki eşcinsel çiftlerin çocuklarının %80'i kendi biyolojik çocuklarıdır.[179]) ve aile sosyalizasyon süreci yüzünden (çocukların daha toleranslı okulda okuması, daha az heteroseksist çevre ve sosyal şartlarda yaşaması) geleneksel olarak cinsiyetlere yüklenen davranışları daha az gösterdiği ve homoerotik birlikteliklere daha açık olmaya eğilimli oldukları öne sürülmüştür.[180] 2005'te Charlotte J. Patterson'ın Amerikan Psikiyatri Kurumu için yaptığı araştırmada gay ve lezbiyen çiftlerin yetiştirdiği çocuklarda daha yüksek oranda eşcinsellik bulunamamıştır.[181] Başka bir araştırmanın sonuçlarında gay ve lezbiyen çiftlerin yetiştirdiği çocukların (özellikle lezbiyen çiftlerin yetiştirdiği kızlar) heteroseksüel olmayan kimlikleri daha çok benimsemeye eğilimli oldukları öne sürülmüştür.[182]
Çoğu ülke, reşit olan ve akraba olmayan kişilerin karşılıklı rıza hâlinde cinsel ilişki yaşamalarını yasaklamaz. Bazı ülkeler eşcinsel çiftlere heteroseksüellerle eşit haklar, korumalar ve evlilik dahil ayrıcalıklar vermektedir. Bazı ülkeler kişileri heteroseksüel birlikteliklerle kısıtlar, başka bir deyişle eşcinsel aktivite yasa dışıdır. Eşcinsel aktivite yapanlara, İran ve Nijerya'nın bazı bölgeleri gibi yerlerde aşırı tutucu Müslümanlar tarafından ölüm cezası verilebilir. Ama genelde resmi kurallarla cezanın gerçekte uygulaması arasında önemli farklılıklar vardır.
Eşcinsel davranış, batı toplumunun bazı ülkelerinde suç olmaktan çıkarılsa da (örneğin 1932'de Polonya, 1933'te Danimarka, 1944'te İsveç, 1967'de Birleşik Krallık) eşcinsellerin bazı gelişmiş ülkelerde kısıtlı sivil haklar edinmeleri 1970'in ortalarından sonra olmaya başlamıştır. 2 Temmuz 2009'da Hindistan, eşcinselliği suç olmaktan çıkarmıştır.[183] Bu konuda dönüm noktası Amerikan Psikiyatri Kurumunun 1973'te eşcinselliği Teşhis ve İstatistik Kılavuzu'ndan (DSM) çıkarmasıdır. Québec, 1977'de cinsel yönelim ayrımcılığını yasaklayan ilk eyalet olmuştur. 1980 ve 1990'larda çoğu gelişmiş ülke, eşcinsel davranışı suç olmaktan çıkarıp gay ve lezbiyenlere iş alanı, konaklama ve yapılan hizmetlerde ayrımcılık yapılmasını yasaklamıştır. Bugün, Orta Doğu ve Afrika’da birçok ülkede ve Asya ve Güney Pasifik’te de birkaç ülkede eşcinsellik suçtur. Altı ülkede eşcinsel davranış ömür boyu hapis cezasıyla cezalandırılır, on ülkede ise ölüm cezasını getirir.[184]
Eşcinsel evliliğe şu anda 28 ülkede izin verilmektedir. Hollanda 2001'de eşcinsel evliliği uygulayan dünyanın ilk ülkesiydi ve artık Almanya, Belçika, Güney Afrika, İspanya,İrlanda, Kanada ve Amerika Birleşik Devletleri'nde geçerlidir. İsrail'de, diğer ülkelerde yapılan eşcinsel evlilikler kabul edilmektedir, ama İsrail'de yapılan eşcinsel evlilikler yasal sayılmıyor.
Bazı diğer ülkeler, medeni birliktelikler kabul eden kanunlar uygulamaktadır. Bu medeni birliktelikler, eşcinsel çiftlere, karma çiftlerin yasal haklarına benzer haklar tanımak amacıyla uygulanıyor, örneğin vergi, miras ve göç hakkındaki yasal konularda. İskandinav ülkeleri, Avustralya, Birleşik Krallık, İsviçre, Avusturya ve Almanya medeni birliktelikleri kabul eden ülkelerdendir.
