Bugünkü yazımızda II. Dünya Savaşı'in büyüleyici dünyasına dalacağız. Bu konuyla ilgili ilginiz veya önceki bilgileriniz ne olursa olsun, anlayışınızı zenginleştirecek yeni ve alakalı bilgiler bulacağınızdan eminiz. Kökeninden bugünkü önemine kadar, tüm önemli yönleri keşfedeceğiz ve II. Dünya Savaşı hakkında daha fazlasını öğrenmeye ve keşfetmeye devam etmenizi teşvik edecek ilginç gerçekleri ve gerçekleri size sunacağız. Kendinizi heyecan verici ve zenginleştirici bir yolculuğa kaptırmaya hazır olun!
II. Dünya Savaşı | |||||||
---|---|---|---|---|---|---|---|
Sol üstten saat yönünde:
| |||||||
| |||||||
Taraflar | |||||||
Müttefikler | Mihver | ||||||
Komutanlar ve liderler | |||||||
Ana Müttefik liderleri: | Ana Mihver liderleri: | ||||||
Kayıplar | |||||||
|
|
II. Dünya Savaşı, 1939'dan 1945'e kadar süren küresel savaştır. Savaşa dönemin büyük güçleri ve dünya ülkelerinin büyük çoğunluğu katıldı, Müttefikler ve Mihver olmak üzere iki karşıt askerî ittifak kuruldu. 30'dan fazla ülkeden gelen 100 milyondan fazla personelin doğrudan katıldığı bu topyekûn savaşta, savaşın büyük tarafları tüm ekonomik, endüstriyel ve bilimsel kapasitelerini savaş için seferber ettiler. 70 ila 85 milyon ölümle sonuçlanan II. Dünya Savaşı, insanlık tarihindeki en ölümcül savaştı ve savaş boyunca askerî personelden daha çok sivil kayıp verildi. Milyonlarca insan soykırımdan (Holokost gibi), planlanmış açlık ölümlerinden, katliamlardan ve hastalıklardan öldü. Tanklar, zırhlı araçlar, savaş uçakları, stratejik bombardımanlar, uçak gemileri, radar ve sonar, nükleer silahların geliştirilmesi ve roketler gibi birçok savaş teknolojisi savaşta önemli rol oynadı.
II. Dünya Savaşı'nın 1 Eylül 1939'da Almanya'nın Polonya'yı istila etmesi ve ardından 3 Eylül'de Birleşik Krallık ve Fransa'nın Almanya'ya savaş ilan etmesiyle başladığı kabul edilir. 1939'un sonlarından 1941'in başlarına kadar; Almanya bir dizi harekât ve antlaşma ile Kıta Avrupası'nın çoğunu istila etti ve kontrolü altına aldı. Ayrıca İtalya, Japonya ve diğer ülkeler ile Mihver ittifakını kurdu. Ağustos 1939'daki Alman-Sovyet Saldırmazlık Paktı ile Almanya ve Sovyetler Birliği, Polonya'yı paylaştı ve istila etti. Bu saldırmazlık anlaşmasından yararlanan Sovyetler Birliği Finlandiya ve Romanya'nın bir kısmını, Baltık devletlerinin ise tamamını ilhak etti. Kuzey Afrika ve Doğu Afrika'da harekâtların başlamasının ve 1940'ın ortalarında Fransa'nın 6 hafta içerisinde çöküşünün ardından savaş çoğunlukla Avrupalı Mihver devletleri ve Britanya İmparatorluğu arasında Balkanlar'daki harekâtlarla, Atlantik Savaşı'yla, Britanya'da hava savaşıyla ve Blitz'le devam etti. 22 Haziran 1941'de başlarında Almanya, Avrupalı Mihver devletleri ile Sovyetler Birliği'ni istila ederek tarihin en büyük kara cephesi olan Doğu Cephesi'ni açtı ve Mihver'i, özellikle de Alman Wehrmacht'ını bir yıpratma savaşına soktu. Almanya'nın Sovyetler Birliği seferine Japon İmparatorluğu dahil olmadı.
