Bugünkü yazımızda Âşık Çelebi'in büyüleyici dünyasını keşfedeceğiz. Kökeninden günümüz toplumundaki önemine kadar bu konuyla ilgili tüm yönleri kapsamlı bir şekilde inceleyeceğiz. Günlük yaşamlarımız üzerindeki önemini ve etkisini anlamak için ekonomi, kültür, bilim ve teknoloji gibi farklı alanlardaki etkilerini analiz edeceğiz. Bu yazı boyunca uzmanların konuyla ilgili çeşitli bakış açıları ve görüşlerinin yanı sıra Âşık Çelebi ile ilgili deneyimlere katılmış kişilerin tanıklıklarını da öğreneceğiz. Size Âşık Çelebi hakkında daha geniş ve zenginleştirici bir vizyon kazandıracak bir keşif ve öğrenme yolculuğuna çıkmaya hazır olun.
cinsiyeti | erkek ![]() |
---|---|
vatandaşlığı | Osmanlı İmparatorluğu ![]() |
doğum tarihi | 1519 ![]() |
doğum yeri | Prizren ![]() |
ölüm tarihi | 1571 ![]() |
ölüm yeri | Üsküp ![]() |
defin yeri | Gazi Baba ![]() |
konuştuğu, yazdığı diller | Osmanlıca ![]() |
mesleği | tarihçi, yazar ![]() |
Âşık Çelebi (1519 – 1571), 16. yüzyıl şair, mütercim, yazar.
Osmanlı Devleti'nin Rumeli topraklarında kadılık Aşık Çelebi, devrinin önemli bir edebiyatçısıdır. En önemli eseri, 1568 yılında tamamladığı ve Türk edebiyatının klasik dönemi ile ilgili çalışma yapan çoğu kişinin başvuru kaynağı olan Meşâirü’ş-Şuarâ isimli tezkiresidir.
Asıl adı Pîr Mehmet'tir. Dedesinin babası Mehmet Nattâ, 14. yüzyılın sonunda Emir Sultan ile Bursa'ya gelerek yerleşmiş bir seyyîd ailesindendir[1]. Annesi, meşhur âlim ve kazasker Müeyyedzâde'nin kızıdır. Aşık Çelebi, 1520 yılında babasının Üsküp'te kadılık yaptığı sırada Prizren'de doğdu. Çok küçük yaşlarda önce annesini, on dört yaşında iken babasını kaybetti.[2]
Çocukluğunu Rumeli'de, okuma çağını İstanbul'da geçirdi. Âşık mahlasını kullandı ve bu mahlasla şiir söylemeye başladığı zaman tanındı. Daha çocukluğundan itibaren kendini edebi ve ilmi bir muhit içinde bulan Âşık Çelebi ilk bilgileri öğrendikten sonra mesnevi şairi Surûrî, Taşköprülüzâde, Arapzâde, Saçlı Emir, Hasan Çelebi, Ebussuud Efendi ile eniştesi Muhîddîn Fenârî gibi büyüklerden ders aldı.
Tezkîresini yazabilmek için gereken bilgileri İstanbul'da öğrencilik yıllarında karıştığı edebi çevrelerde toplamaya başladı. Bu devirde başta Zatî, Hayâlî ve Yahya Bey olmak üzere devrin birçok büyük şairi ile tanıştı.
Öğrenimini tmamladıktan sonra memurluk yaptı. İlk görevi, Bursa Mahkemesi'nde kâtiplik idi. Daha sonra Emir Sultan Vakıfları'na mütevelli tayin edildi. Burada beş yıl görev yaptı. Bursa'da bulunduğu sırada Bursa Şehrengizi adlı eserini yazdı.[3] Bursa vakıflarını teftiş eden Rûşenizâde'nin kendisi hakkında iyi bir rapor vermemesi sonucu Bursa'daki görevinden vazifeden azledildi ve İstanbul'a döndü.[1]
Eski hocası Gisû sayesinde İstanbul'da mahkeme kâtipliğinde bulundu. Daha sonra Ebussuud Efendi'nin fetva kâtipliğini yaptı. Âşık Çelebi, hocası Muhyîddîn'in ölmesi sebebiyle, zorlukla da olsa, icazetnamesini aldı. Emîr Gisû'nun destekleriyle mülazım oldu. İlk kadılık görevine Silivri'de başladı. Daha sonra kendisini Silivri'den Priştine'ye naklettirdi. Priştine'den Serfiçe'ye oradan Narda'ya tayin edildi. Burada da fazla kalamayan Âşık Çelebi, Manavgat'a bağlı Alâiye'ye (Alanya) kadı olarak gönderildi.
“ | Halk içinde mu'teber bir nesne yok devlet gibi Olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi. |
„ |
matlalı gazeline yazdığı tahmis üzerine 1563'te Niğbolu kadılığına tayin edildi. Burada çok mutlu olduğunu tezkiresindeki Tuna redifli manzumesinden öğrenmekteyiz. Bir hadise üzerine tekrar azledilen Âşık Çelebi bu aziller ve tayinlerle bir müddet daha kadılık yaptıktan sonra 1568-1569 tarihinde 426 şairi tanıttığı tezkiresini tamamlayarak II. Selim'e, Şakayık Zeyl'î yazarak Sokollu Mehmet Paşa'ya takdim etti. Bunun üzerine ölünceye kadar aynı vazifede kalmak şartıyla Üsküp Kadılığına tayin edildi. Üsküp'te yakalandığı zatülcenb hastalığından kurtulamayarak 1572 yılında öldü.
Üsküp'teki mezarına daha sonra türbe yaptırılmış; türbe, 1963 Üsküp depreminde yıkılmıştır. Türbesinin bulunduğu alan halk arasında Gazi Baba veya Kadı Baba Türbesi olarak anılmaktadır.[3]
Âşık Çelebi, rind meşreb, hoş sohbet, arkadaş canlısı, vefakâr ve zeki bir kişi ve çok keskin bir gözlemci idi. Bu özellikleri ünlü eseri Meşâirü'ş-Şuarada açıkça görülmektedir. Mahlas olarak Âşık adını seçmesi ise onun güzelliklere düşkünlüğünü ve hayata bağlılığını gösterir.
Türkçeden başka Arapça ve Farsçayı da çok iyi bilen Âşık Çelebi asıl şöhretini klasik Tür edebiyatının en önemli ve güvenilir kaynaklarından biri kabul edilen tezkiresi ile yapmıştır. Tezkiresinde kullandığı süslü nesir üslubu da ayrıca eserin bir özelliğini teşkil etmektedir. Arkadaşlarını, eğlence yerlerine kişilerin özel hayatı ile ilgili ayrıntıları öylesine güzel bir dille anlatır ki canlı tasvirleri ile okuyucuyu adeta çizdiği tablonun içine çeker. Nesrine göre, nazmı oldukça basittir.