Bu yazımızda çeşitli disiplinlerin dikkatini çeken ve günümüz toplumunda büyük ilgi uyandıran Realizm (uluslararası ilişkiler) konusunu derinlemesine inceleyeceğiz. Realizm (uluslararası ilişkiler) uzun süredir tartışma ve çalışma konusu olan bir konudur ve alaka düzeyi bugün hala açıktır. Bu makale boyunca, Realizm (uluslararası ilişkiler)'in kökeninden günlük yaşam üzerindeki etkisine ve geleceğe yönelik olası sonuçlarına kadar çeşitli yönlerini inceleyeceğiz. Realizm (uluslararası ilişkiler)'in eksiksiz bir görünümünü sağlamak için olumlu ve olumsuz yönlerinin yanı sıra kişisel, sosyal ve küresel düzeyde olası sonuçlarını analiz edeceğiz. Ek olarak, sürekli gelişen bu konuya güncel bir bakış sağlamak amacıyla Realizm (uluslararası ilişkiler) ile ilgili en son araştırmaları vurgulayacağız.
Realizm, uluslararası ilişkiler teorisi geleneklerinden biridir. Uluslararası anarşi ve güç politikası konularını merkeze alan Realizm felsefi olarak temelde Thomas Hobbes ve Niccolo Machiavelli’nin çalışmalarına dayanmaktadır.[1] Realizm bir uluslararası ilişkiler yaklaşımı olarak, 20. yüzyılda iki savaş arası dönemde ortaya çıkmıştır.[2]
Realizm temelde dört önermeye dayanan bir Uluslararası İlişkiler geleneğidir.[3]
Realistler insanların doğuştan iyiliğe eğilimli olmadığını, daha ziyade bencil ve rekabetçi olduğunu düşünürler. Realistlerin bu bakış açısı insan doğasını “bencil” olmasa bile “ben-merkezli” ve, bir arada var olmanın şartları mümkün olana kadar, çatışmacı kabul eder.
Devletler anarşik bir yapıya sahip olan Uluslararası Sistemde güvenliklerini sağlamak için güç birikimine ağırlık vermeye bir çıkar olarak vurgu yaparlar. Güç, burada öncelikle diğer devletleri zorlamak ve engellemek için gereken materyal kaynaklar açısından düşünülen bir kavram olarak kullanılmaktadır. Gücün kullanımı bir ulusal çıkarı elde etmek ya da ulusal çıkarı tehdit eden herhangi bir şeyi engellemek için başvurulan zorlayıcı taktik ve davranışlara vurgu yapar.
Realizmde devlet Uluslararası Sistemin en önemli aktörüdür ve bir devletin gücü onun askerî kapasitesi açısından değerlendirilir. Realizmin anahtar kavramlarından biri de gücün uluslararası dağılımıdır. Bu dağılım sistemin kutupsal durumunu diğer bir deyişle kutbiyetini belirtir. Uluslararası Sistemin kutbiyeti, sistem içerisindeki devlet bloklarının sayısını belirten bir kavramdır. Çok kutuplu bir Uluslararası Sistem, üç ya da daha fazla güç bloğundan oluşmaktadır. İki kutuplu bir sistem iki kutuptan oluşurken tek kutuplu sistem tek bir gücün ya da hegemonun tahakkümü altındadır. Tek kutuplu sistemde, Realizm, diğer devletlerin sistemin hegemonu konumundaki devlete karşı bir araya gelerek güç dengesi politikası uygulayacağını varsayar. Realizme göre her bir devlet kendi güvenliğini kesin olarak temin etmenin bir yolu olarak hegemonya kurma arayışında olsa da, aynı zamanda Uluslararası Sistemde bir hegemonyanın ortaya çıkmasını ona karşı dengeleme yaparak önleme önleme eğilimindedir.
Devletler elde ettikleri ve doğru kabul edilen bilgilerle rasyonel karar alma modelini uygularlar. Devletin gücü onun ulusal çıkarını ve egemenliğini belirler. Uluslararası Sistemde anarşinin hakim olması nedeniyle herhangi bir uluslararası otorite yoktur ve uluslararası sistemde devletler kendi güvenliklerini sağlamak için kendi haline bırakılmış durumdadır.
Realistlere göre egemen devletler uluslararası sistemin ana aktörleridir, ancak büyük güçlere, uluslararası düzeydeki etkilerinin büyüklüğü nedeniyle özel bir dikkat çekilmektedir. Uluslararası kuruluşlar, sivil toplum örgütleri, çokuluslu şirketler, bireyler ve devlet-altı ya da devlet ötesi oluşumların çok az bağımsız etki kapasitesine sahip olduğu varsayılır.
Realizm formal bir gelenek olarak Uluslararası İlişkiler disipline 2. Dünya Savaşı dönemine kadar girmese de, realizmin temel varsayımları daha önceden tasvir edilmiştir.[4]