Bu maddede belli bir etnik grubun bakış açısının ağırlıkta olduğu bir tür sistemik yanlılık sorununun bulunduğu düşünülmektedir. Maddenin evrenselleştirilmesi ve uygun hâle getirilmesi için lütfen tartışmaya katılınız. Şablonu maddeden çıkarmadan önce şablonun yardım sayfasını lütfen inceleyiniz. |
Türkiye'de Kürtlere yönelik insan hakları ihlâlleri, Türkiye'de yaşayan Kürtlere karşı işlenmiş olan insan hakkı ihlallerini incelemektedir.
Osmanlı idaresinden beri süregelen çeşitli Kürt ayaklanmaları Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşu sonrası da devam etmiş ve yaşananlar önemli bir tartışma konusunu oluşturmuştur. 1926 ve 1930 yıllarında Ağrı dolaylarında görülen ayaklanmalarda binlerle ifade edilen silahlı Kürt güçlere karşı Türk hükûmeti bölgeye çok sayıda asker yığmış ve 1930'da yaşanan olaylar için çeşitli kaynakların anlatımına göre Ağrı'da 1.500 ila 15.000 arasında Kürt öldürülmüştür. Ayaklanmalara müdahale eden Türk tarafı da kayıplar vermişti. Bazı yabancı kaynaklara göre mücadelelerini düzenli olmayan savaş yöntemiyle sürdürerek bağımsızlık için çabalayan Kürtler, ayaklanma boyunca 2.000 Türk askerini öldürmüştür.
Çeşitli Türk raporlarında Kürtleşme eğilimde oldukları anlatılan ve önemli bölümü Zazaca konuşan Dersimliler ise Osmanlı yönetiminden miras kalmış bir sorun olarak görülmekteydi. Zaman zaman bulunduğu bölgeye de sindirmeye çalışan, askerle çatışan silahlı bazı Dersim aşiretleri, merkezi devlet otoritesini güçlendirmeye çalışan Türkiye tarafından önemli bir geri kalmışlık sorunu olarak sayılıyor ve reformlar gündeme getiriliyordu. Böylece 1937-38 yıllarında merkezi Türk hükûmetiyle yedi aşiret karşı karşıya geldi ve önemli kayıplar veren yedi aşiret mağlup oldu. Kaynaklar ölü sayısı ile ilgili farklı tahminler yapmaktadır. 11 bin Dersimli'nin ölümüyle sonuçlandığı tahmin edilen Dersim'deki olaylarda sert önlemlerin başvurulması dolayısıyla yaşananlar katliam boyutuyla ele alındı. Ayrıca Dersimliler, Türk çevrelerce sık sık "Dağ Türkü" olarak anıldılar.
Kürt dili, kıyafetleri, folkloru ve Kürtçe isimlerin kullanımı yasaklandı ve Kürt yerleşim bölgeleri 1946'ya kadar sıkıyönetim altında kaldı. "Kürtler", "Kürdistan" veya "Kürtçe" kelimeleri Türk hükûmeti tarafından resmen yasaklandı. 1980 askeri darbesinin ardından Kürtçe resmi ve özel hayatta resmen yasaklandı. Kürtçe konuşan, yayın yapan veya şarkı söyleyen birçok kişi tutuklandı ve hapsedildi. 1991'de yasağın kaldırılmasından bu yana Türkiye'deki Kürtler, Kürtçenin devlet okullarında bir ders olmanın yanı sıra eğitim dili olarak da ele alınmasını uzun süredir istemektedir. Günümüzde Kürtçe, özel ve devlet okullarında ana eğitim dili olarak kullanmak yasadışı olsa da Kürtçe dersi eğitimi veren okullar vardır.
1990'ların başında yapılan bazı çalışmalarda Kürt sorununun demokratik yollardan çözülmesi gerektiği fikri öne çıktı. Özgürlükçü söylem yalnızca hazırlanan raporlara değil, kimi Türk siyasetçilerin ve liderlerin konuşmalarında da yer tuttu. SHP'nin 1990'daki Kürt raporunda “Kürtçe televizyon ve radyo yayını yapılmasının önündeki yasaklar kaldırılmalıdır. Anadil yasağı kaldırılmalı, Kürtler kendilerini hayatın her alanında özgürce ifade edebilmelidir” denildi.