Medeni birliktelikleri ve evcil ortaklıkları kabul eden ABD eyaletleri ise şunlardır: 2000 yılında Kaliforniya ve Vermont, 2005'te Connecticut, 2006 da New Jersey, 2007 de Oregon ve 2008 de New Hampshire.
2006’da Amerikan Psikiyatri Kurumu, Amerikan Psikologlar Birliği ve Sosyal İşçilerin Ulusal Kurumu’nun California Yargıtayı’na yaptığı açıklama “Gay ve lezbiyenlerin kurdukları ciddi birliktelikler heteroseksüel birlikteliklere önemli açılardan birbirine denktir. Evlilik kurumunun sunduğu sosyal, psikolojik ve sağlık yararlarından eşcinsel çiftler yararlanamamaktadır. Eşcinsel çiftlerin evlenme hakkını reddederek eyalet, eşcinsellikle ilişkili tarihsel damgayı güçlendirmektedir. Eşcinsellik damgalanmaya devam etmektedir ve bu dalgalanma negatif sonuçlara yol açmaktadır.” şeklindedir. Ayrıca “Eşcinsel ve heteroseksüel çiftleri sivil evliliğin getirdiği yasal haklar, zorunluluklar ve yükümlülükler bakımından birbirinden ayırmayı gerektiğini gösteren bilimsel bir esas yoktur.” demiştir.[3]
Eşcinsellik gibi heteroseksüellik haricindeki yönelimlerin kabulünün oranı Asya ve Afrika ülkelerinde en düşük, Avrupa, Avustralya ve Amerika kıtasında en yüksektir. Batı toplumunun son 20-30 yılda eşcinselliği kabul oranı artmıştır.
Eşcinsellikle din arasındaki ilişki zamandan yere göre fazlasıyla değişmektedir. Dinler, eşcinselliğe genel olarak olumsuz yaklaşmaktadır. Bazıları eşcinsel yönelimin günah olduğunu belirtirken[185] diğerleri sadece eşcinsel aktivitenin günah olduğunu belirtmektedir.[186] Bazı dinler eşcinselliği kabul etmekte hatta eşcinselliği teşvik etmektedir.[187][188]
21. yüzyıla gelindiğinde birçok toplum cinselliği daha rahat ve açık bir şekilde tartışır hale geldi. İnsan cinselliğinin bir ifadesi olarak eşcinsellik kabul görmeye başladı ve bunun bir sonucu olarak eşcinsellikle ilgili hurafeler terk edilmeye başlandı.[92] Özellikle 1950 ve 60'larda yaygın olan, erkek eşcinsellerin zayıf ve kadınsı oldukları, lezbiyenlerin erkeksi ve saldırgan oldukları inanışları büyük oranda terk edildi.[92]
Eşcinsel zorbalığı heteroseksüel ya da cinsel yönelimi bilinmeyen bir kişinin lezbiyen, gay, biseksüel ya da transseksüel bir kişiyi sözlü ya da fiziksel olarak taciz etmesidir. 1998'de Ulusal Ruh Sağlığı Enstitüsü tarafından yapılan bir araştırmaya göre Amerika'daki gençler her 14 dakikada bir “homo”, “i.ne” ve “karı kılıklı” gibi anti-gay hakaretler duymaktadır.[189]
Birçok kültürde eşcinseller sıklıkla önyargı ve ayrımcılığa uğramaktadır. 2011'de Hollanda'da yapılan bir araştırmaya göre Hollanda gençliğinin %49'u ve Hollanda'daki başka ırklardaki gençlerin %58'i eşcinselliği reddetmektedir.[190] Eşcinseller diğer azınlık grupları gibi stereotipleştirilmektedir. Bunlar homofobi ve heteroseksizm (karşı cinsler arasındaki cinselliğin ve karşı cinsle olan birlikteliklerin lehine olacak şekilde negatif tutum, önyargı ve ayrımcılık) yüzünden olmaktadır. Heteroseksizm, herkesin heteroseksüel kabul edilmesi ve karşı cinse ilgi duymanın ve karşı cinsle olan birlikteliklerin norm olması ve bu yüzden üstün olduğu anlamını da içerir. Homofobi, eşcinsellere ya da eşcinselliğe karşı duyulan irrasyonel[191][192] nefret, korku, hoşnutsuzluk ya da ayrımcılıktır.[193][191][192] Homofobi farklı şekillerde gösterilir ve birçok farklı tiplerinin olduğu varsayılmaktadır. Bunların arasında içselleştirilmiş homofobi, sosyal homofobi, duygusal homofobi, rasyonelleştirilmiş homofobi ve diğerleri yer almaktadır.[194] Buna benzer olarak lezfobi(özel olarak lezbiyenleri hedef alma) ve bifobi (biseksüel insanlara karşı olma) kavramları da vardır. Bu tutumlar yüzünden işlenen cinayetler genel olarak nefret cinayeti ve eşcinsel zorbalığı olarak adlandırılır.
