Bu yazıda Sürdürülebilirlik'i farklı bakış açıları ve yaklaşım açılarından inceleyip analiz edeceğiz. Sürdürülebilirlik, çeşitli alanlarda ilgi ve tartışmalara yol açan, çelişkili görüşlere ve derin düşüncelere yol açan bir konudur. Bu sayfalar boyunca, tarihi ve evriminden çağdaş toplumdaki sonuçlarına kadar Sürdürülebilirlik'i oluşturan farklı yönleri inceleyeceğiz. Bugün bu kadar güncel olan bu konuya ilişkin kapsamlı ve ayrıntılı bir vizyon sunmak amacıyla bunun sosyal, ekonomik, kültürel ve politik alandaki sonuçları incelenecektir. Kapsamlı analiz yoluyla, Sürdürülebilirlik'e ve sonuçlarına ışık tutmaya, müzakere ve diyaloğu davet eden eleştirel ve yapıcı düşünceye kapı açmaya çalışıyoruz.
Sürdürülebilirlik daimi olma yeteneği olarak adlandırılabilir. 21. yüzyılda genel olarak biyosfer ve uygarlığın bu yeteneğine atfen kullanılır. Aynı zamanda, kaynakların sömürülmesi, yatırımların yönü, teknolojik gelişmenin yönlendirilmesi ve kurumsal değişimin uyum içinde olduğu ve insan ihtiyaçlarını ve isteklerini karşılayabilme potansiyelinin hem günümüzde hem de gelecek için korunduğu dengeli bir ortamda değişimin sağlanması olarak tanımlanabilir.[1] Bu alanda çalışanların birçoğu için, sürdürülebilirlik birbirine bağlı şu etki alanları ile tanımlanır: çevre, ekonomik ve sosyal; ve bunlar Fritjof Capra'ya göre Sistemsel Düşüncenin[2] prensiplerine dayanmaktadır.[3] Sürdürülebilir gelişmenin alt etki alanları kültürel, teknolojik ve politik olarak kabul edilir.[4][5] Bazıları için sürdürülebilir gelişme sürdürülebilirlik için ana prensip olmasına karşın diğerleri için bu iki terim paradoksaldır (ör. gelişme doğal olarak sürdürülebilir değildir).[6][7] Sürdürülebilir gelişme gelecek neslin ihtiyaçlarını karşılama yetisine zarar vermeden günümüzdeki ihtiyaçları karşılayabilen gelişmedir.[1] Sürdürülebilir Gelişme terimi Çevre ve Gelişme Dünya Komisyonu için Brundtland Raporu (1987) tarafından ortaya atılmıştır.
Sürdürülebilirlik, ortak bir idealin arayışıyla karakterize edilen sosyo-ekolojik bir süreç olarak da tanımlanabilir.[8] Bir ideal, tanım itibarıyla belirli bir yer ve zaman için ulaşılabilir değildir. Ancak, ısrarlı ve dinamik bir şekilde yaklaşarak, süreç sürdürülebilir bir sisteme yol açar.[8] Ekoloji bilimi, sürdürülebilirliğin, türlerin ve çevresindeki kaynakların dengesi ile sağlandığına inanmaktadır. Bu dengeyi sağlamak için, mevcut kaynaklar doğal yollarla üretimden daha hızlı tüketilmemelidir.
Sürdürülebilirlik kavramının geniş bir alana yayılan modern kullanımının tam olarak tanımlanması zordur. Esasen, sürdürülebilirlik, insanların uzun vadede sadece girdilerine güvenmeye devam edebilecekleri şekilde, doğal ve yenilenebilir kaynaklardan faydalanılması anlamına geliyordu.[9] Sürdürülebilirlik kavramı veya Almanca Nachhaltigkeit, Hans Carl von Carlowitz'e (1645-1714) kadar izlenebilir ve ormancılığa uygulanmıştı.[10]
Sağlıklı ekosistemler ve doğal çevre insanların ve diğer organizmaların hayatta kalması için gereklidir. Olumsuz insan etkisini azaltmanın yolları çevre dostu çevre mühendisi, kimya mühendisliği, çevre kaynakları yönetimi ve çevre korumadır. Yeşil hesaplama, yeşil kimya, yer bilimi, çevre bilimi ve koruma biyolojisi kullanılarak veriler elde edilir. Ekolojik ekonomi insan ekonomileri ve doğal ekosistemleri hedef alan akademik araştırma alanlarını inceler.[11]
Sürdürülebilirliğe doğru ilerlemek aynı zamanda uluslararası ve ulusal hukuk, kentsel planlama ve ulaşım, tedarik zinciri yönetimi, yerel ve bireysel yaşam tarzı ve etik tüketim konularını da ilgilendiren sosyal bir mücadeledir. Daha sürdürülebilir yaşamanın yolları, yaşam koşullarını yeniden düzenlemek (eko-köyler, eko-belediyeler ve sürdürülebilir şehirler), ekonomik sektörleri veya iş uygulamalarını yeniden değerlendirmek (permakültür, yeşil bina, sürdürülebilir tarım), yeni teknolojiler geliştirmek için bilimi kullanmak (yeşil teknolojiler, yenilenebilir enerji ve sürdürülebilir fisyon ve füzyon gücü) veya sistemleri esnek ve geri dönüşümlü bir şekilde tasarlamak[12][13] ve doğal kaynakları koruyan bireysel yaşam tarzlarını ayarlamak[14] gibi birçok şekil alabilir.
Sürdürülebilirlik terimi insan-ekosistem dengesinin (homoestaz) sağlandığı nihai hedef olarak görülmeli, "sürdürülebilir kalkınma" ise bizi sürdürülebilirliğin son noktasına götüren bütünsel yaklaşım ve zamansal süreçleri ifade eder. (305)[15] "Sürdürülebilirlik" teriminin kullanımındaki artan popülariteye rağmen, insan toplumlarının çevresel sürdürülebilirliği sağlama olasılığı, çevresel bozulma, iklim değişikliği, aşırı tüketim, nüfus artışı ve toplumların kapalı bir sistemde sınırsız ekonomik büyüme peşinde olması ışığında kuşkulu bir durumdaydı ve hala da böyle olmaya devam ediyor.[16][17]
2005 Dünya Sosyal Gelişme Zirvesi ekonomik gelişim, sosyal gelişim ve çevre koruma gibi sürdürülebilir kalkınma hedeflerini belirledi.[20] Bu görüş, sürdürülebilirliğin üç boyutunun karşılıklı olarak bağımsız olmadığı ve karşılıklı olarak bağlayıcı olabileceğini belirten birbiri içine geçmiş üç elipsin kullanıldığı bir resimde ifade edilmiştir.[21] Aslında, üç boyut birbirine bağımlıdır ve uzun vadede hiçbiri diğerleri olmadan var olamaz.[22] Üç boyut, son yıllarda özellikle gıda endüstrisinde sayısız sürdürülebilirlik standartları ve belgelendirme sistemi için ortak bir zemin teşkil etmektedir.[23][24] Bugün belirgin olarak bu sistemi benimseyen standartlardan bazıları Rainforest Alliance, Fairtrade ve UTZ Certified'dır.[25][26] Bazı sürdürülebilirlik uzmanları ve uygulayıcıları, sürdürülebilirliğin uzun-vade düşünme prensibini vurgulayacak şekilde, "gelecek nesiller"'i de bir boyut olarak öngörmüşlerdir.[27] Kaynak kullanımını ve finansal sürdürülebilirliği de iki ek sürdürülebilirlik boyutu olarak gören bir görüş de vardır.[28]
Sürdürülebilir gelişme, doğal çevreyi tahrip etmeden veya bozmadan temel insan ihtiyaçlarını karşılamak için yerel ve küresel çabaları dengelemekten oluşur.[29][30] O zaman soru, bu ihtiyaçlar ve çevre arasındaki ilişkinin nasıl temsil edileceği haline gelir.
2005 yılında yapılan bir araştırma, çevresel adaletin sürdürülebilir gelişme kadar önemli olduğunu belirtti.[31] Çevreci ekonomist Herman Daly, “Ormansız bir kereste fabrikası ne işe yarar?” diye sordu.[32] Bu açıdan ekonomi, kendisi biyosferin bir alt sistemi olan insan toplumunun bir alt sistemidir ve birindeki kazanç diğerinden bir kayıptır.[33] Bu perspektif iç içe geçmiş “çevre” içinde “toplum” içinde “ekonomi” figürünü vermiştir.
Sürdürülebilirliği basitçe, "insan yaşam kalitesini, buna imkân veren eko sistemlerin taşıma kapasitesini aşmadan geliştirmek" olarak tanımlamak[34] belirsiz olsa da, sürdürülebilirliğin ölçülebilir sınırları olduğunu düşüncesini akla getirir. Ancak sürdürülebilirlik aynı zamanda bir harekete geçme çağrısı, devam eden bir süreç veya “yolculuk”tur ve dolayısıyla politik bir süreçtir. Bu nedenle bazı tanımlar ortak hedefleri ve değerleri ortaya koyar.[35] Yeryüzü Şartı[36] “doğaya saygı, evrensel insan hakları, ekonomik adalet ve barış kültürü üzerine kurulu sürdürülebilir bir küresel toplumdan” bahseder. Bu, “siyaset” boyutunun da önemini de içeren daha karmaşık bir sürdürülebilirlik figürünü önermiştir.
Bundan da öte, sürdürülebilirlik, şimdi ve gelecekte tüm türler için arzu edilen bir gezegeni sağlamak için, ekolojik esneklik, ekonomik refah, siyasi adalet ve kültürel canlılık arasındaki dengeyi koruyan ve olumsuz etkiyi en aza indiren sorumlu ve proaktif karar verme ve yenilikçilik anlamına geliyor.[37] Özel sürdürülebilirlik türleri, sürdürülebilir tarım, sürdürülebilir mimari veya ekolojik ekonomi'yi de içerir.[38] Sürdürülebilir gelişmenin anlaşılması önemlidir, ancak net bir hedef olmadan "özgürlük" veya "adalet" gibi odaklanmamış bir terimdir.[39] Aynı zamanda "gelişme sosyolojisine meydan okuyan değerlerin diyalogu" olarak tanımlanmıştır.[40]
Birleşmiş Milletler Binyıl Beyanı ekonomik kalkınma, sosyal gelişme ve çevre koruma dahil olmak üzere sürdürülebilir gelişme ile ilgili ilkeleri ve anlaşmaları tanımlarken, üç boyut kullanmaya devam etti: ekonomi, çevre ve sosyal sürdürülebilirlik. Son zamanlarda, son on yıldaki tartışmalara cevap veren sistematik bir etki alanı modeli kullanarak, Sürdürülebilirlik Halkaları yaklaşımı, ekonomik, ekolojik, politik ve kültürel sürdürülebilirlik olarak dört birbirinden ayrı boyut belirledi.[42] Bu yaklaşım Birleşmiş Milletler, Unesco, Gündem 21 ve özellikle de kültür'ü 'dördüncü' sürdürülebilir gelişme boyutu olarak belirten "Kültür için Gündem 21" le uyum içindedir.[43] Bu model günümüzde Birleşmiş Milletler Şehirler Programı ve Metrololis[44] gibi kurumlar tarafından kullanılmaktadır.[45] Metropolis örneğinde, bu yaklaşım, ekonomi, çevre ve sosyal üçlemesine dördüncü boyut olarak "kültür"ü eklemek anlamına gelmez. Aksine, dört alanın hepsini - ekonomi, ekoloji, politika ve kültür - sosyal bir öğe(ekonomi dahil) olarak kabul edip, ekoloji (insan ve doğal hayatın kesişmesi) ile bildiklerimizin ötesine aşan çevreyi birbirinden ayırmayı içerir.[46]
Başka bir model, insanların tüm ihtiyaçlarını ve özlemlerini yedi değişken ile sağlamaya çalıştıklarını gösteriyor: ekonomi, toplum, meslek grupları, hükümet, çevre, kültür ve fizyoloji.[47] Küreselden bireysel ölçeğe kadar, yedi değişkenin her biri farklı seviyelerde olabilir. İnsan sürdürülebilirliği, yedi boyutun tümünde sürdürülebilirliğe ulaşılarak sağlanabilir.