Adnan Kahveci'nin raporunda “Kürt realitesi, Kürt kimliği ve dili kabul edilerek Kürtlerin siyasal hakları verilmelidir” denildi. "Demokrasi Türk ve Kürtlerin hakkıdır" denilen ANAP raporunda ise Kürtlerin kendilerini anlatabilecekleri düzenlemelere gidilmesi gerektiği görüşü anlatıldı. CHP'nin 1999 yılındaki raporunda ise demokratik yaklaşımın sorunları çözebileceğine dikkat çekildi.
Türkiye-PKK çatışması sırasında Kürt nüfuslu köylere ve kasabalara gıda ambargosu uygulandı. Birçok Kürt, Türk güvenlik güçleri tarafından köylerinden zorla sınır dışı edildi. Birçok köyün yakıldığı veya yıkıldığını bildirildi. 1990'lar boyunca ve 2000'lerin başında, Kürtlerin çıkarlarını temsil etmeyi savunan siyasi partiler yasaklandı. 2013'te Türk hükûmeti ile PKK arasında silah bırakma 2015'e kadar etkili bir biçimde şiddeti sona erdirdi fakat Türkiye-IŞİD çatışmasıyla ve 22 Temmuz 2015'te Ceylanpınar'da 2 polisin PKK militanları tarafından öldürülmesiyle iki taraf arasındaki çatışma yeniden ortaya çıktı. Kürt toplumunun taleplerini savunduğunu iddia eden Halkların Demokrat Partisi'nin şubeleriyle genel merkezleri, çeşitli saldırılara maruz kaldı.
Türkiye-PKK çatışması boyunca; Güneydoğu ve Doğu Anadolu bölgelerinde yaşanan bazı olaylardan ötürü, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi; bu bölgelerde çeşitli insan hakları ihlalleri gerçekleştiği nedeniyle Türkiye'yi suçlamaktadır. Birçok hüküm Kürt sivillere karşı gerçekleştirilen sistematik infaz, işkence, zorla yerinden edilme, köylerinin yok edilmesi, Kürt gazetecileri, aktivistleri ve siyasetçilerinin keyfi tutuklanması, öldürülmesi ve ortadan kaybolması hakkındadır.
Türkiye'de eğitim sistemindeki tek eğitim dili Türkçedir ve kamu eğitim sisteminde Kürtçe ana dil olarak kabul edilmemektedir. Türkiye'deki Kürtler, Kürtçenin devlet okullarında bir ders olmanın yanı sıra eğitim dili olarak da ele alınmasını uzun süredir istemektedir. Deneme amaçlı açılan özel Kürtçe öğreten okullar, yerel halkın ekonomik durumunun kötü olması nedeniyle 2004'te kapatıldı. Günümüzde Kürtçe eğitim veren çok sayıda onaylanmamış özel okul mevcuttur.
Kürtçe, üniversitelerde ders olarak okutulmaktadır. Birkaç özel kurs da Kürtçe öğretim gerçekleştirilmektedir. Bununla beraber, Kürtçe seçmeli bir ders olarak bazı ortaokul ve liselerde okutulmaktadır.
Türkiye Kürtlerinin yoğun nüfusuna bağlı olarak yönetime gelen hükûmetler, PKK'nın 1984'te başlattığı silahlı isyandan bu yana Kürt kimliği ifadesini Türk birliği açısından bir tehdit olarak görmüştür. Kültürel asimilasyonun ana suçlamalarından biri, devletin Kürt dilini tarihsel olarak bastırmasıyla ilgilidir. 1960'larda ve 1970'lerde yayımlanan Kürt yayınları çeşitli yasal bahanelerle kapatıldı. 1980 askeri darbesinin ardından, Kürt dili resmi kurumlarda resmen yasaklandı.