LGB'lerle (lezbiyen, gay ve biseksüel) ilgili stereotipler, LGB'lerin ciddi birliktelikler kuramadıkları, önüne gelen insanlarla cinsel ilişkiler kurdukları ve daha çok çocuklara tecavüz etme eğiliminde olduklarıdır. Ama bu iddiaları destekleyen bilimsel bir veri yoktur. Gay ve lezbiyenler ciddi birliktelikler kurabilmektedir ve bu birliktelikler heteroseksüel birlikteliklere önemli açılardan birbirine denktir.[3] Cinsel yönelim, kişinin çocuklara tecavüz etme olasılığını etki etmemektedir.[195][196][197]
Heteroseksüelliğe dönüşme isteği ile ilgili bazı analitik yaklaşım ve davranışçı terapiler mevcut olup başarıları oldukça şüphelidir. Bu terapiler eşcinselliği heteroseksüellikten daha az arzulanır hale getirmeye ya da eşcinsellikten alınan zevki azaltmaya yöneliktir ancak gerçekten iyi motive edilmiş bir grupta bile kişinin cinsel ve duygusal yöneliminin değiştirilemeyeceği ortaya çıkmıştır.[198]
Karşı cinsten insanların ilişkiye girdiği heteroseksüelliğin karşıtı olarak aynı cinsten insanların ilişkiye girdiği eşcinselliğin yer aldığı bir dizi toplumsal arenada heteroseksüelliğe ayrıcalıklı rol atfedilen[191] hetoreksizimi, eşcinsel bireye motive etmeye çalışmakta bireye hasta olarak bakış açısını ortaya çıkarmaktadır.
Saldırgan ve kınayan bir çevre, şifahi ve fiziksel suistimal, aile ve diğer insanlar tarafından reddedilme ve tecrit yüzünden, gey ve lezbiyen gençlerin intihar etmeleri, madde bağımlısı olmaları, okulda sorunlar yaşamaları ve yalnız kalmaları olasılığı daha yüksektir.[199]
Cinsellik ve cinsel yönelim, varlığın temel unsurları olarak kişisel kohezif duyguların ve dünyada rahat ediş düzeyinin önemli belirleyicileridir. Günümüzde eşcinselleri "onarma" ve cinsel yönelimlerini değiştirmeye çalışan ve bunu iddia eden müdahalelerin ise yararlılığına, işe yaradığına dair yeterli bilimsel bir çalışma bulunmamaktadır.[36] Ayrıca, eşcinsellik ve biseksüellik insan cinselliğinin normal ve pozitif çeşitlerinden biridir[36] ve yapılan çalışmalarda homoseksüelliğin hastalık veya anormallik olarak görmeye dair emprik veya bilimsel bir temel bulunamamıştır.[5][200]
Tıp ve psikoloji alanlarında eşcinsellik bir hastalık veya ruhsal bozukluk olarak kabul edilmese de, kapalı toplumlar genelinde eşcinselliğe hâlâ bir hastalık, ruhsal sorun ve din kurallarına göre sapıklık olarak bakılmakta ve eşcinsel bireyler dışlanmaktadır.[191] Özellikle bazı geleneksel ve manevi değerleri kuvvetli olan toplumlar eşcinsellere "öteki" olarak bakmaktadır. Bu toplumlarda cinsel roller daha çocukluktan itibaren belirlenmekte ve heteroseksüel ilişkinin dışındaki ilişkiler onaylanmamaktadır. Eşcinselliğin "insan doğasına aykırı" olduğu öne sürülmekte, insanın temel amacı olduğu varsayılan "üreme"ye ket vurduğu savunulmaktadır. Oysa bilim, cinsel kimliğin, insanın temel amaç ve/veya güdülerine etki etmediğini savunmaktadır.[201] Ayrıca, Antik Yunan-Roma kültüründe görüldüğü gibi geleneksel ve manevi değerleri kuvvetli ve ataerkil olan her toplum eşcinselliğe karşı değildir.