Sürdürülebilirliğin ayrılmaz unsurları araştırma ve yenilik faaliyetleridir. Açıklayıcı bir örnek olarak Avrupa çevre araştırma ve yenilik politikası gösterilebilir. Yeşil Ekonomi ve yeşil topluma geçiş ve bunları sürdürülebilir kılmak üzere dönüştürücü bir gündem tanımlamayı ve uygulamayı amaçlamaktadır. Avrupa'daki araştırma ve yenilikçilik, dünya çapındaki katılıma da açık olan Horizon 2020 Programı tarafından finansal olarak desteklenmektedir.[48] İyi tarım uygulamalarının teşvik edilmesi çiftçilerin çevreden tam anlamıyla faydalanmasına imkân verir ve aynı zamanda çevre gelecek nesillere hasarsız aktarılmış olur. Ek olarak, yenilikçi ve sürdürülebilir seyahat ve ulaştırma çözümlerinin başlatılması bu süreçte hayati bir rol oynamalıdır.[49]
"Resilience" ekolojideki bir ekosistemin rahatsızlığı absorbe edebilme ve hala temel yapısını ve yaşayabilirliğini koruma kapasitesidir. "Resilience" düşüncesi, sorumlu devlet erkanı için tanımının belirsizliğini sürdürmesine rağmen, insan kaynaklı sistemler ve doğal ekosistemler arasındaki etkileşimleri sürdürülebilir bir şekilde yönetme ihtiyacından doğmuştur. "Resilience" düşüncesi, gezegensel ekolojik sistemlerin insan varlığının olumsuz etkilerine ne kadar dayanabileceğini ve mevcut ve gelecek nesillerinin ihtiyaç duyduğunu hizmeti ne kadar karşılayabileceği ile ilgilidir. Ayrıca sorumlu devlet erkanının, gelecekteki yaşam kuşaklarının yararı için bu temel kaynakların dayanıklılığını ve sürdürülebilirliğini sağlamak amacıyla temel gezegensel ekolojik kaynakları yönlendirme ve yönetme konusundaki bağlılığı ile de ilgilidir. Bir ekosistemin dayanıklılığı ve dolayısıyla sürdürülebilirliği, güneş enerjisi, su, toprak, atmosfer, bitki örtüsü ve biyokütle kombinasyonları gibi doğal olarak oluşan rejeneratif kuvvetlerin, ekosisteme rahatsızlıklardan dolayı salınan enerji ile etkileşime girdiği bölgelerde ölçülebilir.[50] İnsanların üretim işlemlerini, biyotik sistemleri bozmadan veya tehlikeye sokmadan, kullandıkları kaynakları eşit veya daha büyük değerli kaynaklarla değiştirerek yürüttükleri kapalı sistemler olarak tanımlamak, sürdürülebilirliğe basit bir bakış açısı olabilir.[51] Bu şekilde, yerinden edilenlerin yerini almak üzere ekosisteme geri aktarılan kaynakların şeffaf bir muhasebesi varsa, insan projelerinde sürdürülebilirlik somut bir şekilde ölçülebilir. Doğada, muhasebe, bir ekosistemin dış rahatsızlıktan yaşama kabiliyetine geri döndüğü bir adaptasyon süreci ile gerçekleşir. Adaptasyon, rahatsızlık olayı (deprem, volkanik patlama, kasırga, sel veya fırtına) ile başlayan, ardından dış kuvvetlerin yarattığı enerjilerin soğurma, kullanım veya saptırılması ile devam eden çok aşamalı bir süreçtir.[52][53]
Kentsel ve milli parklar, barajlar, çiftlikler ve bahçeler, eğlence merkezleri, açık maden ocakları, su havzaları gibi sistemleri analiz ederken, sürdürülebilirlik ve "resilience" arasındaki ilişkiyi anlamanın bir yolu, sürdürülebilirliği uzun vadeli bir vizyon, "resilience"i ise mühendislerin acil çevresel olaylara cevap verme kapasitesi olarak görmektir.[54]
Sürdürülebilirlik tarihi, ilk medeniyetlerden günümüze kadar insan egemen ekolojik sistemleri izler.[55] Bu tarihin karakteristik bir özelliği olarak, belirli bir toplum 'un bölgesel başarısı artar, ardından kriz dönemi olur. Bu kriz ya çözülür ve toplum yeni edindiği tecrübesi ile sürdürülebilir bir hale gelir ya da çöküşe geçer.[56][57]
Erken insanlık tarihinde, ateşin kullanımı ve ve değişik yiyecekler için istek, bitki ve hayvan topluluklarının doğal yapısını değiştirmiş olabilir.[58] 8.000 ile 10.000 yıl öncesi arasında, büyük ölçüde doğal çevrelerine ve "kalıcı yapı" ortaya çıkarmalarına bağımlı olan tarım toplumları ortaya çıkmıştı.[59]
18. ila 19. yüzyılların Batı sanayi devrimi, fosil yakıtlar içindeki enerjinin engin büyüme potansiyelini kullanmaya başladı. Daha da verimli motorlara yakıt olarak daha sonra da elektrik üretimi için kömür kullanılmaya başlandı. Modern sanitasyon sistemleri ve tıp bilimindeki gelişmeler büyük popülasyonları hastalıklardan korudu.[60] 20. yüzyıl ortalarında ortaya çıkmaya başlayan bir çevreci hareket yararlanılmakta olunan birçok maddi faydanın çevresel bedellerinin de olduğuna işaret etti. 20. yüzyıl sonlarında çevresel problemler küresel boyuta ulaştı.[61][62][63][64] 1973 ve 1979 enerji krizleri küresel toplumun yenilenemez enerji kaynaklarına ne ölçüde bağımlı olduğunu gözler önüne serdi.
21. yüzyılda, ormanların yok edilmesi ve fosil yakıt kullanımı sonucu ortaya çıkan sera etkisi tehdidi ile ilgili giderek artan bir farkındalık var.[65][66]
Sürdürülebilirliğin felsefi ve analitik çerçevesi birçok farklı disiplin ve alana dayanmakta ve bunlarla bağlantı kurmaktadır; son yıllarda sürdürülebilirlik bilimi olarak adlandırılan bir alan ortaya çıkmıştır.[67]
Sürdürülebilirlik, zaman ve mekanın birçok ölçeğinde (referans düzeyi veya referans çerçevesi) ve çevresel, sosyal ve ekonomik organizasyonun birçok bağlamında incelenir ve yönetilir. Odak noktası, Dünya gezegeninin toplam taşıma kapasitesi (sürdürülebilirlik) ile ekonomik sektörlerin, ekosistemlerin, ülkelerin, belediyelerin, mahallelerin, ev bahçelerinin, bireysel yaşamların, bireysel malların ve hizmetlerin, mesleklerin, yaşam tarzlarının, davranış kalıplarının sürdürülebilirliğine vs. kadar uzanır. Kısacası, biyolojik ve insan faaliyetinin tamamını veya herhangi bir bölümünü içerebilir.[68] Yazar ve çevreci Daniel Botkin’in dediği gibi: “Her zaman akıda olan, birçok zaman ve mekan ölçeğinde değişen bir manzara görüyoruz."[69]
Gezegensel ekosistemin büyüklüğü ve karmaşıklığı küresel sürdürülebilirlik için pratik tasarım önlemlerini almayı zorlaştırdı. Büyük resme ışık tutabilmek için kâşif ve sürdürülebilirlik eylemcisi Jason Lewis, diğer daha somut olan kapalı sistemlerle paralellikler kurdu. Mesela, yeryüzündeki insan varlığını denizde etrafı su ile çevrilmiş küçük bir tekneye benzetir. Gezegen uzayda olduğu için izole edilmiştir; insanlar nüfus baskısını hafifletmek için tahliye edilemez ve kaynakların tükenmesini önlemek için yeni kaynaklar ithal edilemez.[70] Her iki durumda da, "ihtiyati ilke"'nin sağkalımda kilit bir faktör olduğunu savunuyor.[71]
Yerküre sistemleri üzerinde insanların bıraktığı izler, biyofiziksel kaynakların ve özellikle de yerküre ekosistemlerinin imhasıdır. Bir topluluğun veya insanlığın bir bütün olarak çevresel etkisi hem nüfusa hem de kişi başına etkiye bağlıdır. Bu da yenilenebilir olup olmadığına bakmasızın kullanılan kaynakların ne olduğuna ve söz konusu ekosistemlerin taşıma kapasitesine göre insan faaliyetinin ölçeğine bağlıdır. Tarım, imalat ve sanayi gibi ekonomik sektörlerden, çalışma organizasyonlarına ve hane halklarının ve bireylerin tüketim şekillerine ve bireysel mal ve hizmetlerin kaynak taleplerine kadar birçok ölçekte dikkatli kaynak yönetimi uygulanabilir.[72][73]
İnsan etkisini matematiksel olarak ifade etme girişimlerinden biri 1970'lerde geliştirilmiştir ve "I PAT" formülü olarak adlandırılmaktadır. Bu formülasyon, insan tüketimini üç bileşen olarak açıklamaya çalışır: popülasyon sayıları, Tüketim miktarları ve kaynak kullanım birimi başına etki. (burada "teknoloji" kelimesi etkinin teknoloji kullanımına bağlı olduğu için tercih edilmiştir). Denklem aşağıdaki şekilde ifade edilir:
Son yıllarda, geri dönüşüm kaynaklarına dayalı konseptler giderek daha fazla önem kazanmaktadır. Bu kavramlar arasında en belirgin olanı, Çin ve Avrupa Birliği'nin de kapsamlı şekilde desteklediği döngüsel ekonomi olabilir. Ayrıca ekoloji döngüsel yasaları,döngüsel ve performans ekonomisi, rejeneratif tasarım, endüstriyel ekoloji, biyomimikri ve mavi ekonomi dahil olmak üzere çok çeşitli benzer kavramlar veya düşünce okulları vardır. Bu kavramlar sezgisel olarak mevcut doğrusal ekonomik sistemden daha sürdürülebilir görünmektedir. Sisteme giren kaynakların ve çıkış yapan atık ve emisyonların azalması kaynakların tükenmesini ve çevre kirliliğini azaltır. Bununla birlikte, bu basit varsayımlar ilgili sistemik karmaşıklıkla başa çıkmak için yeterli değildir ve potansiyel takasları dikkate almaz. Örneğin, Sürdürülebilirliğin sosyal boyutu, döngüsel ekonomiye ilişkin birçok yayında yalnızca marjinal olarak ele alınmış gibi görünmektedir ve yeni, daha enerji verimli ekipman satın almak gibi farklı veya ek stratejiler gerektiren durumlar vardır. Cambridge ve TU Delft'ten bir araştırma ekibi incelemesinde, sürdürülebilirlik ile genel ekonomi arasında sekiz farklı ilişki türü belirlenmiştir:[75] şartlı bir ilişki,
Sürdürülebilirlik ölçümü, sürdürülebilirliğin verilere dayalı yönetimi için nicel bir temeldir. Sürdürülebilirliğin ölçülmesi için kullanılan ölçütler (çevresel, sosyal ve ekonomik alanların, hem bireysel olarak hem de çeşitli kombinasyonlardaki sürdürülebilirliğini içerir) gelişmektedir: bunlar göstergeler, kriterler, denetimler, sürdürülebilirlik standartları ve sertifikaları, "Fairtrade" ve Organik gibi sistemler; endeksler ve muhasebe; piyasa değeri,[76] muhasebe değeri ve diğer raporlama sistemleri. Çok çeşitli mekansal ve zamansal ölçeklerde uygulanırlar.[77][78]
En iyi bilinen ve en çok kullanılan sürdürülebilirlik ölçümlerinden bazıları; kurumsal sürdürülebilirlik raporlaması, sürdürülebilirlik üçlemesi, Dünya Sürdürülebilirlik Derneği, Sürdürülebilirlik Halkaları ve Çevresel Sürdürülebilirlik Endeksi ve Çevresel Performans Endeksi kullanarak bireysel ülkeler için sürdürülebilirlik yönetiminin kalite tahminlerini içerir.
Çevresel sürdürülebilirliği ölçmenin en çok bilinen yollarından biri "Gezegensel Sınırlar"'dır.