ABD Kongre üyesi Bob Filner, "Kürtçe olarak bilinen bir yaşam tarzının endişe verici bir oranda kaybolduğunu" vurgulayarak "kültürel soykırım"dan bahsetti. Mark Levene, asimilasyon uygulamaları kültürel asimilasyonla sınırlı olmadığını ve 19. yüzyılın sonlarındaki olayların 1990 yılına kadar devam ettiğini öne sürdü.
Farklı bir görüşü savunan ABD'li devlet görevlisi Paul Henze ise 1999 yılında şöyle der: "Kürtler'in, modern Türkiye gibi, nispeten istikrarlı bir ülkede yaşama avantajı yerine, başka yerde olsalardı ne durumda olurlardı sorusunu düşünmeleri gerekir. Çünkü dil ve müzik gibi alanlardaki gereksiz sınırlamalara rağmen Kürtler, Türkiye içinde serbestçe hareket etme özgürlüğüne sahipler."
Bazı akademisyenler, art arda gelen Türk hükûmetlerinin Kürtlere karşı sürdürülebilir bir soykırım programını benimsediğini ve bunların da asimilasyona yönelik olduğunu iddia etti. Bununla birlikte soykırım hipotezi, tarihçiler arasında azınlık bir bakış açısı olmaya devam etmekte ve hiçbir ulus veya büyük kuruluş tarafından desteklenmemektedir. De Montfort Üniversitesi'nde kıdemli öğretim görevlisi Desmond Fernandes, Türk makamlarının politikasını aşağıdaki kategorilere ayırmıştır:
1983-1991 yılları arasında Türkiye'nin diplomatik ilişki içinde olduğu ülkenin ilk resmi dili olmadıkça Türkçe dışındaki herhangi bir dilde tanıtım yapmak, eser basmak ya da televizyon yayını yapmak yasaktı. Bu yasak teknik olarak herhangi bir dile uygulanmasına rağmen Kürtçe üzerinde en büyük etkiye sahipti ve Kürtçe, Kürdistan bölgesinde yaygın olarak konuşulmasına rağmen hiçbir ülkenin ilk resmi dili değildi.
Haziran 2004'te Türkiye'nin devlet televizyon kanalı TRT yarım saatlik bir Kürtçe program yayımlamaya başladı ve 8 Mart 2006'da Radyo ve Televizyon Üst Kurulu (RTÜK) iki televizyon kanalının (Gün TV ve Söz TV) ve bir radyo kanalının (Medya FM) Kürtçe olarak sınırlı bir yayın yapmasına izin verdi. Bu mevzuat, Avrupa Birliği'nin Türkiye'yle müzakerelerinde üyelik şartlarından birini yerine getirme çabası olarak yürürlüğe girmiştir. Yeni düzenleme, haftada beş saatlik radyo yayını ve dört saatlik televizyon yayına müsaade etti. Ocak 2009'da TRT, tamamen Kürtçe yayın yapan kendisine bağlı ilk televizyon kanalı olan TRT Kurdî'yi kurdu.
Bu reformlara rağmen, kamusal alanda ve devlet kurumlarında Kürtçenin kullanımı birkaç yıl öncesine kadar kısıtlıydı. 14 Haziran 2007'de İçişleri Bakanlığı, Abdullah Demirbaş'ı belediye başkanı olduğu Diyarbakır'ın Sur ilçesindeki görevinden aldı. Ayrıca belediye meclisinin seçilmiş üyeleri de görevlerinden alındı. Danıştay, bakanlığın kararını onaylayarak "Türkçe dışındaki dillerde kültür, sanat, çevre, şehir temizliği ve sağlık gibi çeşitli belediye hizmetleri hakkında bilgi vermenin Anayasa'ya aykırı" olduğuna hükmetti.
