Bu yazımızda Muhyiddin İbnü'l-Arabî'in büyüleyici dünyasını keşfedeceğiz. İster bir karakter, ister bir kavram, ister bir olay, ister önemli bir tarih olsun, Muhyiddin İbnü'l-Arabî tarihte silinmez bir iz bırakmış ve zaman içinde sayısız insanın merakını ve ilgisini uyandırmıştır. Sonraki birkaç satırda bunun kökenini, günümüz dünyası üzerindeki etkisini ve yaşamın çeşitli yönlerine ilişkin algımızı ve anlayışımızı nasıl şekillendirdiğini inceleyeceğiz. Yaşadığımız dünya üzerindeki etkisiyle heyecan verici bir yolculuğa çıkarken Muhyiddin İbnü'l-Arabî ile ilgili yeni ayrıntıları ve bakış açılarını keşfetmeye hazır olun.
Muhyiddin İbnü'l-Arabî | |
---|---|
![]() İbnü'l-Arabî'nin anonim bir resmi | |
Tam adı | Muhyiddin Muhammed bin Ali bin Muhammed el-Arabî et-Tâî el-Hâtimî |
Doğumu | 28 Temmuz 1165 Murcia, Endülüs (günümüzde İspanya) |
Ölümü | 10 Kasım 1240 (75 yaşında) Şam, Suriye, Eyyûbîler Devleti |
Milliyeti | Endülüslü |
Çağı | İslam'ın Altın Çağı |
Okulu | İslam |
İlgi alanları | Tasavvuf, Sufi metafiziği, Şiir |
Etkilendikleri | |
Diğer ad(lar)ı | Şeyhü'l Ekber |
Muhyiddin İbnü'l-Arabî (Arapça: مُحِي اَلدِّينْ اِبْنُ الْعَرَبِي; 28 Temmuz 1165 - 10 Kasım 1240) ya da tam adıyla Muhyiddîn Muhammed bin Ali bin Muhammed el-Arabî el-Hâtimî et-Tâî (Arapça: أَبُو عَبْدُ الله مُحَمَّدْ بِنْ عَلِي بِنْ مُحَمَّدْ بِنْ اَلْعَرَبِي اَلحَاتَمِي اَلطَّائِي), ünlü İslam düşünürü, mutasavvıf, yazar ve şair.[1] "Şeyhü'l Ekber" unvanı ile de bilinir.
Muhyiddin İbnü'l-Arabî, Muvahhidler döneminde, 28 Temmuz 1165'te Mursiye (Murcia), Endülüs'te doğdu. Bilinmeyen bir sebeple sekiz yaşında ailesiyle birlikte İşbiliye'ye taşındı. Ailesi, Arap Tayy kabilesine mensuptu ve akrabaları arasında tasavvufî bilgilere sahip kimseler bulunuyordu.[2]
İsminin sonunda yer alan el-Hâtimî et-Tâî, onun cömertliği ve hayırseverliğiyle ün kazanmış olan Taî kabilesine mensup Adî b. Hâtim et-Taî'nin kardeşi Abdullah b. Hâtîm et-Taî'nin soyundan geldiğini göstermektedir. Bu kabilenin Arap olması sebebiyle İbn Arabî ve ataları "Arabî" (Arab) diye tanınmıştır.[3]
Endülüs'te bir süre daha kaldıktan sonra çıktığı seyahatte Şam, Bağdat ve Mekke'ye giderek orada bulunan tanınmış âlim ve şeyhlerle görüşmeler yaptı. Babası, kendisindeki değişikliği fark ederek, onunla görüşmek isteyen filozof İbn Rüşd'e bahsetmişti.[4]
İbn Rüşd, gerçek bilginin akıl yoluyla elde edildiğini savunurken, İbnü'l-Arabî ise gerçek bilginin yalnızca akıldan doğmadığını, daha çok tasavvuf yoluyla elde edilebileceğini savunuyordu.[5] Daha sonra Sufizmi benimsedi ve hayatını manevî yola adadı.[4]
İbnü'l-Arabî, kendisine "Manevî annenim ve dünyevî annenin ışığıyım" diyen, 95 yaşından büyük Kordovalı Fatma adında bir kadına hizmet etti. Takvası ve tevekkülü ile bilinen bu kadın, onun üzerinde büyük bir etki bırakmıştır.[6]