Resmi Birleşmiş Milletler Dünya Nüfus Beklentileri'nin en son (Temmuz 2015) revizyonuna göre, dünya nüfusu 2030 yılına kadar mevcut 7,3 milyardan (Temmuz 2015) 8,5 milyar seviyesine ulaşacak ve sonra 2050 yılına kadar 9 milyarı, 2100 yılına kadar ise 11.2 milyar kişiye ulaşacaktır.[79] Artışın büyük kısmı, nüfusu 2009 yılında 5,6 milyardan 2050 de 7,9 milyara çıkacağı öngörülen gelişmekte olan ülkelerde olacak. Bu artış 15-59 (1.2 milyar) ve 60 yaş veya üstü (1.1 milyar) nüfus arasında dağılacak çünkü gelişmekte olan ülkelerde 15 yaşın altındaki çocukların sayısının azalması bekleniyor. Buna karşılık, daha fazla gelişmiş bölgeler nüfusunun 1.23 milyardan 1.28 milyara sadece hafif bir artış göstermesi bekleniyor. Aslında rakam 1,15 milyara düşecekti; ancak, 2009'dan 2050'ye kadar yılda ortalama 2,4 milyon kişinin gelişmiş ülkelere göç etmesi bekleniyor.[80] Küresel popülasyonun 2004 yılındaki uzun vadeli tahminleri, 2070 te 9 ile 10 milyar arası bir rakam ile zirve yapacak olan dünya nüfusunun 2100'e kadar yavaşça 8,4 milyar'a düşmesini öngörüyor.[81]
Çin ve Hindistan gibi gelişmekte olan ekonomiler, genel olarak sanayileşmemiş dünya gibi, batı dünyasının yaşam standartlarına ulaşmayı arzulamaktadırlar.[82] Sürdürülebilirliğe temel zorluk teşkil eden durum, gelişmekte olan dünyadaki nüfus artışının ve gelişmiş dünyadaki sürdürülebilir olmayan tüketim seviyelerinin birleşimidir.[83]
Küresel ölçekte, bilimsel veriler günümüzde insanların Dünya gezegeninin "taşıma kapasitesi"nin ötesinde yaşadığını ve bunun süresiz olarak devam edemeyeceğini gösteriyor. Bu bilimsel kanıt birçok kaynaktan gelmektedir, ancak "Milenyum Ekosistem Değerlendirmesi" ve "Gezegensel Sınırlar" çerçevesinde detaylı olarak sunulmaktadır.[84] Küresel sınırların erken ve ayrıntılı bir incelemesi, 1972 tarihli “Limits to Growth" kitabında yayınlandı ve takip eden çalışmaları teşvik etti.[85] 2012 yılında 22 uluslararası araştırmacı tarafından "Nature" dergisinde yayınlanan bir çalışma Dünya'nın biyosferinde temel bir değişikliğe yaklaşıldığından duyulan kaygıyı belirtti.[86]
Ekolojik ayak izi, ortalama küresel vatandaşa kaynakların sağlanabilmesi ve atıklarının doğa tarafından geri dönüştürülebilmesi için ihtiyaç duyulan biyolojik olarak verimli topraklar bakımından insan tüketimini ölçer. 2008 yılında kişi başına, 2,1 hektar olan doğal biyolojik kapasitesinden %30 daha fazla, kişi başına 2,7 hektara ihtiyaç duyuldu. (diğer organizmalara ekstra kaynak gerekmediğini farz ederek)[62] Ortaya çıkan ekolojik açık sürdürülemez ekstra kaynaklardan karşılanmak zorundadır ve bunlar üç şekilde elde edilebilir: Dünya ticareti dahilindeki mal ve hizmetlerde; geçmişten alınarak(ör. fosil yakıtlar); veya sürdürülemez kaynak kullanımı ile gelecekten borçlanarak(ör. aşırı kullanım, ormanların yok edilmesi ve aşırı balık avlama).
Sağdaki grafik farklı ülkelerin insan gelişim endeksine göre ekolojik ayak izlerinin karşılaştırmasıdır. Grafik, her ülkenin vatandaşları için kabul edilebilir bir yaşam standardını ve aynı zamanda sürdürülebilir kaynak kullanımını koruyabilmeleri için neyin gerekli olduğunu göstermektedir. Genel eğilim, daha yüksek yaşam standartlarının daha az sürdürülebilir hale gelmesidir.
Her zaman olduğu gibi nüfus artışı, tüketim düzeyleri ve kaynak kullanımının verimliliği üzerinde belirgin bir etkiye sahiptir.[74][87] Sürdürülebilirlik hedefi, kaynakların kullanımını küresel olarak sürdürülebilir seviyelerin ötesine yükseltmeden küresel yaşam standardını yükseltmektir. Ulusal, bölgesel ve şehir ölçeğinde raporlar tarafından üretilen bilgiler, zaman içinde daha az sürdürülebilir hale gelen toplumlara yönelik küresel eğilimi doğrulamaktadır.[88][89] Ekonomide bir öncü olan ve ekolojik ekonominin bir paradigma kurucusu olan Romen-Amerikan ekonomist Nicholas Georgescu-Roegen, Dünya'nın sonlu maden kaynakları stoğunun çıkarılması ve kullanılması nedeniyle, taşıma kapasitesinin (Dünyanın insan nüfusunu ve tüketim seviyelerini karşılayabilme kapasitesi) gelecekte azalmaya mahkûm olduğunu savundu.[90]:303 Önde gelen ekolojik iktisatçı ve sabit hal kuramcısı Georgescu-Roegen'in öğrencisi Herman Daly de aynı argümanı öne sürdü.[91]:369–371
İşletme ölçeğinde, taşıma kapasitesi artık kuruluşların sürdürülebilirlik performansının ölçülüp raporlanmasında da kritik bir rol oynamaktadır. Bu, 2005 yılından beri geliştirilmekte olan MultiCapital Scorecard dahil "Bağlam Temelli Sürdürülebilirlik" araçları, yöntemleri ve metrikleri kullanılarak açık bir şekilde gösterilmiştir.[92][93] Örgütlerin sürdürülebilirlik performansının ölçülmesine yönelik (biçim olarak daha artımlı olma eğiliminde olan) diğer pek çok ana yaklaşımın aksine, Bağlam Temelli Sürdürülebilirlik net bir şekilde dünyadaki sosyal, çevresel ve ekonomik sınırlara ve eşiklere bağlıdır. Bu nedenle, bir dönemden diğerine göreceli olarak yapılan değişiklikleri basitçe ölçmek ve raporlamak yerine, Bağlam Temelli Sürdürülebilirlik, ampirik olarak sürdürülebilir (ki eğer daha büyük bir popülasyona genelleştirilirse, insan veya insan olmayan canlılar için hayati kaynakların yeterliliğini koruyabilir) olmak için kuruluşların güncel değerlerini olması gereken kuruluşa özgü normlar, standartlar veya eşikler ile karşılaştırmayı mümkün kılar.[94][95]
Temel düzeyde, enerji akışı ve biyojeokimyasal döngü, herhangi bir ekosistemdeki organizmaların sayısı ve kütlesi üzerine üst sınır koyar.[96] Dünya üzerindeki insan etkileri genel olarak, yaşam için kritik olan, özellikle de su, oksijen, karbon, azot ve fosfor gibi kimyasalların küresel biyojeokimyasal döngülerindeki istenmeyen değişiklerle kendini gösterir.[97]
"Milenyum Ekosistem Değerlendirmesi", dünyanın ekosisteminin durumunu analiz eden ve karar sorumlular için özetler ve kılavuzlar sağlayan, dünyanın önde gelen biyolojik bilim insanlarının 1000'den fazlası tarafından hazırlanan uluslararası bir sentezdir. İnsan faaliyetinin, dünya ekosistemlerinin biyolojik çeşitliliği üzerinde önemli ve artan bir etkiye sahip olduğu ve hem "resilience"ın hem de biyolojik kapasitenin azaldığı sonucuna varmıştır. Rapor, doğal sistemlere insanlığın temel "ekosistem hizmetleri"'ni sağlayan "yaşam destek sistemi" olarak atıfta bulunuyor. Değerlendirme, 24 ekosistem hizmetini ölçer ve yalnızca dördünün son 50 yılda iyileşme gösterdiği, 15'inin ciddi bir düşüş içinde olduğu ve beşinin istikrarsız bir durumda olduğu sonucuna varır.[98]
2019 yılında, sorumlulara durumu özetleyecek şekilde, biyolojik çeşitlilik ve ekosistem hizmetlerinin bugüne kadarki en geniş ve en kapsamlı çalışması Hükûmetlerarası Biyoçeşitlilik ve Ekosistem Hizmetleri Bilim ve Politika Platformu tarafından yayınlandı. Rapor Paris'te tamamlandı. Ana sonuçlar:
1. Son 50 yılda, doğa benzeri görülmemiş ve hızlanan bir oranda bozulmuştur.
2. Bu bozulmanın ana nedenleri kara ve deniz kullanımındaki değişimler, canlıların sömürülmesi, iklim değişikliği, kirlilik ve istilacı türler olmuştur. Bu beş itici güç, sırayla, tüketimden yönetişime kadar toplumsal davranışlardan kaynaklanır.
3. Ekosistemlerin zarar görmesi, BM Genel Kurulununun yoksulluk, açlık, sağlık, su, şehirlerin iklimi, okyanuslar ve arazi kullanımı ile ilgili Sürdürülebilir Kalkınma Hedefleri de dahil olmak üzere, BM hedeflerinin 44'ünden 35'ini baltalamaktadır. Yiyecek, su ve insanlığın hava beslemesi ile ilgili sorunlara neden olabilir.
4.Sorunu çözmek için insanlık sürdürülebilir tarım, tüketim ve atık miktarlarında azaltma, balıkçılık kotaları ve işbirlikçi su yönetimi gibi dönüşümsel değişimlere ihtiyaç duyacaktır.[99][100]
2019 yılında, böcekler'in, habitat yıkımı, pestisit zehirlenmesi, istilacı türler ve iklim değişikliği gibi insan faaliyetleri tarafından, durdurulamazsa önümüzdeki 50 yılda ekolojik sistemlerin çökmesine neden olacak oranda yokedildiğini gösteren araştırma yayınlandı.[101]
Sürdürülebilir Gelişme Hedefleri (SGH'ler) Birleşmiş Milletler Genel Kurulunun uluslararası kalkınma hedefleri dizisidir.
25 Eylül 2015'te kabul edilen Resmi Sürdürülebilir Kalkınma Gündemi'nde 92 paragraf var ve 51. ana paragraf, 17 Sürdürülebilir Kalkınma Hedefini ve bununla ilişkili 169 alt-hedefi ortaya koydu.
1. Yoksulluk - Her türlü yoksulluğu her yerde bitirmek.[102]
2. Yiyecek - Açlığı bitirmek, gıda güvenliğini ve iyi beslenmeyi sağlamak ve sürdürülebilir tarımı desteklemek.[103]
3. Sağlık - Sağlığa erişimi artırmak ve zindeliği desteklemek.[104]
4. Eğitim - Kapsayıcı ve hakkaniyetli eğitim hizmeti sunmak ve yaşam boyu öğrenim fırsatlarını teşvik etmek.[105]
5. Kadınlar - Cinsiyet eşitliğini sağlamak ve kadının statüsünü güçlendirmek.[106]
6. Su - Su ve kanalizasyon hizmetlerine erişimi ve sürdürülebilir yönetimini sağlamak.[107]
7. Enerji - Herkes için satın alınabilir, güvenilir, sürdürülebilir ve çağdaş enerjiye erişimi sağlamak.[108]
8. Ekonomi - Herkes için sürekli, kapsayıcı ve sürdürülebilir ekonomik büyümeyi, tam ve üretken istihdamı ve insana yakışır işleri yaygınlaştırmak.[109]
9. Altyapı - Dayanıklı altyapılar kurmak, kapsayıcı ve sürdürülebilir sanayileşmeyi yaygınlaştırmak ve yenilikiçiliği geliştirmek.[110]
10. Eşitsizlik - Ülkelerin arasındaki ve ülke içindeki eşitsizlikleri azaltmak.[111]
11. Yerleşim - Şehirleri ve yerleşim yerlerini kapsayıcı, güvenli, dayanıklı ve sürdürülebilir hale getirmek.[112]
12. Tüketim - Sürdürülebilir üretim ve tüketim kalıplarını desteklemek.[113]
13. İklim - İklim değişikliği ve etkileri ile mücadele etmek.[114]
14. Deniz Yaşamı - Okyanusları, denizleri ve deniz kaynaklarını korumak ve sürdürülebilir kullanmak.[115]
15. Ekosistemler - Karasal ekosistemleri korumak, yenilemek ve sürdürülebilir kullanımını teşvik etmek, ormanları sürdürülebilir yönetmek; çölleşmeyle mücadele etmek ve arazi bozulmasını durdurmak ve tersine çevirmek; biyolojik çeşitlilik kaybına son vermek.[116]
16. Kurumlar - Barışçıl ve kapsayıcı toplumları yaygınlaştırmak, herkesin adalete erişimini sağlamak ve her seviyede etkili, hesap verebilir ve kapsayıcı kurumlar kurmak.[117]
17. Sürdürülebilirlik - Uygulama araçlarını kuvvetlendirmek ve sürdürülebilir gelişme için küresel işbirliğine canlılık kazandırmak.[118]
Ağustos 2015 itibarıyla, bu hedefler için 169 önerilen althedef ve uyum düzeyi kontrolü için 304 önerilen gösterge mevcuttu.[119]
Sürdürülebilir Gelişme Hedefleri 2015 yılının sonunda süresi dolan sekiz maddelik Milenyum Gelişme Hedeflerinin (MGH'ler) yerine geçmektedir. MGH'ler Birleşmiş Milletlerin 2000 yılındaki Binyıl Zirve Topnatısının ardından yapılandırılmıştı. Zamanında 189 Birleşmiş Milletler üyesi devlet ve yirmiden fazla uluslararası kuruluş tarafından kabul edilen bu hedefler, 2015 yılına kadar aşağıdaki sürdürülebilir gelişme standartlarına ulaşılmasına yardımcı olmak için geliştirildi.