1998'de Matthew Shepard eşcinsel olduğu için Aaron McKinney ve Russell Henderson tarafından bir çite bağlanmış ve öldürülesiye dövülerek can vermiştir. Bu cinayet, nefret suçu kapsamlarına cinsel yöneliminde eklenmesine neden olmuştur. Lezbiyen kadınlara da heteroseksüelliğe dönmesi için tecavüz edilebilmektedir. Amerika'da FBI'ın raporlarına göre nefret cinayetlerinin %24'ü kişinin cinsel yönelimi yüzünden işlenmiştir. Bunların %56.7'si anti-eşcinsel erkek önyargısı, %11.1'i anti-eşcinsel kadın önyargısı, %29.6'sı cinsiyet gözetmeksizin anti-eşcinsel önyargısı yüzünden işlenmiştir.[202]
Saldırgan ve kınayan bir çevre, şifahi ve fiziksel suistimal, aile ve diğer insanlar tarafından reddedilme ve tecrit yüzünden, gey ve lezbiyen gençlerin intihar etmeleri, madde bağımlısı olmaları, okulda sorunlar yaşamaları ve yalnız kalmaları olasılığı daha yüksektir.[199]
Homofobiye bağlı intihar oranı özellikle eşcinsel gençlerde çok yüksektir. Birleşik Krallık'ta Stonewall adlı eşcinsel hakları örgütü tarafından yapılan bir ankete göre genç eşcinsellerin %17'si ölümle tehdit edilmiş ve %12'si cinsel istismar yaşamıştır.[203] Bazı araştırmalara göre İrlanda'da eşcinsel gençlerin üçte biri intihar etmeye çalışmış; İskoçya'da 15 ve 26 yaşları arası eşcinsellerin yarısı intihar etmeyi düşünmüş; Fransa'da 20 yaşın altındaki eşcinsel erkeklerin %27'si intiharı denemiş; İtalya'da eşcinsellerin %13'ü intihar etmeye çalışmıştır. Belçika'da 15 ve 25 yaşları arasındaki eşcinsel gençlerin intihar riski oranı diğer kişilere nazaran beş kat daha yüksektir.[204]Almanya'da 15 ve 27 yaşları arası eşcinsellerin %18'i en az bir kere intihar etmeyi denemiş, %66'sı kendi aileleri tarafından fiziksel veya sözlü istismar yaşamış, %27'si öğretmenler tarafından baskı görmüştür. 2007'de yapılan bir araştırmaya göre eşcinsellerin en az %30'da biri son 12 ay içerisinde hakarete maruz kalmış, tehdit edilmiş veya saldırıya uğramıştır.[205]
Bazı ülkelerde okullarda homofobiyi önlemek için çeşitli çalışmalar yapılmaktadır. Örneğin; İspanya'da DecideT adlı LGBT hakları grubu homofobik baskı ve yıldırmayı engellemek amacıyla bir rehber yayınlamıştır.[206] Batı Avrupa'da homofobi, sporda da çok yaygındır. Özellikle ragbi, futbol gibi maço kabul edilen spor camialarında çok sınırlı sayıda sporcu eşcinselliğini açığa vurmaya cesaret edebilmiştir.[207] Bunun istisnalarından futbolcu Justin Fashanu, 1990 yılında eşcinselliğini ilân ettikten sonra hayranlarından, ailesinden ve takım arkadaşlarının dışlama ve hakaretlerine maruz kalmıştır. Kardeşi John Fashanu, onu alenen kardeşlikten reddetmiştir.[208] Justin Fashanu 3 Mayıs 1998'de intihar etmiştir ve geride şu notu bırakmıştır:
« ...Suçlu olduğumu sanıyorum. Arkadaşlarımı ve ailemi daha çok utandırmak istemiyorum... Umut ediyorum ki çok sevdiğim İsa Mesih beni nezaketle karşılar, nihayet huzur bulurum.[209] »
Arnavutluk millî futbol takımının eski menajeri Otto Barić, kendi takımında eşcinsel bir futbolcunun yer almasına asla izin vermeyeceğini ilân etmiştir; 31 Temmuz 2007'de, UEFA tarafından homofobi nedeniyle 3.000 avro para cezasına çarptırılmıştır. Sporda homofobi sadece futbola has bir şey değildir. Eşcinsel olan Berlin belediye başkanı Klaus Wowereit, şehrin yerel buz hokeyi takımını olan Berliner Eisbäre'nın maçlarından birini seyretmeye gittiği zaman karşı takımın taraftarları "Hauptstadt der Schwulen, wir sind die Hauptstadt der Schwulen" ('İbnelerin başkenti') şeklinde tezahürat yapmıştır.[205]
Birçok ülkenin aksine yine birçok ülkede eşcinsellik veya erkek erkeğe seks, ilişki bir suç olarak kabul edilmektedir, fakat son yıllarda bu ülkelerin sayısı hızla düşmektedir.[210] Uluslararası Af Örgütü'ne göre 2022'den beri yaklaşık 67 ülkede eşcinselliğe ceza verilmektedir. Eşcinsel ilişki veya herhangi bir eşcinsel harekette bulunanlara idam cezası verilen ülkeler şunlardır: Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri, İran, Moritanya, Nijerya'nın kuzeyindeki bazı eyaletleri, Somali ve Yemen.
İnsanlarda zamanla bağışıklık sisteminin çökmesine neden olan bulaşıcı bir hastalık olan AIDS veya HIV de [211] insan bağışıklık yetmezliği virüsü (HIV); kan ve kan ürünlerinin, sperm veya diğer cinsel sıvıların şahıslar arası transferi ile bulaşır. Ayrıca plasenta ya da süt yoluyla hasta anneden bebeğine bulaşır.[211]
Bilinen ilk AIDS vakaları 1981'de ABD'nin New York ve Kaliforniya eyaletlerinde rapor edildi.[211] AIDS teşhisi konulan ilk şahısların çoğu hastalığı cinsel yolla kapan eşcinsel erkekler[211] ve şırıngaları ortak kullanan damardan alınan uyuşturucu bağımlılarıydı.[211]
Günümüzde dünyada HIV'in en yaygın bulaşma yöntemi "heteroseksüel" cinsel ilişkidir.[211] İlişki sırasında virüs vücuda vajinanın iç yüzeyi, penis, rektum ya da ağız yoluyla girer.