Asya ve Pasifik üzerinde hükmetmeyi amaçlayan Japonya, 1937'den beri Çin Cumhuriyeti ile savaş içerisindeydi. Aralık 1941'de Japonya, Güneydoğu Asya ve Orta Pasifik'te bulunan Amerikan ve İngiliz topraklarının ve kolonilerinin neredeyse tamamına Pearl Harbor Saldırısı gibi eşzamanlı saldırılar düzenledi. ABD'nin ve Birleşik Krallık'ın Japonya'ya savaş ilanından sonra Avrupalı Mihver devletleri, müttefikleri ile dayanışma içinde ABD'ye savaş ilan etti. Japonya kısa süre içinde Batı Pasifik'in çoğunu ele geçirdi 1942'de Midway Muharebesi'ni kaybetmelerinin ardından ilerlemeleri durduruldu. Daha sonra Almanya ile İtalya Kuzey Afrika'da müttefik güçlerine ve Stalingrad'da Sovyetler Birliği'ne karşı ağır yenilgilere uğradı. 1943'teki aksilikler (örneğin Doğu Cephesi'ndeki bir seri Alman yenilgisi, Müttefiklerin Sicilya'yı ve İtalyan anakarasını istilası ve Pasifik'teki müttefik harekâtı) Mihver'i bütün cephelerde stratejik geri çekilmeler yapmaya zorladı. 1944'te Batılı Müttefikler Alman işgali altındaki Fransa'yı geri aldı ve Sovyetler Birliği Mihver güçlerini topraklarından tamamen atıp Almanya'yı istila etmeye başladı. 1944 ve 1945 boyunca, Japonya'nın Çin'deki ilerlemeleri tersine dönerken, Müttefikler Japon Donanması'na önemli darbeler vurdu ve stratejik Batı Pasifik adalarını ele geçirdi.
Avrupa'daki savaş, Alman işgali altındaki bölgelerin özgürleştirilmesi, Sovyetler Birliği'nin ve Batılı Müttefiklerin Almanya'yı istilası, Berlin Muharebesi, Adolf Hitler'in intiharı ve 8 Mayıs 1945'te Almanya'nın koşulsuz teslimiyetiyle sonuçlandı. 26 Temmuz 1945'te Müttefiklerin Potsdam Konferansı'ndan ve Japonya'nın bu şartlara göre teslim olmayı reddetmesinin ardından, ABD ilk atom bombalarını 6 Ağustos 1945'te Hiroşima'ya ve 9 Ağustos'ta Nagazaki'ye attı. Japon adalarının potansiyel bir istilası, ek atom bombası saldırıları olasılığı ve 9 Ağustos'ta Japonya'ya karşı Sovyetlerin savaşa girmesi ve Mançurya'yı istilasıyla karşı karşıya kalan Japonya, 15 Ağustos 1945'te teslim olmaya niyetini açıkladı ve Asya'da Müttefikler zafer elde etti. Savaşın ardından, Almanya ve Japonya işgal edildi ve Alman ve Japon liderlere karşı savaş suçları mahkemeleri açıldı. Çoğunlukla Yunanistan ve Yugoslavya'da işlenmiş belgeli savaş suçlarına rağmen, İtalyan liderler ve generaller diplomatik faaliyetler sayesinde genellikle cezalar ile karşı karşıya kalmadılar.