Üye ülkelerin Birleşmiş Milletler'de temsil ettiği verilere göre, Küba, 2006 yılında Dünya Doğa Fonu'nun, kişi başına 1,8 hektardan az olan 1,5 hektarlık ekolojik ayak izi ve 0,8'den fazla olan 0,85'lik bir İnsani Gelişme Endeksi ile sürdürülebilir gelişme tanımını karşılayan tek ülkedir.[120][121]
Sürdürülebilir Gelişme için Eğitim (SGE) çoğunlukla, bilgi, yetenek, değer ve bakış açılarındaki değişiklikleri daha sürdürülebilir ve adil bir topluma yönelik teşvik eden eğitim olarak anlaşılır. SGE, sürdürülebilir gelişmenin ekonomik, sosyal ve çevresel boyutlarına daha dengeli ve bütünleşik bir yaklaşım kullanarak, şimdiki ve gelecek nesilleri ihtiyaçlarını karşılayabilmeleri için güçlendirmek ve donatmak amacını taşır.
SGE olgusu gezegenin karşı karşıya olduğu büyüyen çevresel problemleri ele almayı gerektiren bir eğitim ihtiyacından doğmuştur. Eğitim, sürdürülebilir gelişmeye katkı koyabilmeleri için öğrenenleri güçlendirecek olan bilgi, beceri, değer ve bakış açılarını sağlayacak şekilde değişmelidir. Önerilen; sürdürülebilir gelişmenin eğitimin içine, eğitimin ise sürdürülebilir gelişmenin içine entegre edilmesidir.[122][123]
Sağlıklı ekosistemler, insanlara ve diğer organizmalara, hayati önem taşıyan girdiler ve hizmetler sağlar. Olumsuz insan izini azaltmanın ve ekosistem hizmetlerini geliştirmenin iki ana yolu vardır ve bunların birincisi çevresel yönetimdir. Bu dolaysız yaklaşım büyük oranda yeryüzü bilimi, çevre bilimi ve koruma biyolojisinden elde edilen bilgiye dayanır. Ancak çevresel yönetim, tüketimle ortaya çıkan bir dizi gelişigüzel etkenlerin sonunda yer alır ve bu yüzden ikinci yaklaşım insanların kaynak kullanımının talep yönetimi şeklindedir.
İnsanların kaynak tüketiminin yönetimi daha çok ekonomi disiplininden elde edilen bilgilere dayanan dolaylı bir yaklaşımdır. Herman Daly ekolojik sürdürülebilirlik için 3 geniş kriter önermiştir: yenilenebilir kaynaklar sürdürülebilir çıktı sağlayabilmelidir (hasat miktarı yeniden üretim miktarını geçmemelidir); yenilenemez kaynaklar için aynı değerde yenilenebilir kaynaklar geliştirilmelidir; atık üretimi doğanın atığı asimile etme hızından fazla olmamalıdır.[124]
Küresel ölçekte ve en geniş anlamda, çevresel yönetim, okyanusları, tatlı su sistemlerini, toprak ve atmosferi kapsar ancak sürdürülebilirliğin ölçek prensibi doğrultusunda bir tropik yağmur ormanından ev bahçesine kadar herhangi bir ekosisteme eşit olarak uygulanabilir.[125][126] 2019 yılında, Avrupa Parlamento seçimlerinden iki hafta önce Dünya Doğa Fonu, günümüzdeki yaşam tarzı ve ekonomisi ile Avrupa Birliğinin sürdürülebilir olmadığını belirtti ve 2040 yılına kadar Avrupa'nın iklim değişikliğine katkı koymayacak hale gelmesini, daha sürdürülebilir tüketim ve gıda sistemlerine geçmesini, doğayı tamir etmesini, okyanusları korumasını ve daha sürdürülebilir bir geleceğe yatırım yapmasını istedi.[125][127]
Kopenhag İklim Konseyi 2009 yılının mart ayındaki bir toplantıda, dünyanın 80 farklı ülkesinden 2500 iklim uzmanı, artık küresel ısınma ile ilgili harekete geçmeye engel olan hiçbir bahanenin kalmadığını ve elle tutulur bir karbon azalımı olmadığı sürece, günümüz toplumları için başa çıkması çok zor olacak, ani ve geri dönülmez iklim değişikliklerinin olabileceğini belirten bir bildiri yayınladı.[128][129] İnsan-kaynaklı iklim değişikliğini ele alabilecek fırsatları belirlemek için günümüzde küresel atmosfer yönetimi karbon döngüsünün bütün kısımlarının değerlendirmesini içerir ve bu da, biyoçeşitlilik ve insan toplumları üzerinde potansiyel katastrofik etkilerinden dolayı bilimsel çalışmanın günümüzde odak alanıdır.
Atmosfere olan diğer insan etkileri şehirlerdeki hava kirliliği, fotokimyasal hava kirliliği üreten azot oksitler, sülfür oksitler, uçucu organik bileşenler ve havada asılı partiküller gibi zehirli kimyasallar içeren zararlı maddeler ve ozon tabakasına zarar veren kloroflorokarbonlardır. Sülfat aeresolları gibi atmosferdeki antropojenik partiküller, dünya yüzeyinin parlama ve yansıtma özelliğini azaltır. Sonradan ters yönde gelişme olsa da, 1960 ile 1990 yılları arasında %4'lük azalma yönünde etki eden durum, "Küresel Kararma" olarak bilinir. Küresel Kararma bazı bölgelerde buharlaşma ve yağış miktarının azalmasına bağlı olarak küresel su döngüsünü etkilemiş olabilir. Ayrıca bir miktar soğuma etkisi de yaptığı için, küresel ısınma üzerindeki sera gazlarının etkilerinin bir bölümünü maskelemiş olabilir.[130]
Ağaçlandırma, antropojenik iklim değişikliği ve sürdürülebilir olmayan arazi kullanımının yol açtığı çölleşmeyi durdurmanın yollarından biridir. En önemli projelerden biri Sahra Çölü'nün güneye genişlemesini durdurması gereken Büyük Yeşil Duvar Projesidir. 2018 yılına kadar sadece %15'i gerçekleştirilmiş olmasına rağmen, şimdiden birçok olumlu yan etkisi boy göstermeye başlamıştır: Nijerya da 5 milyon hektarlık bozulmuş alan eski haline geri döndürülmüştür; Senegal de neredeyse 30 milyon dönümlük araziye kuraklığa dayanıklı ağaçlar ekilmiştir; Etiyopya'da ise 37 milyon dönümlük alan geri kazanılmıştır (projeye dahil olan bölgelerden sadece birkaçı). Birçok yer kuyusu tekrar su ile dolmuş, yerel yerleşkeler gıda kaynakları çoğalmış ve ağaçların bakım ihtiyaçları köylülere yeni iş ve gelir kaynağı olmuştur.[131][132][133]
Su, dünya yüzeyinin %71 ini kaplar. Bu miktarın 97,5 %'i okyanusların tuzlu suyu iken, sadece 2.5 %'i tatlı su dur ve bunun çoğu Antarktika Buz Tabakası'nın içinde hapsolmuş durumdadır. Bunun dışında kalan tatlı su, buzullar, göller, nehirler, sulak alanlar, akiferler ve atmosferdedir. Su döngüsü nedeniyle, taze su temini sürekli yağışla yenilenir, ancak bu kaynağın yönetim gerektiren sınırlı bir miktarı vardır. Ekosistem hizmetleri için suyun korunmasının küresel önemine dair farkındalık, daha çok 20. yüzyılda, dünyanın sulak alanlarının yarısından fazlasının değerli çevre hizmetleri ile birlikte kaybedilmesiyle ortaya çıkmıştır. Artan kentleşme temiz su kaynaklarını kirletmektedir ve dünyanın büyük kısmının hala daha temiz ve güvenli suya erişimi yoktur.[134] Günümüzde mavi(hasat edilebilir) ve yeşil(bitkilerin kullanımındaki toprak suyu) su yönetiminin gelişimine daha fazla önem veriliyor ve bu bütün ölçeklerdeki su yönetimine uygulanabilir.[135]
Okyanus su dolaşım sistemleri iklim ve hava koşulları üzerinde, dolayısı ile insan ve diğer organizmaların gıda kaynakları üzerinde güçlü bir etkiye sahiptir. Bilim adamları, iklim değişikliğinin etkisi altında, dünyanın bazı bölgelerinde iklimi sert bir şekilde değiştirebilecek okyanus akımı dolaşım modellerinde ani bir değişiklik olabileceği konusunda uyardılar.[136] Dünya nüfusunun yüzde onu-yaklaşık 600 milyon insan-su seviyelerin yükselmesine karşı zaafı olan düşük rakımlı bölgelerde yaşamaktadır.
Biyoçeşitlilik kaybı, doğal sermayelerimiz kademe kademe insan yapısı sermayeye dönüştürüldükçe, insanların arazileri gelişme, ormancılık ve tarıma tahsis etmesi sonucu ortaya çıkan habitat kaybı ve bölünmesinden kaynaklanır. Arazi kullanımı değişiklikleri biyosfer faaliyetleri için esastır çünkü kentleşme, tarım, omanlık alan, otlak ve mera için ayrılmış arazideki oynamaların, küresel su, karbon ve azot biyojeokimyasal döngülerine belirgin etkisi vardır ve bu doğal ve insanla ilgili sistemlere olumsuz olarak yansıyabilir.[137] Yerel insan ölçeğinde sürdürülebilirlikle ilgili temel faydalar sürdürülebilir parklar ve bahçeler ve yeşil şehirlerden kaynaklanır.[138][139]
Neolitik devrimden beri dünya ormanlarının yaklaşık 47 %'si insan kullanımı için yok edilmiştir. Günümüzdeki ormanlar buzsuz toprakların yaklaşık dörtte birini kaplar ve bunun yaklaşık yarısı da tropik bölgelerdedir.[140] Ilıman ve kuzey bölgelerde orman alanı giderek artmaktadır (Sibirya hariç), ancak tropik bölgelerde ormansızlaşma büyük bir endişe kaynağıdır.[141]
Gıda yaşam için çok önemlidir. Yedi milyardan fazla insan vücudunu beslemenin dünya kaynakları üzerinde ağır bir faturası vardır. Bu dünyanın toprak yüzeyinin yaklaşık %38'inin[142] ve net birincil verimliliğinin %20'sinin tahsis edilmesi ile başlar.[143] Buna çok kaynak tüketen endüstriyel tarım ticareti faaliyetleride(ekinlerin su ihtiyacı, sentetik gübreler, pestisitlerden gıda paketlemesi, taşıma(günümüzde uluslararası ticaretin önemli bir parçaşı) ve pazarlamanın kaynak maliyetine kadar) eklenir. Günümüzde endüstriyel tarım ve tarım ticareti ile ilgili çevresel problemler sürdürülebilir tarım, organik tarım ve daha sürdürülebilir iş faaliyetleri gibi gelişmelerle ele alınmaktadır.[144]
Çevre üzerindeki doğrudan insan etkilerinin altında yatan neden insan tüketimidir.[145] Bu etki sadece daha az tüketerek değil aynı zamanda üretim, kullanım ve atık döngüsünün tamamının daha sürdürülebilir olmasıyla azaltılabilir. Ürün ve hizmetlerin tüketimi, bireysel yaşam tarzı seçimleri ve harcama şekillerinden başlayarak, belirli ürün ve hizmetlerin kaynak talebi, ekonomik sektörün etkisi, ulusal ekonomilerden küresel ekonomiye kadar tüm tüketim zinciri boyunca her ölçekte analiz edilebilir ve yönetilebilir.[146] Tüketim kalıplarının analizi, kaynak kullanımının, söz konusu ölçek ve bağlamda, çevresel, sosyal ve ekonomik etkilerle ilişkilendirilmesini sağlar. Bir ürün veya hizmetin üretiminde gerekli toplam kaynak kullanımı, kaynak yoğunluğu ve kaynak üretkenliği, tüketimin etkisini anlayabilmek için önemli araçlardır. İnsan ihtiyaçlarına ilişkin temel kaynak kategorileri gıda, enerji, malzeme ve sudur.
2010 yılında, Birleşmiş Milletler Çevre Programı (UNEP) tarafından düzenlenen Uluslararası Kaynak Paneli, tüketim ve üretimin etkileri üzerine ilk küresel bilimsel değerlendirmeyi yayınladı[147] ve gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler için öncelikli atılması gereken adımları belirledi. Değerlendirme en kritik etki alanlarının; ekosistem sağlığı, insan sağlığı ve kaynak tükenmesi olduğu sonucuna vardı. Üretim açısından bakıldığında fosil yakıt yakma işlemlerinin, tarımın ve balıkçılığın en önemli etkilere sahip olduğunu buldu. Bu arada, nihai olarak tüketim açısından bakıldığında yaşam döngüsü etkilerinin çoğunlukla hareketlilik, barınma, gıda ve enerji-kullanan-ürünlerden kaynaklandığını buldu.