Hayvanlar aleminde de eşcinsel davranış sergileyen ya da eşcinsel ilişkiye giren canlılar mevcuttur.[212][213] Sosyal türlerde yaygın olan bu durum özellikle deniz kuşlarında ve memelilerinde, maymunlarda ve büyük insansılarda görülür. Eşcinsel davranış yaklaşık 1500 türde gözlemlenmiş, bunlardan yaklaşık 500'ü kapsamlı olarak incelenmiş ve dosyalanmıştır.[212] Bu keşif, eşcinselliğin "biyolojik geçerliliği ve doğallığı" ile ilgili tartışmalar ve eşcinselliğin birey tarafından alınmış bir "sosyal karar" olduğu tartışmalarını hararetlendirmiştir. Örneğin bazı erkek penguen çiftlerinin hayat boyu çiftleştiği, beraber yuva yaptığı ve yuvarlak taşları yumurta gibi kullandıkları bilinmektedir. 2004 yılında, ABD'nin Central Park Hayvanat Bahçesi'ndeki görevliler, eşcinsel bir erkek penguen çiftinin taştan yumurtasını döllenmiş gerçek bir yumurta ile değiştirmiş, penguen çift yavruyu kendi yavrularıymış gibi yetiştirmiştir. Bu penguenler cinsel ilişkiye girmekte, birbirlerine şarkı söylemekte ve dişi penguenleri şiddetle reddetmektedir.[214]
Drosophila melanogaster sineğinde hayvan eşcinselliğinin genetik kökleri ile ilgili çalışmalar yapılmıştır.[215] Bu çalışmalarda hayvanlarda eşcinsel birlikteliğin ve eşcinsel ilişkiye girmenin iki genden kaynaklanıyor olabileceği sonucuna ulaşılmıştır.[216] Bu genlerin feromonlar vasıtasıyla ve beyin yapısını değiştirerek davranışları kontrol ettiği düşünülmektedir.[217][218] Bu çalışmada çevresel faktörlerin sinek eşcinselliğindeki rolü de araştırılmıştır.[219][220]
Georgetown Üniversitesi profesörlerinden Janet Mann'ın teorisine göre eşcinsel davranış biçimi -en azından yunuslarda- özellikle erkek bireyler arasındaki tür içi agresyonu azaltan evrimsel bir avantajdır.[221] Bazı hayvan türlerinde doğum öncesinde eşcinselliğin mevcut olduğu yönündeki bazı bulgular, eşcinsel hakları konusunda sosyal ve politik sonuçlar doğurmuştur.[222]
20. yüzyılda ABD'de, "seks araştırmaları" adı altında, amacı cinsel ilişkileri incelemek olan bir sosyal ve davranış bilimi oluşturuldu. Araştırmacı Alfred Kinsey'in 1948'deki raporuna göre eşcinsel aktivite gerek erkek gerekse kadın ergen Amerikalılar arasında oldukça yaygındı. Örneğin erkek deneklerin %30'u bir şekilde eşcinsel aktivitede bulunduğunu belirtti. Yine erkeklerin %10'u, 16 - 55 yaşları arasında, uzun süreli (1 ila 3 yıl) eşcinsel ilişki yaşadığını belirtti. Aynı çalışmada kadınların yarısına yakını eşcinsel aktivitede bulunduğunu belirtti.[92] Kinsey'in metotları ve ulaştığı sonuçlar uzun yıllar tartışıldı. Yakın dönemde yapılan araştırmalarda Kinsey'inkilerden az ya da çok yüzdelere ulaşıldı. Örneğin 2003 yılında yapılan bir araştırmaya göre Norveçlilerin %12'si eşcinsel ilişkide bulunmuştur.[kaynak belirtilmeli]
Alfred Kinsey cinsel aktiviteleri LGBT ya da heteroseksüel olarak ayırmaktansa, geniş bir yelpaze üzerinde değerlendiriyordu. Bu yelpazenin en uç noktalarını LGBT ya da heteroseksüel olmanın en ileri düzeyleri oluşturuyordu. Biseksüellerin orta noktada bulunduğu kabul edilirse diğer bireylerin her biri bu yelpazenin sağında veya solundaki bir noktada yer alıyordu. Örneğin konuma bağlı eşcinsel aktivite (İng: situational homosexual activity), karşıt cinsin bulunmadığı hapishane gibi ortamlarda gerçekleşme eğilimindedir.[92]