İbnü'l-Arabî, ilk defa 36 yaşında İspanya'dan ayrıldı ve 1193'te Tunus'a geldi.[7] Tunus'ta bir yıl geçirdikten sonra 1194'te Endülüs'e döndü. Babası, onun Sevilla'ya gelmesinden kısa bir süre sonra öldü. Annesi de birkaç ay sonra öldüğünde, İspanya'yı ikinci kez terk etti ve iki kız kardeşiyle 1195'te Fas'ın Fez kentine gitti.[8]
1198'de İspanya'nın Córdoba şehrine döndü ve son kez 1200'de, Cebelitarık'tan geçerek İspanya'yı tamamen terk etti. Mağrip'te bazı yerleri ziyaret ettikten sonra 1201'de Tunus'tan ayrıldı ve 1202'de hac yaptı. Üç yıl Mekke'de yaşadı ve burada el-Fütûḥâtü’l-Mekkiyye (Arapça: اَلْفُتُوحَاتُ الْمَكِّيَّة) adlı eserini yazmaya başladı.
Mekke'de vakit geçirdikten sonra Suriye, Filistin, Irak ve Anadolu'ya seyahat etti.[1]
1204 yılında İbnü'l-Arabî, Selçuklu döneminde büyük tanınmış şeyhlerinden Mecdüddin İshak ile buluştu. Bu kez kuzeye yöneldiler; önce Medine'yi ziyaret ettiler ve 1205'te Bağdat'a gittiler. Bu ziyaret, ona Şeyh Abdülkâdir Geylânî'nin doğrudan öğrencileriyle tanışma fırsatı sundu.
İbnü'l-Arabî, âlim Ali bin Abdullah bin Câmî'yi görmek için Musul'u ziyaret etmek istediği için Bağdat'ta sadece 12 gün kaldı. Orada Ramazan ayını geçirdi ve et-Tenezzülâtü'l-Mevṣıliyye ile el-Celâl ve'l-Cemâl adlı eserlerini yazdı.[9]
Varlık birliği (Vahdet-i Vücud) öğretisinin baş sözcüsü olmakla birlikte, kendisinden sonra vahdet-i vücud görüşünü benimseyen sufiler için Muhyiddin İbnü'l-Arabî'nin lakaplarından olan Şeyh-i Ekber'e atıfla "Ekberî" sıfatı kullanılmıştır. Her ne kadar varlığın bir olduğunu kabul etmiş olsalar da, Ekberî sufiler bazı görüşlerinde farklılıklar sergilemişlerdir.
Mesela, Abdülkerim el-Cili ve Sadreddin Konevî, her ikisi de Ekberî olmakla birlikte, özgün görüşlere sahip olup başlı başına bir sufi metafiziği ve felsefesine sahip olan düşünürlerdir.
Muhyiddin İbnü'l-Arabî'ye, öğretisini benimseyenler tarafından Şeyh-i Ekber (en büyük şeyh), öğretisine karşı çıkanlar tarafından ise Şeyh-i Ekfer (en kâfir şeyh) gibi birbirine tamamen zıt lakaplar verilmiştir. Bu durum, İbnü'l-Arabî'nin İslâm tarihinde üzerine en sert tartışmaların yapıldığı kişilerden biri olduğunun göstergesidir.[10]
İbnü'l-Arabî'ye ait birçok görüş tartışılagelmiş, fakat üzerinde en çok durulan konu şüphesiz vahdet-i vücud düşüncesidir.[11]
İbnü'l-Arabî, vahdet-i vücud (varlığın birliği) anlayışı dolayısıyla panteizmi savunduğu, yani varlığın Tanrı olduğunu söylediği iddiasıyla hem bazı fakihlerden hem de bazı sûfîlerden ılımlı ve sert eleştiriler almıştır.[11]
Ancak Fusûsu'l-Hikem şârihlerinden Ahmed Avni Konuk, panteizmin vahdet-i vücud kavramından farklı olduğunu belirtir ve bu farkı 11 madde ile açıklar. Bu maddelerden ikisi şöyledir:
İbnü'l-Arabî'nin en sert eleştirmenlerinden biri, Hanbelî mezhebi geleneğinden gelen İbn Teymiyye'dir. İbn Teymiyye'ye göre vahdet-i vücud küfürdür, dolayısıyla onu savunanlar da kâfirdir.