Fotosentez yoluyla bitkiler (birincil üreticiler) tarafından depolanan Güneş enerjisi, besin zinciri vasıtasıyla diğer organizmalara geçer ve bütün yaşamsal süreçlere bu yolla gereken gücü sağlar. Sanayi Devriminden beri, fosilleşmiş yakıtlarda fosil yakıt olarak depolanan Güneş'in yoğunlaşmış enerjisi, teknolojinin ana itici gücü konumunda olmuş ki bu da ekonomik ve politik gücün kaynağı olmuştur. 2007 yılında, hükümetlerarası iklim değişikliği paneli bilim adamları, atmosferdeki CO2 artışının sebebinin az miktarda arazi kullanımına bağlı olmakla beraber çoğunlukla insan kaynaklı fosil yakıt kullanımı sonucu ortaya çıkan emisyonlardan dolayı olmasının en az %90 ihtimali olduğu sonucuna vardılar. Dünya iklimini stabilize etmek için, yüksek gelirli ülkelerin 2006'daki rakamlara göre olan emisyon oranlarını 2050 yılına kadar yüzde 60 ile yüzde 90 arasında düşürmeleri gerekecektir. Bu hedef gerçekleşirse 380 ppm olan değerin aşırı artmasını engelleyecek şekilde 450-650 ppm arasında tutmak mümkün olacaktır. Bunun üzerindeki değerler sıcaklığı 2 °C den fazla yükseltip katastrofik iklim değişikliğine yol açabilir.[148][149] CO2 seviyelerindeki düşüş, arka planda artan dünya nüfufu ve yüksek enerji tüketen batı toplumlarının yaşam tarzını hedefleyen gelişmekte olan ülkelere rağmen başarılmak zorunda.[150]
Sera gazlarını azaltmaya, bütün ölçeklerde çalışılıyor; karbonun karbon döngüsünden geçişini takip edilmesi; yenilenebilir enerjinin ticarileştirilmesi; karbon ihtiyacı daha az olan teknolojiler ve taşımacılık sistemlerinin geliştirilmesi; bireylerin kullandıkları bütün ürün ve hizmetlerle ilgili fosil yakıt kullanımını takip ederek karbon salınımı açısından nötr düzeye gelmeleri.[151] Karbon-nötr yakıt gibi yeni gelişen teknolojilerin mühendisliği,[152][153][154] gaz gücü ve basınçlı hava enerji deposu gibi enerji depolama sistemleri,[155][156] ve pompalanmış-depo hidroelektrik sistemleri[157][158][159] yeni kullanılmaya başlayan süreksiz yenilenebilir enerjileri (rüzgar türbinleri gibi) depolamak için gereklidir.[160]
Su güvenliği ve gıda güvenliği ayrılmaz bir şekilde birbirine bağlıdır. 1951-60 yılları arasında insanların su kullanımı bir önceki onyıla göre dört kat arttı. Bu hızlı artış ekonomiyi etkileyen bilimsel ve teknolojik gelişmelerden kaynaklanmıştır (özellikle sulanan arazilerdeki artış, endüstriyel ve enerji sektörlerinin büyümesi ve bütün kıtalardaki yoğun baraj inşaatları). Bu nehirlerin ve göllerin su döngüsünü ve su kalitesini değiştirmiş ve küresel su döngüsü üzerinde kayda değer bir etkiye yol açmıştır.[161] Günümüzde insanların su kullanımının yaklaşık %35'i sürdürülemez boyutlardadır. Sürdürülebilir olmayan su kullanımı akiferlerin tükenmesine yol açar ve önemli nehirlerin akış miktarını azaltır. Dünya nüfusu arttıkça, akiferler tüketildikçe ve kaynaklar kirlenip sağlıksız hale geldikçe iklim değişiklikleri daha ciddi boyutlara ulaşacak.[162] 1961 yılından 2001 yılına kadar su arzı iki katına çıktı (tarım için kullanım %75 arttı, endüstriyel kullanım %200 ve hane içi kullanım %400'den fazla,[163] 1990'lı yıllarda küresel olarak mevcut tatlı suyun %40 ile %50 arasında olan bir miktarının insanlar tarafından, %70 tarım, %22 sanayi ve %8 hane içi oranlarında kullanıldığı ve genel toplamın giderek arttığı bir tablo vardı.[161]
Artan arz yönetimi, gelişmiş altyapı, tarımın su üretkenliği ve ürün ve hizmetlere giden su miktarında azalma, sanayileşmemiş ülkelerdeki su kıtlıklarını ele alma, gıda üretimini yüksek üretken bölgelere yoğunlaştırma, iklim değişikliği için planlama, esnek tasarlama sistemleri ile su verimliliği küresel ölçekte gelişmektedir. Sürdürülebilir gelişme ile ilgili umut vadeden çalışmalar esnek ve geriye dönebilir sistemler planlama yönünde olacaktır.[12][13] Yerel seviyede su kullanımı, insanların yağmur suyu hasadı yapması ve kullanım suyunu azaltmasıyla daha sürdürülebilir hale geliyor.[135][164]
Amerikan Toplumsal Sağlık Örgütü, "sürdürülebilir gıda sistemlerini",çevreye en az olumsuz etkide bulunacak şekilde,[165][166] nesiller boyunca gıda ihtiyacını karşılayabilecek sağlıklı ekosistemleri korurken, sağlıklı besinlerle mevcut yiyecek ihtiyaçlarını karşılayabilen sistemler olarak tanımlar. Sürdürülebilir bir gıda sistemi ayrıca yerel üretim ve dağıtım altyapılarını teşvik eder ve besleyici gıdaları herkes için erişilebilir ve uygun fiyatlı hale getirir. Daha da önemlisi yetiştiricileri ve diğer çalışanları, tüketicileri ve toplumları korumak insani ve adildir.[167]
Endüstriyel tarım, çevresel etkilere, zengin dünya da obezite, fakir dünya da ise açlıkla ilişkili sağlık sorunlarına neden olmaktadır. Bu ise, etik tüketimin temel parçası olarak, sağlıklı ve sürdürülebilir gıda yolunda güçlü bir hareket meydana getirdi.[168][169]
Farklı beslenme şekillerinin çevresel etkileri, tüketilen hayvansal ve bitkisel gıdaların oranı ve gıda üretim yöntemi gibi birçok faktöre bağlıdır.[170][171][172][173]
Dünya Sağlık Örgütü, 2004 Dünya Sağlık Konseyi tarafından hazırlanan "Beslenme, Fiziksel Aktivite ve Sağlık hakkında Küresel Strateji" isminde bir rapor yayınladı. Bu rapor, sağlık ve uzun yaşamla beraber anılan, et, tuz ve ilave şeker oranı düşük, meyve-sebze bakımından zengin Akdeniz Diyetini öneriyor. Akdeniz'de geleneksel yağ kaynağı mono doymamış yağ bakımından zengin zeytinyağıdır. Pirinç ağırlıklı sağlıklı Japon Diyeti karbonhidratlar bakımından zengin ve yağ oranı düşüktür. İki diyet şekli de et ve doymuş yağ oranı düşük, baklagiller ve diğer sebzeler açısından zengindir. Ayrıca düşük sıklıkla hastalık sebebiyeti ve düşük olumsuz çevresel etki ile hatırlanırlar.[174]
Küresel düzeyde, tarımsal işletmelerin çevresel etkileri sürdürülebilir tarım ve organik tarımla ele alınmaktadır. Yerel düzeyde, yerel gıda üretimi, kentsel atık toplama alanlarının ve evlerdeki bahçelerin daha üretken kullanımına yönelik permakültür, kentsel bahçecilik, yerel gıda, yavaş gıda, sürdürülebilir bahçecilik ve organik bahçecilik gibi gelişen hareketler vardır.[175][176]
Sürdürülebilir deniz ürünü, yakalandığı ekosistemi tehlikeye atmadan, üretimi aynı miktarda veya artacak şekilde gerçekleştirebilecek kaynaklardan elde edilmiş deniz ürünüdür. Sürdürülebilir deniz ürünü hareketi, daha fazla insanın aşırı avlanma ve çevresel açıdan yıkıcı avlanma yöntemleri ile ilgili farkındalığı arttıkça, hız kazanmıştır.
Dünya nüfusu arttıkça, aynı zamanda kullanılan malzemeler hacmen ve çeşit olarak artmış, taşımacılıktaki mesafeler uzamıştır. Bunlara ham mineraller, sentetik kimyasallar (tehlikeli maddelerde dahil), ürünler, gıda, canlı organizmalar ve atıklar dahil olabilir.[177] Ekonomik büyüme hızları ve doğal kaynak tüketim hızlarının birbiriyle orantısı korunduğu sürece, 2050 yılına kadar insanlığın yıllık olarak 140 milyar tonluk mineral, cevher, fosil yakıt ve biyokütle (günümüz rakamlarının 3 katı) kullanır duruma gelmesi beklenmektedir. Gelişmiş ülkelerin insanları kişi başına bu dört temel kaynaktan yılda toplam 16 ton kullanmaktadır ve bazı gelişmiş ülkelerde bu rakam sürdürülebilme ihtimalinin çok ötesindeki 40 ton ve üzeri miktarlara ulaşabilmektedir.[178]
Malzemelerin sürdürülebilir kullanımı, malzemelerin doğrusal işlenme yolunu (ekstraksiyon, kullanım, bertaraf), doğada atıkların geri dönüşümü ve yeniden kullanımı gibi mümkün olduğu kadar tekrar kullanıma yönelik döngüsel bir malzeme akışına dönüştürülmesini hedeflemiştir.[179] Bu yaklaşım, ürünlerin bilinçli şekilde kullanılması ve materyal hareket analizlerinin giderek artan bir kullanımı ile, özellikle bireysel ülkeler ve küresel ekonomi dahil her seviyede desteklenmektedir.[180] Yenilenebilir kaynaklardan gelen ve geri dönüştürülebilen sürdürülebilir biyomateryallerin kullanımı, materyal yaşam döngüsü bakış açısından, yenilenemez materyallere tercih edilir.
Sentetik kimyasal üretimi, İkinci Dünya Savaşı sırasında gördüğü ilginin ardından yükselişe geçti. Kimyasal üretim; zararlı ot ilaçları, böcek ilaçları ve gübrelerden, hane içi kullanımı olan kimyasallara ve tehlikeli maddelere kadar her şeyi içerir.[181] Atmosferdeki sera gazlarının birikimi dışında ciddi endişe sebebi olan diğer kimyasallar ağır metaller, nükleer atıklar, kloroflorokarbonlar, dirençli organik kirleticiler ve biyobirikime sebep olabilecek bütün zararlı kimyasalları içerir. Sentetik kimyasalların çoğunun zararsız olmasına rağmen, yeni kimyasalların olumsuz çevresel ve sağlıkla ilgili etkileri ile ilgili sıkı testlerden geçirilmeleri gerekir. Tehlikeli ürünlerin küresel dağıtım ve yönetimini ele almak üzere uluslararası mevzuat oluşturulmuştur.[182][183] Bazı kimyasal etmenlerin etkilerinin insan sağlığına zararlarının anlaşılması uzun süren ölçümler ve hukuk savaşları gerektirdi. Toksik kanserojen etmenlerin sınıflandırılması Uluslararası kanser araştırma ajansı tarafından yürütülür.
Her ekonomik aktivitenin atık olarak tanımlanabilecek malzeme çıktısı olur. Günümüzde, atık miktarını azaltmak için, endüstri, işletme ve devlet, endüstriyel metabolizma tarafından üretilen atığı kaynağa dönüştürmek için doğayı taklit ediyor. Demateryalizasyon, endüstriyel ekoloji ve ekotasarım[184] ve ekoetiketleme gibi fikirlerle teşvik ediliyor. Artık iyice yerleşmiş olan "azalt, tekrar kullan, geri dönüştür"'e ek olarak tüketiciler satınalma güçlerini etik tüketicilik için kullanıyorlar.[73]
Avrupa birliğinin, 2015 yılının sonuna kadar, atık yönetimi, ekotasarım ve atık depolama alanları ile ilgili katı yasama önerileri içerecek olan iddialı bir Döngüsel Ekonomi paketi ile ilgili masaya oturması bekleniyor.