Türkiye'de eşcinselliğin ve eşcinsel ilişkilerin çok eski tarihlere dayandığı bilinmekle birlikte[223] yine günümüzde Türkiye, dünyada homofobi'nin en yaygın olduğu ülkelerden biridir. Türkiye'de homofobi karşısında pek çok aktivist tarafından özgürlükçü ve eşitlikçi hareketler gerçekleştirilmekte ve önyargıların kırılması için uğraş verilmektedir.[224] Türkiye'de LGBT'lere karşı homofobinin çok yaygın olmasının temel nedenlerinden birisi Türk milletinde erkeklerin, erkeklik, yiğitlik, mertlik gibi kültürel kavramlarla övünmesi ve ataerkil bir toplum oluşundan kaynaklanmaktadır.[225] Türkiye'de homofobi daha küçük yaştayken çocuklara bilinçaltından öğretilir.[226] Örneğin; Erkek adam ağlamaz., Erkek adamın erkek çocuğu olur. gibi sözler küçük yaştan itibaren çocuklara söylenir. Bu sözler çocuklarda ister istemez bilinçaltında bir homofobi oluşturur.[227] Türkiye'de eşcinsellere çoğu zaman adları ile değil de bir takım isimlerle hitap ederler. Örneğin; top, ibne, nonoş, yumuşak gibi kavramlarla eşcinsellere hitap edilir. Bu yüzden Türkiye'de eşcinsellerin çoğu heteroseksüel gibi görünürler.[228] Türk televizyonlarında eşcinsel sahnelerin yayınlanmasına izin yoktur. RTÜK e2 ekranlarında yayınlanan bir dizide eşcinsel sahneler olduğu için diziye ceza vermiştir. Aynı şekilde RTÜK Digiturk Salon 2'de yayınlanan eşcinsel evlilik töreni ile ilgili bir sahne yayınlandığı için kanaldan savunma istemiştir.[229]
Yine Türkiye gibi Rusya da, homofobinin yaygın olduğu bir ülkedir. Rusya'da eşcinseller yürüyüş yapmaya çalışmış ve yaptıkları yürüyüşlerden dolayı tutuklanmışlardır.[230] 27 Mayıs 2007'de, gey ve lezbiyenlerden oluşan bir grup, Moskova Şehir Konseyi'ne yasaklanan gey onur yürüyüşünün serbest bırakılması için dilekçe vermeye çalıştıklarında aşırı milliyetçiler ve Ortodoks radikaller tarafından hakaret ve saldırıya uğradılar. Yetkililer 20 eşcinseli tutukladılar. Moskova belediye başkanı yürüyüşü "şeytanî bir hareket" olarak tanımladı.[231]
Avrupa'daki eşcinsellerin yakından takip ettiği Eurovision Şarkı Yarışması'nın 2009'da Moskova'da yapılacak olması, Rusya'daki eşcinselleri "Slavic Pride" adı altında bir onur yürüyüşü yapmaya cesaretlendirmişti. Ancak bu yürüyüşün yapılmasına izin verilmedi. 16 Mayıs 2009'da "yasadışı" şekilde toplanan göstericiler polis tarafından şiddet kullanılarak dağıtıldı, 40 kadar aktivist tutuklandı.[232] Rusya'da tabu olarak görülen eşcinsellik Rusya'daki Ortodoks Kilisesi tarafından da "günah" ilan edilmişti. Rusya'da eşcinsellik ruhsal hastalık kategorisinden ise, 1999 yılında çıkarılmıştı. Rusya'da eşcinsellik 1993 yılına kadar yasal suç olarak kabul ediliyordu.[233]
LGBT topluluğunu ifade eden lezbiyen, gey, biseksüel ya da transgender birliğini göstermek ve cinsel tercih, kimlik ve yönelimleri tanımlamak için semboller, bayraklar kullanılmakta, semboller cinsel yönelimine göre LGBT'ler için gurur, değerler ve tanımlamaları ifade eder.
Still, more than 80 percent of the children being raised by gay couples are not adopted, according to Gates.
This may be partly due to genetic and family socialization processes, but what sociologists refer to as "contextual effects" not yet investigated by psychologists may also be important...even though children of lesbian and gay parents appear to express a significant increase in homoeroticism, the majority of all children nonetheless identify as heterosexual, as most theories across the essentialistt" to "social constructionist" spectrum seem (perhaps too hastily) to expect.
claiming that homosexuality is an unchosen "condition," rather than a sin of the heart, contradicts the teaching of Scripture that both the desire and the act are sin.
Vikisözlük'te tanımlar | |
Commons'ta dosyalar | |
Vikisöz'de alıntılar |