Bazı tasavvuf ehilleri, Muhyiddin İbnü'l-Arabî'nin ulaştığı idrak ve ilâhî anlayış seviyesinin, peygamberler hariç, insanlığın gelebileceği en yüksek seviye olduğunu savunmaktadır. Tasavvuf çevrelerindeki genel kanaat, onun gelmiş geçmiş en büyük birkaç şeyhten biri olduğu yönündedir; bu da "Şeyh-ül-Ekber" yakıştırması ile paraleldir.
Muhyiddin İbnü'l-Arabî'nin öğretisinin ve anlayışının ancak onun seviyesinde olanlar tarafından anlaşılabileceği, yani cüz'î iradenin tamamen devre dışı bırakılması ile mümkün olabileceği ifade edilmiştir. Aksi hâlde, cüz'î iradeden tamamen kopamayan ve ilâhî iradeyle bütünleşemeyen bir kişinin, İbnü'l-Arabî'nin bu yöndeki söylemlerini dillendirmesinin bir manada yalan beyan olacağı belirtilmiştir.[13]
Adı veya Namı | Doğum ve Ölüm Tarihi | Hakkında |
---|---|---|
Fahreddin Irakî | 1213-1289 | |
Müeyyidüddin el-Cendi | ö. 1291 | |
Azîz Nesefî | ö. 1300 | |
Dâvûd-i Kayserî | ö. 1350 | Konevî'nin talebelerinden Kemâleddin Kâşânî'nin talebesidir. |
Sadeddin Fergânî | ö. 1300 | |
Abdürrezzak Kaşanî | ö. 1329 | |
Şebüsterî | 1288-1340 | |
Şeyh Bedreddin | 1359-1420 | |
Abdülkerim el-Cili | 1366-1424 | |
Molla Fenari | ö. 1430 | Babası, Konevî'nin halifelerindendir. |
Ni‘metullāh-ı Velî (Nûreddin Kirmanî) | 1330-1431 | |
Molla Câmî | 1414-1492 | |
Muhammed Kutbuddin İznikî | ö. 1450 | Molla Fenârî'nin talebesidir. |
Yazıcızâde Muhammed Efendi | ö. 1451 | Muhammediye adlı meşhur eserin müellifidir. |
Hacı Bayram Velî | ö. 1429 | Akşemseddin'in hocasıdır. |
Akşemseddin | ö. 1459 | Fatih Sultan Mehmed'in hocasıdır. Risâletü’n-Nûriyye ve Def'u Metâini's-Sûfiyye adlı eserlerinde İbn Arabî'nin görüşlerini savunmuştur. |
Abulvehhab Şa'rânî | 1493-1565 | |
Cemal Halvetî (Çelebi Halife) | ö. 1506 | İbn Arabî'nin iki beytini şerh etmiştir. |
İdris-i Bitlisî | ö. 1520 | Yavuz Sultan Selim'in resmi tarihçisidir. |
Sofyalı Bâlî Efendi | ö. 1552 | Füsûs şârihidir. |
Üftâde Muhammed Muhyiddin | ö. 1580 | Bursalı ve Celvetiyye tarikatı büyüklerindendir. |
Aziz Mahmud Hüdâyî | ö. 1629 | Üftâde'nin talebesidir. |
Nureddin Musliheddin Mustafa Efendi | ö. 1578 | |
İsmail Ankaravî | ö. 1631 | Meşhur Mesnevî şârihidir. |
Abdullah Bosnevî | ö. 1636 | Füsûs şârihidir. |
Sarı Abdullah Efendi | ö. 1660 | |