2019 yılında "Plastik ve İklim" raporu yayınlandı. Rapora göre 2019 yılında plastik kullanımının, 850 milyon ton CO2 eşdeğerinde sera gazı katkısı oldu. Güncel bilgiler yıllık emisyonların 2030 yılına kadar yılda 1.34 milyar ton büyüyeceğini gösteriyor. 2050 yılına kadar plastik, yerkürenin son kalan %14'lük karbon kotası olan 56 milyar tonluk sera gazı emisyonuna neden olabilir.[185]
Sürdürülebilirlik, bir düzeyde, gelecekteki insanların tüketim ve refah düzeylerini bugünküne oranla azaltmayacak şekilde günümüz insanlarının alması gereken önlemlerin özellikleri ile ilgilenir.[186] Sürdürülebilirlik, ekonomik aktivitelerin sosyal ve ekolojik etkileri aracılığı ile ekonomiye bağlıdır.[32] Sürdürülebilirlik ekonomisi: "Çevresel ve ekolojik faktörlerin temel teşkil ettiği ancak çok boyutlu bir bakış açısının parçası olduğu, ekolojik ekonominin geniş tefsirini temsil eder. Sosyal, kültürel, sağlıkla ilgili ve parasal/finansal açıları da analizin bir parçası yapmak gerekir.[187]
Ancak, sürdürülebilirlik kavramı refahın, kaynakların veya kar marjlarının sürdürülebilir veriminden çok daha geniştir.[188] Günümüzde, gelişmekte olan ülkelerde, insanların ortalama tüketimi sürüdürülebilirdir ancak popülasyonlar artmakta ve yüksek tüketimi olan Batı yaşam tarzına özenilmektedir. Gelişmiş ülkelerin popülasyonu çok az artmaktadır ancak tüketim seviyeleri sürdürülebilir değildir. Sürdürülebilirlik için zorluk, gelişmekte olan ülkelerin yaşam standardını, kaynak kullanımını ve çevresel etkileri arttırmadan geliştirirken, Batı tarzı tüketimi kontrol altına almaktır. Bu zorluk, ekonomik büyüme ile çevresel yıkım ve kaynak kullanımının arasındaki bağı kopartabilecek stratejiler ve teknolojiler kullanarak aşılmak zorundadır.[189]
Yakın tarihli bir UNEP raporu, çevresel riskleri ve ekolojik kaynak sıkıntılarını önemli oranda azaltırken, insanların iyiliğini ve sosyal eşitliğini geliştiren bir yeşil ekonomi önerir. Bir politik bakış açısını başkasına tercih etmez ancak doğal sermayemizin aşırı kullanımını minimize etmek için çalışır. Raporun 3 anahtar bulgusu vardır: yeşile dönüş refah artışına yol açmakla kalmaz, aynı zamanda özellikle ekolojik ortak paydalarda veya doğal sermayede de kazanç sağlar ve yaklaşık 6 yıllık bir sürede GDP artışında hızlanmaya neden olur"; fakirliğin sonlandırılması ile ekolojik ortak paydaların daha iyi bakımı ve korunması sonucu ortaya çıkar; yeşil ekonomiye geçerken, yeni meslekler yaratılır ki bu da zamanla kahverengi ekonomi iş kayıplarını geçecektir. Ancak geçiş sürecinde iş kayıpları yaşanacaktır ki bu da işgücünü yeniden yeteneklendirip yeniden eğitmeye yatırım yapmayı gerektirir.[190]
Ekonomik analiz ve reform için birkaç önemli alan hedef alınır: sınırlandırılmamış ekonomik büyümenin çevresel etkileri; doğayı ekonomik açıdan dışsal bir faktör olarak değerlendirmenin etkileri; ve piyasa hareketlerinin toplumsal ve çevresel etkilerine daha fazla önem veren bir ekonominin ihtimali.[191]
Tarihsel olarak ekonomik büyüme ve çevresel bozulma arasında yakın korelasyon olmuştur: toplumlar büyüdükçe, çevrede bozulmalar olur. Bu eğilim, insan nüfusu sayılarının, ekonomik büyümenin ve çevresel göstergelerin grafikleri üzerinde açıkça gösterilmiştir.[192] Sürdürülebilir olmayan ekonomik büyüme kötü huylu bir kanserin büyümesi ile kıyaslanır[193] çünkü yerkürenin yaşam-destek üniteleri olan ekosistem hizmetlerini tüketir. Eğer kaynak kullanımı kontrol edilmezse modern küresel uygarlığın, kaynakların aşırı tüketimi sonucu çöküşe geçen antik uygarlıkların yolunu izleyeceği endişesi vardır.[194][195] Konvansiyonel ekonomi daha çok ekonomik büyüme ve kaynakların verimli kullanımı ile ilgilenirken, ekolojik ekonomi belirgin şekilde sürdürülebilir ölçek, adil paylaşım ve verimli dağıtım hedefleriyle ilgilenir.[196][197] Dünya Sürdürülebilir Kalkınma İş Konseyi, işletmelerin, başarısız toplumlarda başarılı olamayacağını belirtir.[198]
Ekonomik ve çevresel çalışmalarda, eko-ekonomik ayırma terimi, ekonomik üretim ve çevresel kalite bağlamında giderek daha fazla kullanılıyor. Bu bağlamda kullanıldığında bir ekonominin çevresel baskıların etkisinde kalmadan büyüme kabiliyetine atfen kullanılır. Ekolojik ekonomi çevresel kaliteye oranla bir ekonomik sistemin girdilerinin ve çıktılarının yani toplumsal metabolizmasının çalışmasını içerir.[197][199] Çevre üzerinde olumsuz etki olmaksızın GSMH büyümesini koruyabilen bir ekonomi, eko-ekonomik açıdan ayrılmış olarak nitelenir. Bunun tam olarak nasıl olacağı veya eğer mümkünse hangi oranda başarılabileceği birçok tartışmanın konusudur. 2011 yılında UNEP tarafından organize edilen Uluslararası Doğal Kaynak Paneli eğer eko-ekonomik ayırma ile ilgili ciddi adımlar atılmazsa, 2050 yılına kadar insanoğlunun, günümüzde yıllık tüketilen miktarların üç katı, yaklaşık 140 milyar ton mineral, cevher, fosil yakıt ve biyokütle kullanır duruma geleceği konusunda uyardı.[200] Rapor gelişmiş ülke toplumlarının vatandaşlarının bu dört kaynaktan toplam kişi başına yıllık ortalama 16 ton kullandığını bildirdi.(bazı gelişmiş ülkelerde bu rakam kişi başına 40 tona kadar çıkabiliyor). Kıyaslamak gerekirse, Hindistan'da ortalama olarak kişi başına 4 ton tüketiliyor. Kaynak yoğunluğu bir ürünün veya hizmetin üretimi, tüketimi ve atık yönetimi ile ilgili ne kadar su, enerji ve malzemeler gibi kaynakların kullanıldığı ile ilgilidir. Sürdürülebilirlik çalışmaları kaynak yoğunluğunu azaltmanın yollarını analiz eder. Bu azalma gelişmiş ekonomik yönetim, ürün tasarımı veya yeni bir teknolojiden kaynaklanabilir.[201]
Teknolojik verimlilik ve yeniliklerin eko-ekonomik ayırmayı başarıp başaramayacağı konusunda çakışan görüşler mevcut. Bir tarafta verimlilik uzmanları defalarca, kaynak tükenmesini ve dolayısıyla çevre kirliliğini arttırmadan kaynak kullanım yoğunluğunun dört veya beş kat düşürülebileceğini tekrarlamıştır.[202][203] Diğer tarafta teknolojik verimlilik gelişmelerinin kapsamlı bir tarihsel analizi, enerji ve materyal kullanımındaki verimlilik artışlarının neredeyse herseferinde ekonomik büyüme hızlarının gerisinde kaldığını açıkça göstermiştir. Sonuçta net olarak daha fazla kaynak kullanılmakta ve dolayısıyla daha fazla çevre kirliliği gerçekleşmektedir ve bu genelde Geritepme Etkisi veya Jevons Paradoksu sonucu olur.[204][205] Dahası bütün verimlilik artışları için termodinamik ve pratik sınırlar mevcuttur. Örneğin gıda yetiştiriliciğinde bazı belirli malzemelerin kullanılması zorunludur ve arabaları evleri ve eşyaları gerekli fonksiyonlarını kaybetmeden daha hafif ve daha ince yapmanın bir sınırı vardır.[206] Teorik ve pratik açıdan kaynak kullanım verimliliğini sonsuza kadar arttırma şansımız olmadığından aynı şekilde kaynak tüketiminde ve çevre kirliliğinde artış olmadan sonsuz bir ekonomik büyüme imkânsızdır. Kısa vadede eko-ekonomik ayrılma gerçekleştirilebilir ancak uzun vadede mümkün değildir. Sonuç olarak uzun-vade sürdürülebilirlik, Herman Daly ve ekolojik ekonomi topluluğundaki diğerlerinin onyıllardır savunduğu, toplam GSMH nın büyük oranda sabit kaldığı, sabit hal ekonomisine geçişi gerektirir.
Ekonomik büyümeyi çevresel bozulmadan kısmi olarak ayıracak başka bir çözüm önerisi "yeniden yapılandır" yaklaşımıdır.[207] Bu yaklaşım "yeniden yapılandır" fikrini bilindik "azalt, tekrar kullan, geri dönüştür" mottosunun dördüncü bileşeni olarak görmektedir. Bu niyetle hareket eden katılımcılar istemli olarak verimli kaynak kullanımı ile elde ettikleri parasal yatırımlarının küçük bir kısmını doğa koruma için bağışlamaya teşvik edilirler. Normalde parasal yatırımlar geri tepme etkisine yol açarlar ancak bir teorik analiz, bu yatırımların çok küçük bir kısmının bile bağışlanmasının, geri tepme etkisinin ortadan kaldırılmasına fazlasıyla yetebileceğini belirtir.[207]
Doğanın ekonomik önemi, artık sınırsız ve bedelsiz olarak kabul edilemeyecek, giderek azalan bir doğal hayatın pazar ile ilişkisini vurgulamak için ekosistem hizmetleri ifadesi ile belirtiliyor.[208] Genel olarak, bir emtia veya hizmet azaldıkça fiyatı artar ve bu bir kısıtlama görevi görür ve verimliliği, teknolojik yeniliği ve alternatif ürünleri teşvik eder. Ancak, bu sadece ürün veya hizmet pazar yerine düştüğünde geçerlidir.[209] Ekosistem hizmetleri genel olarak ekonomik dışsallık olarak muamele gördüğünden fiyatlandırılmamışlardır ve bu yüzden aşırı kullanılmış ve bozulmuşlardır. Bu durum bazen ortak paydaların trajedisi olarak ifade edilir.[208]
Bu dilemmaya bir yaklaşım ekovergiler, teşvikler, alınıp satılabilir karbon için izinler, ekosistem hizmetleri için ödemeler gibi pazar stratejilerini kullanarak bu dışsallıkları içselleştirmek olmuştur. Yerel borsalarla ilgili yerel para birimleri, hediye ekonomisi ve zamana bağlı para birimlerinin, yerel ekonomileri ve çevreyi desteklemek için tanıtımları yapılmıştır.[210][211] Yeşil ekonomi, eşitlik ve çevre gibi konuları ele almak için geliştirilen başka bir pazar-tabanlı girişimdir.[212] Küresel kriz ve ilgili bazı devlet politikaları dünyanın CO2 emisyonlarında son 40 yılın yıllık bazda en büyük düşüşünüde beraberinde getirecek gibi görünüyor.[213]
Çevreye bir dışsallık muamelesi yapmak sürdürülebilirlik pahasına kısa-vade kar getirebilir.[214] Sürdürülebilir işletme uygulamaları ise ekolojik endişeleri sosyal ve ekonomik olanlarla entegre eder.[215][216] Ekosistem hizmetlerini tüketen büyüme bazen ekonomik olmayan büyüme olarak isimlendirilir çünkü hayat kalitesinde düşüşe yol açar.[217][218] Bu tip bir büyümeyi minimize etmek yerel işletmelere fırsatlar yaratabilir. Örneğin, endüstriyel atık, yanlış yere konmuş ekonomik kaynak olarak değerlendirilebilir. Atık azaltımından faydalar, elden çıkarma maliyeti, çevresel cezalar ve sigorta primlerinde gerçekleşebilir. Bu, kamuoyunda iyileştirilmiş imaj nedeniyle pazar payında artışa yol açabilir.[219][220] Enerji verimliliği de giderleri düşürerek kar artışına sebep olabilir.