Bir başka olayda, Diyarbakır Belediye Başkanı Osman Baydemir, benzer bir dizi sorgulamaya ve yargı sürecine maruz kaldı. Baydemir'in TBMM başkan ve üyeleri ile çeşitli devlet erkanına "Sersala We Piroz Be" (Yeni yılınız kutlu olsun) yazılı yeni yıl kutlama tebriği göndermesi iddiaları üzerine İçişleri Bakanlığı Mülkiye Başmüfettişleri'nce soruşturma açıldı. Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı'na gönderilen raporda "2006 yılına ait yeni yıl kutlama tebriğinde 'Sersala We Piroz Be' (Yeni yılınız kutlu olsun) şeklinde Kürtçe cümle kullandığı ve resmi belediye başkanı sıfatı ile gönderilen yılbaşı kutlama kartında kullanılan Kürtçe sözcüklerinin Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nın 3. maddesinde yer alan 'Türkiye devleti, ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütündür. Dili Türkçedir' şeklindeki düzenlemelere açıkça aykırı olduğu ve yine Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanı Osman Baydemir'in 1353 sayılı Türk Harflerinin Kabul ve Tatbiki Hakkında Kanun, 805 sayılı İktisadi Müesseselerde Mecburi Türkçe Kullanılması Hakkında Kanun ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'na aykırı hareket ettiği gerekçesi ile genel hükümlere göre yargılanması için ilgili başsavcılıkça işlem yapılması gerekmektedir denildi.
Günümüzde ise bu sorunlar bir süre için çözümlenmiş durumda. Belediyenin resmi web sitesi Türkçe, Kürtçe, Zazaca ve İngilizce yayın yapmaktadır.
Parti | Yasaklanma yılı |
---|---|
Halkın Emek Partisi (HEP) | 1993 |
Özgürlük ve Demokrasi Partisi (ÖZDEP) | 1993 |
Demokrasi Partisi (DEP) | 1994 |
Halkın Demokrasi Partisi (HADEP) | 2003 |
Demokratik Toplum Partisi (DTP) | 2009 |
Türkiye Anayasası, siyasi partilerin kurulurken etnik kimliğe dayanmasını yasaklamaktadır. PKK'yı desteklediği gerekçesiyle pek çok Kürt siyasi partisi Türkiye Anayasa Mahkemesi tarafından kapatıldı. 2012'de Halkların Demokratik Partisi kuruldu ve Kasım 2015 seçimlerinden sonra mecliste 50 sandalye alarak günümüzde hâlâ faaliyetine devam etmektedir.
Türkiye'de 2014 yılından sonra isminde "Kürdistan" geçen Türkiye Kürdistan Demokrat Partisi (PDK-T), Kürdistan Sosyalist Partisi (PSK), Kürdistan Özgürlük Partisi (PAK) ve Kürdistan Komünist Partisi (KKP) kurulmuştur. Ancak Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından, isimlerinde Kürdistan ibaresi bulunduğu ve programlarında Kürt ve Kürdistan sorununun çözümüne ilişkin önerilerinin Anayasa'ya aykırı olduğu gerekçesiyle 2019 yılında KKP, PAK, PSK ve PDK-T hakkında kapatma davası açılmıştır.
20. yüzyılın başlarında meydana gelen Jön Türk Devrimi ve Türk milliyetçiliğinin ortaya çıkışıyla azınlıkların (özellikle Ermeniler, Süryaniler ve Kürtler) yok edilmesi veya asimilasyonu yinelenen bir durum olmuştur.
1980'lerde ve 1990'larda Türkiye, Güneydoğu Anadolu Bölgesi'nde bulunan binlerce köyü boşaltmış; burada yaşayan insanları Türkiye'nin diğer bölgelerine göç ettirerek Güneydoğu Anadolu Bölgesi'nin kırsal alanlarında yaşayan çok sayıda vatandaşı bölgede yaşanan Türkiye-PKK çatışmasından dolayı yerinden etmiştir. Türk hükûmeti, yaşanan bu zorunlu yer değiştirmelerin Kürtleri, Kürt militan örgütü PKK'dan koruma amaçlı olduğunu iddia etmektedir.
Türkiye ile PKK arasındaki çatışmalar, ABD Dışişleri Bakanlığı tarafından hazırlanan bir rapora göre yaklaşık 30 bin insanın hayatını kaybetmesi ile sonuçlanmıştır.