II. Dünya Savaşı, dünyanın siyasi gruplaşmasını ve sosyal yapısını değiştirdi. Birleşmiş Milletler (BM), uluslararası işbirliğini geliştirmek ve gelecekteki potansiyel çatışmaları önlemek için kuruldu ve muzaffer büyük güçler (Çin, Fransa, Sovyetler Birliği, Birleşik Krallık ve ABD) Güvenlik Konseyi'nin daimi üyeleri oldu. Sovyetler Birliği ve ABD rakip süper güçler olarak ortaya çıktı ve bu neredeyse yarım yüzyıl süren Soğuk Savaş için zemin hazırladı. Avrupa'nın savaştan gördüğü büyük zararın ardından, büyük güçlerinin etkisi azaldı ve bu Asya ile Afrika'nın dekolonizasyonunu tetikledi. Endüstrileri zarar gören çoğu ülke ekonomik iyileşme ve genişlemeye yöneldi. Siyasi bütünleşme, özellikle Avrupa'da, gelecekteki düşmanlıkları önleme, savaş öncesi düşmanlıkları sona erdirme ve ortak bir kimlik oluşturma çabası ile başladı.
Avrupa’daki savaşın genellikle 1 Eylül 1939’da[1][2] Polonya Seferi ile ve iki gün sonra Birleşik Krallık ve Fransa'nın Almanya'ya savaş ilanıyla başlandığı kabul edilir. Pasifik'te savaşın başlama tarihi olarak kabul edilen tarihlerin arasında ise, İkinci Çin-Japon Savaşı'nın başladığı 7 Temmuz 1937[3][4] ve Japonya'nın Mançurya'yı istila ettiği 19 Eylül 1931 yer alır.[5][6][7]
Diğer bazı görüşler ise, Çin-Japon Savaşı ile Avrupa ve kolonilerindeki savaşın eşzamanlı olarak gerçekleştiğini ve iki savaşın 1941'de birleştiğini savunan İngiliz tarihçi A.J.P. Taylor'ın görüşlerini takip eder.[8][9] II. Dünya Savaşı için kullanılan diğer başlangıç tarihlerinin arasında II. İtalya-Habeşistan Savaşı'nın başladığı 3 Ekim 1935 bulunur.[10][11][12] Bunun yanında, Hem I. hem de II. Dünya Savaşı'nın aynı "Avrupa İç Savaşı" veya "İkinci Otuz Yıl Savaşı" nın bir parçası olduğu görüşü de vardır.[13][14] İngiliz tarihçi Antony Beevor, II. Dünya Savaşı'nın başlangıcını Mayıs'tan Eylül 1939'a kadar Sovyetler Birliği ile Moğolistan ve Japonya güçleri arasında savaşılan Halhin Gol Muharebesi olarak belirler.[15]
Savaşın bitiş tarihi hakkında da evrensel bir fikir birliği yoktur. O zamanlarda savaşın, 2 Eylül 1945'te Japonya'nın resmen teslim olarak Asya'daki savaşı resmen bitirmesi ile değil, 14 Ağustos 1945'teki ateşkes antlaşması ile sonlandığı kabul görüyordu. Japonya ve Müttefikler arasında bir barış antlaşması, 1951'de imzalandı.[16] 1990'da Almanya'nın geleceğini ilgilendiren bir antlaşma, Doğu ve Batı Almanya'nın yeniden birleşmesine zemin hazırladı ve bu, II. Dünya Savaşı'nın sebep olduğu savaş sonrası sorunların çoğunu çözdü.[17] Kuril adaları anlaşmazlığı sebebiyle Japonya ile Sovyetler Birliği arasında hiçbir zaman resmi bir barış antlaşması imzalanmadı.[18]
I. Dünya Savaşı, İttifak Devletleri'nin (Avusturya-Macaristan, Almanya, Bulgaristan ve Osmanlı İmparatorluğu) yenilgisi ve 1917'de Bolşeviklerin Rusya'da iktidarı ele geçirerek Sovyetler Birliği'ni kurması ile Avrupa siyasi haritasını kökten değiştirdi. Bu sırada, Fransa, Belçika, İtalya, Romanya ve Yunanistan gibi muzaffer İtilaf Devletleri savaşın bir sonucu olarak yeni topraklar kazandılar ve Avusturya-Macaristan, Osmanlı ve Rus İmparatorluklarının çöküşünden yeni ulus devletler meydana geldi.