Bir iş fırsatı olarak sürdürülebilirlik fikri, Örgütsel Öğrenme Derneğinin Sürdürülebilirlik Konsorsiyumu, Sürdürülebilir İşletme Enstitüsü ve Dünya Sürdürülebilir Gelişme Konseyi gibi kurumların oluşmasına yol açtı.[221] Sürdürülebilir iş fırsatlarının büyümesi yeşil-yaka çalışanların ortaya çıkmasıyla yeni iş yaratılmasına katkıda bulunabilir.[222] Ticari stratejilerine sürdürülebilirliği entegre eden ilerici şirket yöneticilerine odaklanan araştırmalar sürdürülebilirlik için liderlik yetkinlik modeli ortaya çıkardı[223][224] ve yerleşik sürdürülebilirlik kavramının ortaya çıkmasına yol açtı. Yerleşik sürdürülebilirlik, yazarları Chris Laszlo ve Nadya Zhexembayeva tarafından "çevresel, sağlıkla ilgili ve sosyal değerlerin fiyat ve kalitede herhangi bir tavize yol açmadan işletme ile bütünleştirilmesi olarak açıklanıyor[225] Laszlo and Zhexembayeva'nın araştırması gösterdi ki yerleşik sürdürülebilirlik iş değeri yaratması açısından en azından 7 farklı fırsat sunar: a) daha iyi risk yönetimi, b) azaltılmış atık ve kaynak kullanımı nedeni ile artan verimlilik, c) daha iyi ürün farklılaştırma d) yeni market girişleri, e) iyileştirilmiş marka ve repütasyon, f) endüstri standartlarını etkileyebilmek için daha iyi fırsatlar ve, g) radikal yenilikler için daha iyi fırsatlar[226] Nadya Zhexembayeva'nın 2014 yılındaki araştırması kaynakların tüketilmesi ile beslenen yeniliğin, firmalar için, doğru prensipler uygulandığında, ürünlerinde ve hizmetlerinde ve aynı zamanda genel bir firma stratejisi olarak temel avantajlar ortaya çıkarabileceğini savunur.[227]
Ekososyalizm ya da ekolojik Marksizm olarak anlandırılan bir düşünce okulu, kapitalist ekonomik sistemin temel olarak sürdürülebilirliğin ekolojik ve sosyal gereksinimleri ile uygun olmadığını iddia eder.[228] Bu teori daha çok şu iddialara dayanır:
Sonuç olarak, bu analize göre:
Bu mantık ile bakıldığında, ekolojik problemlere pazar tabanlı çözümler, kapitalizmin yapısal hataları ile yüzleşmeyen teknik ayarlamalar olarak reddedilir.[237][238] Solar enerji, sürdürülebilir tarım ve enerji verimliliği gibi "düşük-riskli" teknoloji ve bilim tabanlı çözümler gereklidir ancak yeterli değildir.[239] Nükleer enerji ve iklim mühendisliği gibi "yüksek riskli" çözümler tamamıyla reddedilir.[240] Şirketlerin uygulamalarını yeşilleştirme denemeleri, aldatıcı reklam olarak kabul edilir ve genelde yenilenebilir enerji (Walmart'ın elektriğini güneş enerjisi ile sağlama teklifi gibi) uygulamalarının kaynak tüketimini azaltmanın tersi bir etkiye dolayısıyla daha fazla ekonomik büyümeye neden olduğu vurgulanır.[241] Sürdürülebilir işletme modelleri ahlaki açıdan övülmeye layık ancak kapitalizmin yarattığı sosyal dengesizlik eğilimine kayıtsız kalmış olarak görülür.[232][242] Ekososyalistlerin görüşüne göre kapitalistlerin maksimum karlarda sınırlama olmasını (ekovergiler ve koruma önlemleri) tolere etmede -ve kapitalist hükûmetlerin uygulamada- genel isteksizlikleri, çevresel reformların büyük çaplı değişiklik yapabilmesini engeller: "Tarih kapitalizmin bazı zamanlar çevresel hareketlere destek verdiğini söylese de... belirli bir noktada, sistemin temel biriktirme güdüsü etkilendiği zaman, çevresel taleplere karşı direnci artar."[243] Aynı zamanda, nihai ekolojik çöküşe kadar gerçekleşecek doğa felaketlerinin, ekonomik büyüme ve sermaye birikmesine neden olduğunu ve bu yüzden, kapitalistlerin, felaket ihtimallerini azaltmak gibi görünen bir motivasyonunun olamayacağına dikkat çekerler.[244]
Ekososyalistler kapitalizmin devrimsel nitelikte bir geçiş ile yerini ekososyalizme-insan toplumunu insan olmayan ekoloji ile uyumlu hale getirip insan ihtiyaçlarını karşılamak için tasarımlanmış ekonomik/politik/sosyal yapı- bırakmasının günümüz ekolojik krizine tek yeterli çözüm ve dolayısı ile sürdürülebilirliğe giden yek yol olduğunu savunurlar.[245] Sürdürülebilirlik sadece bilim insanları, çevreci aktivistler ve iş liderlerinin alanı değil, insanın Doğa'daki yerini yeniden tanımlayan ve insanlığın tümünü içermesi gereken bütüncül bir proje olarak görülür: "Çevrecilerin bilmesi gereken kapitalizmin çözüm değil problem olduğu ve eğer insanlık bu krizden sağ çıkabilirse, gezegen ile beraber evrimleşen yeni bir dünya yaratmak için sosyal mücadele yolu ile kullandığı insan özgürlüğü kapasitesinden dolayı olacaktır.[246]
"Stewardship", kaynakların sorumlu bir şekilde planlanmasını ve yönetilmesini içeren bir etiktir. Sürdürülebilirlik konuları "stewardship"in etik terimleri ile beraber genelde bilimsel ve çevre ile ilgili terimlerle ifade edilir ancak değişimi gerçekleştirmek uluslararası ve ulusal hukuk, kentsel planlama ve ulaşım, yerel ve bireysel yaşam tarzları ve etik tüketicilik gibi konularıda içeren sosyal bir mücadeledir.[247] İnsan hakları ve insan gelişmesi, büyük şirketlerin gücü ve çevresel adalet, küresel fakirlik ve insanların atacağı adımlar: bunların aralarındaki ilişkiler, ilk bakışta sadece kişisel tüketici ve ahlaki seçim ile ilgili görünmesine karşın, sorumluluk sahibi küresel vatandaşlığın sürdürülebilirliğin vazgeçilmez bir bileşeni olduğunu ortaya koyar.[248]
Savaş, suç ve politik yolsuzluk gibi sosyal aksamalar, kaynakları insanların ihtiyacı olan alanlardan başka alanlara yönlendirir, toplumların gelecek için planlama kapasitelerine zarar verir ve genel olarak insanların iyiliğini ve çevreyi tehdit eder.[248] Daha sürdürülebilir sosyal sistemler için geniş tabanlı stratejiler şunları içerir: özellikle gelişmekte olan ülkelerde, gelişmiş eğitim sistemi ve kadınların güçlendirilmesi; belirgin şekilde ülke içi ve ülkeler arası düzeyde zengin ve fakir arasındaki eşitlik, sosyal adalete daha fazla saygı duyulması ve nesiller arası eşitlik.[83] Tatlı su da içinde olmak üzere doğal kaynakların tükenmesi[249] kaynak savaşları ihtimalini artırmaktadır.[250] Sürdürülebilirliğin bu özelliği çevresel güvenlik olarak adlandırılır ve politik sınırları aşan akiferler ve nehirler gibi kaynakların idaresi ve okyanuslar ve atmosfer gibi paylaşılan küresel sistemlerin korunması için global çevre antlaşmaları ihtiyacı yaratır.[251]
Sürdürülebilirliğe erişebilmek için büyük ihtimalle küresel barış gerekecektir çünkü ekonomik büyüme askeri gücü belirleyen önemli faktörlerden biridir. Barış ve uluslararası işbirliği olmadığı zaman, ekonomik büyümesini sınırlayan bir ülke askerî güç açısından zayıf düşecektir. Buda ekonomik büyümesini sınırlamayan ve askerî gücünü devamlı arttıran bir ülke tarafından işgal edilmesine yol açabilir.[252] Bu gibi durumlarda sabit hal ekonomisi pek mümkün değildir. Sürdürülebilirliğe engel teşkil edebilecek olan ekonomik büyüme devam eder.
Sürdürülebilirliği sağlamak için büyük bir çalışma, yoksulluğun azaltılması konusunda gerekir. Genel kanı fakirliğin çevresel bozulmanın kaynaklarından biri olduğu yönündedir. Aynı kanı Brundtland Komisyonu Raporu-Bizim Ortak Geleceğimiz ve Milenyum Gelişme Hedefleri'nde de belirtilmiştir.[253][254] Ulusal hükûmetler ve çokuluslu kurumlarda ekonomik büyüme konularını çevresel konulardan ayırmanın imkânsız olduğu yönünde giderek artan bir algı vardır: Brundtland raporuna göre, "fakirlik çevresel problemlerin önemli bir nedeni ve sonucudur. Bu nedenle küresel fakirlik ve uluslararası eşitsizliğin altında yatan nedenleri kapsayan bir bakış açısına sahip olmadan çevresel problemlerle ilgilenme çalışmaları işe yaramayacaktır."[255] Fakirlik içinde yaşayan bireyler temel ihitiyaç (gıda ve ilaç gibi) ve genel refah kaynakları olarak yerel ekosistemlerine bağımlı olma eğilimindedirler.[256] Nüfus artışı hızlandıkça yerel ekosistemler üzerinde bu temel ihtiyaçları sağlamak için baskı oluşur. BM Nüfus fonuna göre, yüksek doğurganlık ve fakirlik arasında güçlü bir ilişki vardır ve dünyanın en fakir ülkeleri aynı zamanda en yüksek doğurganlık ve nüfus artışı rakamlarına sahiptir.[257] Fakirliği azaltma çabalarını yerel nüfus ve çevre tarafından desteklenebilecek şekilde odaklamak isteyen batı ülkeleri gelişme ajansları ve uluslararası vakıflar tarafından da sürdürülebilirlik kelimesi sıkça kullanılmaktadır. Örneğin fakirlere sularını arıtabilmek için ateşte kömür kullanarak yakmalarını öğretmek sürdürülebilir bir strateji sayılmayabilir. PET şişe kullanarak yapabilecekleri solar su dezenfektasyonu öğretmek daha mantıklı ve sürdürülebilir bir seçimdir. Kereste kaynaklarını kurutmuş bir ülkede geri dönüştürülmüş plastiklerin kereste için kullanılması bir geri dönüşüm örneğidir ve en iyi sürdürülebilir uygulamalardan biridir. Fakirliği azaltmak için sürdürülebilir uygulamalardan biri gelişmiş ülkelerden gelişmekte olan ülkelere ihraç edilmiş olan geri dönüştürülmüş malzemelerin kullanılmasıdır. Örneğin "Varlık için Köprüler" projesi, denizcilikte kullanılan büyük konteyner vinçlerinin çelik halatlarını, Asya ve Afrika'nın fakir kırsal kesimlerinde, yaya geçişi için inşa edilen köprülerin yapısal malzemesi olarak kullanmaktadır.