Gaybi Sun'ullah | ö. 1676 | Keşfü'l-Gıtâ adlı eserinde vahdet-i vücûdu açıklamaktadır. |
Karabaş Velî (Ali Alâeddin Atvel) | ö. 1685 | |
Atpazarî Osman Fazlı İlâhî | ö. 1690 | |
Niyâzî-i Mısrî | ö. 1693 | En yaygın ve meşhur tasavvufî divanın sahibidir. |
İsmail Hakkı Bursevî | ö. 1724 | |
Nasuhî Mehmet Efendi | ö. 1717 | |
Neccarzade Mustafa Rıza Efendi | ö. 1746 | |
Abdülaziz Debbağ | ö. 1717 | |
Abdülgani Nablusi | 1641-1731 | |
Kırımlı Selim Baba | ö. 1756 | |
Şah Velîullah Dehlevî | 1703-1762 | |
Abdullah Salâhî-i Uşşâkî | ö. 1781 | |
Ahmed İbn Acibe | 1747-1809 | |
Köstendilli Süleyman Şeyhî | 1750-1820 | |
Safranbolulu Mehmed Emin Halvetî | ö. 1867 | |
Harîrîzâde Seyyid Muhammed Kemâleddin | ö. 1881 | |
Abdülkadir el-Cezâirî | 1808-1883 | |
Muhammed Nûrü'l-Arabî | ö. 1887 | |
Ahmed Ziyâeddin Gümüşhânevî | ö. 1893 | Tercüme-i Cânibü'l-Garbî fî Halli Müşkilâti İbn Arabî adlı bir eseri vardır. |
Ahmed Amiş Efendi | 1807-1920 | |
Hüseyin Vassâf | 1872-1929 | Uşşâkî şeyhlerinden yazar. |
Abdurrahman Sâmi Uşşâkî | 1878-1935 | Halvetî-Uşşâkî şeyhlerindendir. İbn Arabî'nin bazı eserlerini tercüme ve şerh etmiştir. |
Ali Salâhaddin Yiğitoğlu | ö. 1937 | Ahmed Avni Konuk ve Yakub Han Kaşgârî ile birlikte Osmanlı'nın son Füsûs şârihlerindendir. İbn Arabî'nin Füsûsu'l-Hikemini ve İbn Fârız divanını Türkçeye tercüme ve şerh etmiştir. Eserleri basılmamıştır. |
Ahmed Avni Konuk | 1868-1938 | İbn Arabî'nin Füsûsunu hem tercüme hem şerh etmiştir. Ayrıca Mevlânâ'nın Mesnevîsini ve Fahrüddin Irakî'nin Lem'âtını da Türkçeye tercüme etmiştir. |
Hüseyin Şemsî Ergüneş | 1872-1968 | Muhammed Nûr'ül-Arabî'nin talebelerindendir. Çok sayıda tercümesinden sadece azı günümüz Türkçesine aktarılmıştır. |
Lütfi Filiz | 1911-2007 |
Nefahat'a göre, Bağdat ulemasından birisi Muhyiddin İbnü'l-Arabî üzerine bir kitap telif etmiş ve bu kitapta onun eserlerinin 500'den fazla olduğunu belirtmiştir. İbnü'l-Arabî'nin eserlerinin sayısının kendisine de malum olmadığı söylenir. Hayatında, dostlarının isteği üzerine birkaç defa bunların fihristini çıkarmak istemiştir.[14] Bu fihristler birbirinden ayrı üç yazma hâlinde günümüze ulaşmıştır.
Bugüne gelenlerin bazıları:
2014-2019 yılları arasında TRT 1'de yayınlanan Diriliş Ertuğrul dizisinde İbnü'l-Arabî karakterini Osman Soykut canlandırmıştır.