Milletler Cemiyeti, gelecekteki potansiyel bir dünya savaşını önlemek için 1919'da Paris Barış Konferansı sırasında kuruldu. Organizasyonun temel amaçları, kolektif güvenlik yoluyla silahlı çatışmayı önlemek, silahsızlanmak ve barışçıl müzakereler ve tahkim yoluyla uluslararası anlaşmazlıkları çözmekti.
I. Dünya Savaşı'ndan sonra ortaya çıkan güçlü pasifist görüşlere rağmen,[19] aynı dönemde birçok Avrupa ülkesinde irredantizm ve intikamcı milliyetçilik gelişmeye başladı. Bu görüşler özellikle, Versay Barış Antlaşması tarafından dayatılan önemli toprak, sömürge ve ekonomi kayıpları nedeniyle Almanya'da belirgindi. Antlaşma nedeniyle Almanya, Avrupa'daki topraklarının %13'ünü ve denizaşırı topraklarının tümünü kaybetti, diğer devletleri ilhak etmesi yasaklandı, tazminat ödemek zorunda bırakıldı ve ülkenin silahlı kuvvetlerinin büyüklüğüne ve ekipmanlarına sınırlar getirildi.[20]
1918-1919 Alman Devrimi ile Alman İmparatorluğu yıkıldı ve daha sonra Weimar Cumhuriyeti olarak bilinecek olan demokratik bir hükûmet kuruldu. İki savaş arası dönem boyunca, yeni kurulan cumhuriyetin destekçileri ile hem sağ hem de sol görüşlü sert muhalifler arasında çekişme görüldü. Bir İtilaf müttefiki olan İtalya, savaş sonrası bazı toprak kazanımları elde etti; ancak İtalyan milliyetçileri, Birleşik Krallık ve Fransa'nın İtalyanların savaşa girişini sağlamak için verdikleri sözlerin barış antlaşmasında yerine getirilmemesi yüzünden öfkeliydiler. 1922'den 1925'e kadar, Benito Mussolini önderliğindeki faşist hareket; temsili demokrasiyi ortadan kaldıran, sosyalist, sol ve liberal güçlere baskı uygulayan ve İtalya'yı bir büyük güç yapıp bir "Yeni Roma İmparatorluğu" yaratma sözü veren yayılmacı bir dış politika izleyen milliyetçi, totaliter ve sınıf işbirlikçisi bir ideoloji ile İtalya'da iktidarı ele geçirdi.[21]
Adolf Hitler, 1923'te Alman hükûmetini devirmeye yönelik başarısız bir darbe girişiminden sonra 1933'te Almanya Şansölyesi oldu. Hitler kaleme aldığı Kavgam kitabında tek hedeflerinin Versay Antlaşmasını yürürlükten kaldırmak olmadığını; komünizmi yenmeyi ve Avrupa temelli olarak bütün dünyada Alman ırkının egemenliğini sağlamanın da hedeflerine dahil olduğunu açıklamıştı. İktidara geldikten sonra demokrasiyi kaldırdı ve kısa süre sonra büyük bir tekrar silahlanma gayreti başlattı.[22] Hitler'in şansölye olmasına kadar Batı'yı sık sık eleştiren Stalin, Hitler'in şansölye olması sonrası 1934 yılında Milletler Cemiyeti'ne katıldı ve uluslararası kolektif güvenliği savunmaya başladı. Stalin'in bu hamleleri sonrası Amerika Birleşik Devletleri Moskova'ya birtakım heyetler gönderdi. Nazi yayılmasından çekinen Fransa da Sovyetler Birliği ile ilişkiler kurmak için çeşitli adımlar attı.[23]
Bu sırada Fransa, ittifakını güvence altına almak için, İtalya'nın sömürge olarak istediği Etiyopya'yı istila etmesine göz yumdu. Durum, 1935'in başlarında Saar Bölgesi'nin Almanya ile yasal olarak yeniden birleşmesi ve Hitler'in tekrar silahlanma programını hızlandırıp zorunlu askerliği başlatarak Versay Antlaşması'nı ihlal etmesi ile daha da kötüleşti.[24]
Toprakları genişleyen Romanya ile yeni kurulan Polonya ittifak kurdular. (İttifak Nazi Almanyası Polonya’ya savaş açınca ittifak Romanya tarafından bozulmuştur.)