Murray Bookchin'e göre, insanların doğayı kontrol altına alması gerektiği fikri hiyerarşik toplumlarda yaygındır. Bookchin kapitalizm ve pazar ilişkisinin, kontrol edilmediği takdirde gezegeni sömürülmek üzere var olan bir kaynağa indirgeyeceğini iddia eder. Bu durumda doğa bir emtia olarak değerlendirilir: "Pazar tarafından insan ruhunun yağmalanması ile dünyanın sermaye tarafından yağmalanması birbirine paralel gider."[258] Bookchin tarafından bulunan Sosyal ekoloji insanlığın günümüzde yaşadığı ekolojik problemlerin hemen hepsinin fonksiyonel olmayan toplumsal ayarlanmalardan kaynaklandığı inancına dayanır. Yazarların çoğu kökü fizik, biyoloji ekonomi vs. alanlara dayanan tavsiyeleri uygulama yolunu seçmiş olsa da, Bookchin bu problemleri ancak altlarında yatan sosyal süreçleri anlayıp bu süreçlere sosyal bilimlerin doğru kavram ve yöntemlerini uygulayarak çözebileceğimizi savunur.[259]
İklim Değişikliği Ekonomisi Üzerine Stern İncelemesi'nde, iklim değişikliğine "gördüğümüz en büyük serbest piyasa başarısızlığı" örneği olarak atıfta bulunularak saf bir kapitalist yaklaşım eleştirilmiştir.[260][261]
Amerika Birleşik Devletleri söz konusu olduğunda, hükûmet ve ekonomi çevre üzerinde uzun süreli olumsuz etkilere sebep olmuştur. Çevre ile ilgili politika konuları ülkenin çevre korumayı ikinci derecede önemli konu olarak kabul ettiğini göstermiştir. Bundan kaynaklanan kesin bir ikilem "kolektif hareket problemi veya kolektif hareket ikilemi" olarak adlandırılan durumdur. Bu genellikle bireyler, firmalar ve hükûmetlerin ortak bir amaç için işbirliğine gitmelerinin herkesin faydasına olacağı bir durumda, ilgililerden biri veya daha fazlasının bu faydayı ortadan kaldıracak farklı bir yol seçmelerinde gerçekleşir.[262] Matthew Potoski ve Aseem Prakash her biri hükûmet ve ekonomi için faydalarını açıklayan 4 hücreli bir model geliştirdi. Bir firma için pazar payı ve kar oranlarında kayıplar olabilirken, Hükûmet için bir kayıp kamuoyu güvenini yitirmek olabilir.[262]
Derin ekoloji, Arne Naess tarafından başlatılmış, Dünya üzerindeki bütün varlıkların iyiliği ve yaşam formlarının zenginliği ve çeşitliliği için prensipler belirleyen bir harekettir. Hareket insan nüfusunda ve tüketiminde kayda değer bir azalma ve insan-olmayan hayatın üzerindeki insan etkilerinin azaltılması gibi konuları savunur. Bunu başarabilmek için ekolojistler yaşam standartlarının yükseltilmesinden ziyade yaşam kalitesinin iyileştirilmesini sağlayacak temel ekonomik, teknolojk ve ideolojik yapı politikalarını savunurlar. Bu prensiplere bağlı olanlar gerekli değişiklikleri yapmak zorundadırlar.[263] Milyar yıllık "Sustainocene" kavramı, insan yapılarının, insan türünün ihtiyaçlarını karşılarken (örneğin yapay fotosentez kullanarak) aynı zamanda Doğa Haklarını koruyacak, yerkürenin politika tasarılarını harekete geçirmesi için geliştirilmiştir.[264]
1. Fosil yakıtlar, yeraltı metalleri,
ve minerallere olan bağımlılığı azaltmak
2. Sentetik kimyasallar ve diğer doğal
olmayan maddelere olan bağımlılığı azaltmak
3. Doğa üzerindeki talanı azaltmak
4. İnsan ihtiyaçlarını adil ve
Sürdürülebilir yaşama bir yaklaşım, küçük ölçekli kentsel dönüşüm şehirlerinde ve kırsal ekoköylerde olduğu gibi, özellikle gıda üretiminde öz yeterlilik seviyesini en üst noktaya çıkarmış, basit yaşam prensiplerine dayanan kendi kendine yetebilen toplumlar oluşturmayı hedefler. Geniş anlamda bu prensipler biyo-bölgeselci ekonomi kavramı için zemin teşkil eder.[266] Bu yaklaşımlar genelde açık kaynaklı uygun teknolojilerin commons tabanlı bilgi paylaşımını kullanır.[267]
Temelleri kısmen Yeni Kentselcilik hareketine dayanan bazı yaklaşımlar, sürdürülebilir taşımacılığı ve sıfır emisyonlu evler kavramlarını destekleyen sürdürülebilir şehirler yaratmak ve korumak için insan yapısı çevreyi değiştirerek başarılı bir şekilde çevresel etkiyi azaltıyorlar. Küçük kentsel mahallelerde yaşayanlar durmadan genişleyen banliyölerde de yaşayanlara kıyasla daha az araç kullanırlar ve birçok açıdan daha düşük çevresel etkiye sahiptirler.[268] Küçük kentsel mahalleler ayrıca çok iyi insan atmosferi yaratır ve bisiklet kullanmak, yürümek ve toplu taşıma araçlarını kullanmaya yönelik fırsatlar yaratarak insanlar arasındaki iletişimin artmasını sağlar. İnsanların arasındaki çeşitliliğin artması insanların mutluluğunu arttırır ve daha iyi yaşam standartlarını beraberinde getirir.[269] Yeni Klasik Mimarinin güncel bir hareketi olan Sürdürülebilir mimari, akıllı büyümeye, geleneksel mimariye ve klasik tasarıma değer verip geliştirerek yapılaşmaya daha sürdürülebilir bir bakış açısı getirir.[270][271] Modern mimari ve global olarak tektip yapılaşma ile zıtlık teşkil eden sürdürülebilir mimari aynı zamanda soliter toplu konutlar ve genişleyen banliyölere de karşıdır.[272] Bu iki gelişme 1980'lerde başladı. Döngüsel akış arazi kullanım yönetimi Avrupa da kompakt şehirler ve banliyö genişlemesinden kaynaklanan yeşil arazi kullanımının azaltılmasını hedefleyen sürdürülebilir arazi kullanım kalıplarını teşvik etmek için tanıtıldı.
Büyük çaptaki toplumsal hareketler hem toplumsal seçimleri etkileyebilir hem de inşa edilen çevreyi. Eko-belediyeler bunlara bir örnek olarak gösterilebilir.[273] Eko-belediyeler, sürdürülebilirlik prensiplerine dayanan, sistem yaklaşımı kullanırlar. Eko-belediyeler hareketi, toplum üyelerini tabandan tepeye yaklaşımla dahil eden katılımcılık esasına dayalı bir harekettir. İsveç'te 70'ten fazla şehir -ülkedeki bütün belediyelerin %75'i- ortak bir sürdürülebilirlik prensipleri dizisi benimsemişler ve bunları belediye operasyonlarına sistematik şekilde uygulamışlardır. Günümüzde Birleşik Devletlerde 12 adet eko-belediye vardır ve Amerika Planlama Derneği aynı prensiplere dayanan sürdürülebilirlik hedeflerini benimsemiştir.[265]
Çevre üzerindeki etkilerini küçük, pahalı olmayan ve kolay ulaşılabilir adımlarla azaltmak isteyen bireyler için mevcut çok sayıda tavsiye var.[274][275] Ancak, küresel insan tüketimini sürdürülebilir sınırlar içinde azaltmak için gereken geçiş, toplumun her düzeyinde ve bağlamında daha büyük değişiklikler gerektiriyor[276] Birleşmiş Milletler eğitimin merkezi rolünü kabul etti ve 2005 ve 2014 yılları arasını, bizlerin "geleceğimizi garantiye almak için yeni davranış şekilleri ve uygulamalar benimsememiz için itici güç rolünü üslenen", BM-On yıllık sürdürülebilir kalkınma için eğitim süresi olarak ilan etti.[277] Dünya Doğa Fonu, problemlerin altında yatan bireysel ve materyalistik sosyal değerler ile başetmek ve insanların doğal hayatla bağlantılarını güçlendirmek için eğitiminde ötesine geçen bir sürdürülebilirlik stratejisi öneriyor.[278]
Sosyal sürdürülebilirliğin uygulanması, insan ve işçi haklarına bakılmasını ve insan trafiğini ve diğer insan haklarına risk teşkil eden unsurların önlenmesini gerektirir.[279] Bu konular türlü küresel çapta emtianın üretiminde ve tedarikinde hesaba katılmalıdır. Küresel toplum, uygulamaları sosyal sürdürülebilirliği tehdit eden birçok endüstri belirlemiştir ve bu endüstrilerin birçoğunda ürün ve hizmetlerin sosyal sürdürülebilirliğini ölçmeye yardım eden kuruluşlar vardır.[280] Ekvator Prensipleri, Adil Giyim Vakfı ve Elektronik Endüstrisi Vatandaşlık Koalisyonu bu kurum ve inisiyatiflerden bazılarıdır. Temizlik ürünleri için "Green Seal", halı üretimi için NSF-140 ve hatta ABD'de organik gıda etiketlemesi gibi ürünlerin yaşam döngüsünü belirlemek ve üretici veya dağıtıcı seviyesini belirlemek için kaynaklar mevcuttur.[281]
Sürdürülebilirliğin kültürel boyutu kültürel sürdürülebilirlik olarak bilinir. Birleşmiş Milletler, UNESCO ve özellikle de Ajanda 21 ve Kültür için Ajanda 21 (günümüzde Kültür 21 olarak bilinir) bu kavramın gelişmesinde önemli rol oynamışlardır. Kültür için Ajanda 21, 2002-2004 yılları arasında geliştirilmiş ve 2004 yılında kurulmuş olan Birleşmiş Şehirler ve Yerel Hükümetler (UCLG) tarafından koordine edilmektedir.
Sürdürülebilirlik, otantik duygulara temel oluşturması açısından turizm açısından merkezi bir kavramdır.[282] Tecrübeler; yapmacık olanlar, esas olanlarla değiştirildiğinde değer kazanır ve aynı zamanda hakiki olan için takip eden ziyaretlerin ihtimali artar. Hakiki olanlar tamir veya değişiklik için dokunulmamış tarafsız olarak otantik yerlerdir. Bu nedenle turistik bir yerde, otantik duygular sürdürülebilir turizme bağlıdır çünkü sınırlı tarihi kaynak olan turistik bir yerde hissedilen gerçek otantizm maksimizasyonu ziyaretlerin tekrarını sağlar.[283]
Bölüm günümüz bilimsel anlayışı ışığında sürdürülebilirlikle ilgili tehditleri açıklar.
2009 yılında bir grup bilim insanı dokuz gezegensel sınırı açıkladı. Sadece birini bile ihlal etmek sürdürülebilirlik için tehlike oluşturabilir. Bu sınırlar:
Gezegensel Sınırlar[284] | ||||||
---|---|---|---|---|---|---|
Yerküre-Sistem İşlemi | Kontrol Değişkeni![285]! Sınır değeri |
Güncel değer |
Sınır Aşılmış | Sanayi öncesi değer |
Yorum | |
1. İklim değişikliği | Atmosferik Karbondioksit yoğunluğu (ppm hacmen)[286] | |||||
Alternatif: radyatif güç artışı (W/m2) sanayi devriminin başlangıcından beri (~1750) | ||||||
2. Biyoçeşitlilik kaybı | (türlerin sayısı yıllık milyon) Soy tükenme oranı | |||||
3. Biyojeokimyasal | (a)antropojenik azotun atmosferden alınması (milyon ton yıllık) | |||||
(b) okyanusa giden antropojenik fosfor (milyon ton yıllık) | ||||||
4. Okyanus Asitleşmesi | aragonit yüzey denizsuyunda küresel ortalama doyum hızı (omega birimi) | |||||
5. Arazi kullanımı | Ekim için dönüştürülen arazi (yüzdelik) | |||||
6. Tatlı su | Küresel İnsan Su tüketimi (km3/yr) | |||||
7. Ozon Deliği | Stratosferik ozon konsantrasyonu (Dobson birimi) | |||||
8. Atmosferik aerosollar | Genel partiküller atmosferdeki konsantrasyonu, bölgesel olarak | |||||
9. Kimyasal kirlenme | Toksik maddeler, plastikler, endokrin bozucular, ağır metaller ve radyoaktif kombinasyon Konsantrasyonu |
2005 yılında Jared Diamond, Çöküş: Çöküş veya Varoluşu Toplumlar Nasıl Seçer isminde, içinde sürdürülebilirlik için tehlike yaratabilecek 12 temel problemi açıkladığı bir kitap yayınladı.[298]
Genel olarak sürdürülebilirliğe ulaşma stratejileri üçe ayrılabilir. Bazen öncelikler hakkında uzlaşamasalar da sürdürülebilirliği hedefleyen hükûmetlerin ve çok uluslu kurumların çoğu stratejilerin üçünü de kullanırlar. Bu üç strateji I = PAT denklemindeki şekliyle aşağıdaki gibi özetlenebilir:
Affluence: Birçoğu sürdürülebilirliğe giden en iyi yolun tüketimi azaltmak olduğuna inanır. Bu kuram en açık şekilde sabit hal ekonomisi fikrinde ifade edilir. Sabit hal ekonomisi büyümenin olmadığı bir ekonomi demektir. Plastik torbaları ortadan kaldırmak, bisikletle ulaşımı teşvik etmek ve enerji verimliliğini artırmak bu kategorideki yöntemlere örnek olarak verilebilir. Örneğin, 2019 yılında "Plastik ve İklim" raporu yayınlandı. Rapora göre 2050 yılına kadar, plastik, yerkürenin son kalan %14'lük karbon kotasını 56 milyar tonluk sera gazı emisyonu ile doldurabilir. Ayrıca ekosistem üzerinde henüz tam anlaşılmamış fitoplankton gibi olumsuz etkiler yaratabilir.[185] Raporda biyoçözünür plastikler, okyanus temizliği, yenilenebilir enerji kullanımı gibi uygulamaların fazla katkısı olmayacağını ve hatta bazı durumlarda zararı bile olabileceğinden bahseder ve tüketimi azaltmayı içeren çözüm yollarından başka seçeneğimiz olmadığını belirtir.[299]
Nüfus: Başkaları sürdürülebilirlik için en etkili çözümün nüfus kontrolü olduğunu düşünür ve bunu da doğum kontrol ve eğitim imkânlarının ulaşılabilir olmasına bağlarlar.
Teknoloji: Bununla beraber hala sürdürülebilirlik için en umut verici yolun yeni teknolojilerden geçtiğini savunanlar vardır. Bu kuram teknolojik iyimserlik kuramının bir türevi olarak düşünülebilir. Bu kategorideki popüler bir taktik yenilenebilir enerjiye geçiştir.[300][301] İklim mühendisliği, genetik mühendislik (GDOlar) ve eko-ekolojik ayrıştırma (ekonomik büyüme ve kaynak kullanımına bağlı çevresel etkilerin orantılı ilişkisini değiştirmek) bu kuramla ilgili diğer yöntemlerdir.
Ana hedefleri sürdürülebilirliği sağlamak olan kurumlar genellikle çevreci kurumlardır ve çevreci hareketin bir parçasıdırlar.
Sektöre göre:
ISO 9126 kapsamında sürdürülebilirlik yazılımın değiştirilmeye yatkınlığının ölçülmesidir ve 5 alt nitelik (karakteristik) ile inceler.