Birleşik Krallık, Fransa ve İtalya, Almanya'yı kontrol altına almak için Nisan 1935'te askerî küreselleşme yolunda önemli bir adım olan Stresa Antlaşması'nı imzaladı; ancak aynı yılın Haziran ayında Birleşik Krallık ve Almanya arasında önceki kısıtlamaları hafifleten bağımsız bir denizcilik antlaşması imzalandı. Almanya'nın Doğu Avrupa'da geniş toprakları istila hedeflerinden endişelenmeye başlayan Sovyetler Birliği, Fransa ile bir karşılıklı yardım antlaşması hazırladı. Ancak, Fransız-Sovyet paktının yürürlüğe girmeden önce Milletler Cemiyeti bürokrasisinden geçmesi gerekiyordu ve bu da antlaşmayı etkisiz kılıyordu.[25][26] Avrupa ve Asya'daki olaylarla yakından ilgilenen ABD, aynı yılın Ağustos ayında Yansızlık Yasaları'nı onadı.[27]
Mart 1936'da Hitler, Sovyetler Birliği - Fransa anlaşmalarını "kızıl tehdit" olarak nitelendirip Renanya'yı yeniden silahlandırarak Versay ve Locarno Antlaşmaları'nı ihlal etti ve yatıştırma politikası nedeniyle çok az uluslararası muhalefetle karşılaştı.[28] Ekim 1936'da, Almanya ve İtalya Roma-Berlin Mihveri'ni kurdu. Bir ay sonra, Almanya ve Japonya, İtalya'nın ertesi yıl katılacağı Anti-Komintern Paktı'nı imzaladı.[29]
Çin'deki Kuomintang partisi, 1920'lerin ortalarında bölgesel savaş ağalarına karşı bir birleşme harekâtı başlattı ve Çin'i birleştirdi; ancak kısa süre sonra ülkede, eski müttefikleri olan Çin Komünist Partisi[30] ve yeni ortaya çıkmış bölgesel savaş ağalarına karşı bir iç savaş başladı. 1931'de, hükûmetinin ülkenin Asya'yı yönetmeyi hakkı olarak gördüğü için Çin'de uzun süredir nüfuz elde etmek için fırsat arayan ve giderek militaristleşen Japon İmparatorluğu,[31] Mançurya'yı istila etmek ve Mançukuo kukla devletini kurmak için bir bahane olarak bir sahte bayrak operasyonu olan Mukden Olayı'nı gerçekleştirdi.[32]
Çin, Japonya'nın Mançurya'yı istilasını durdurması için Milletler Cemiyeti'ne başvurdu. Amerika Birleşik Devletleri, Birleşik Krallık gibi ülkeler Büyük Buhran'ın etkileriyle uğraşmaktaydı ve Japonya'nın bu istilasına askeri bir yaptırım uygulayamadı, Stalin yönetimindeki Sovyetler Birliği'yse Japonya ile ilişkileri bozmak istemedi. Japonya'nın istilasına tek yaptırım kınama oldu.[33] Japonya kınama kararı sonrası Milletler Cemiyeti'nden çekildi. İki ülke daha sonra Şanghay, Rehe ve Hebei'de 1933'teki Tanggu Ateşkesi imzalanana kadar birkaç muharebede çatıştı. Çinli gönüllüler daha sonra Mançurya, Chahar ve Suiyuan'da Japon saldırganlığına karşı direnişi sürdürdü.[34] 1936'daki Xi'an Olayı'ndan sonra, Kuomintang ve komünist kuvvetler Japonya'ya karşı beraber savaşmak için ateşkes konusunda anlaştılar.[35]
II. İtalya-Habeşistan Savaşı, Ekim 1935'te başlayan ve Mayıs 1936'da son bulan bir sömürge savaşıydı. Savaş, İtalya Krallığı'nın silahlı kuvvetleri tarafından İtalyan Somalisi ve Eritresi'nden başlatılan askerî harekât ile Etiyopya İmparatorluğu'nu istilası ile başladı.[36] Etiyopya'nın askerî işgali ve yeni oluşturulan İtalyan Doğu Afrikası'na ilhakı ile sonuçlanan savaş, ayrıca Milletler Cemiyeti'nin barışı koruma gücü olarak zayıflığını da ortaya çıkardı. Hem İtalya hem de Etiyopya cemiyete üye ülkelerdi ancak Milletler Cemiyeti, İtalya cemiyet sözleşmesinin 10. maddesini açıkça ihlal ederken etkisiz kaldı.[37] Birleşik Krallık ve Fransa, İtalya'ya işgal nedeniyle yaptırım uygulanmasını desteklediler ancak yaptırımlar tam olarak uygulanmadı ve İtalyan istilasını sona erdirmedi.[38] Daha sonra İtalya, Almanya'nın Avusturya'yı topraklarına katma hedefine olan itirazlarını sonlandırdı.[39]
İspanya'da iç savaş başladığında Hitler ve Mussolini, General Francisco Franco önderliğindeki Milliyetçi isyancılara askeri destek verdi. İtalya, Milliyetçilere Nazilerin verdiğinden daha çok destek verdi; Mussolini İspanya'ya toplamda 70.000'den fazla asker ve 6.000 havacılık personelinin yanı sıra yaklaşık 720 uçak gönderdi. Bu askerler Alman Hava Kuvvetleri tarafından desteklendi.[40] Sovyetler Birliği ise İspanya Cumhuriyeti'nin mevcut hükûmetini destekledi, hatta ana destekçisiydi. Sovyetler Birliği bu dönemde Madrid hükûmeti lehine küresel çapta propagandalar yaptı. Uluslararası Tugaylar olarak bilinen 30.000'den fazla yabancı gönüllü de ayrıca Milliyetçilere karşı savaştı. Hem Almanya hem de Sovyetler Birliği, bu vekâlet savaşını en gelişmiş silahlarını ve taktiklerini çatışmada test etmek için bir fırsat olarak kullandı. Milliyetçiler Nisan 1939'da savaşı kazandı ve artık diktatör olan Franco, savaş boyunca resmi olarak tarafsız kaldı ama çoğunlukla Mihver'e daha yakın davrandı.[41] Franco'nun Almanya ile olan en büyük işbirliği, Doğu Cephesi'nde savaşmak için gönüllülerin gönderilmesiydi.[42]
Temmuz 1937'de Japonya, tüm Çin'i istila etmeye yönelik bir askerî harekât ile sonuçlanan Marco Polo Köprüsü Olayı'nın sonrasında eski Çin imparatorluk başkenti Pekin'i ele geçirdi.[43] Kısa süre içerisinde Sovyetler, Çin ile bir saldırmazlık paktı imzaladı ve Çin'e malzeme desteği vermeye başladı; bu Çin'in Almanya ile olan işbirliğini etkin bir şekilde sona erdirdi. Eylül'den Kasım'a kadar, Japon kuvvetleri Taiyuan'a saldırdı, Niangzi Geçidi civarında Ulusal Devrimci Ordu ile çatıştı[44] ve Pingxing Geçidi'nde komünist kuvvetler ile savaştı.[45][46] Generalissimo Çan Kay Şek Şanghay'ı savunmak için en iyi ordusunu konuşlandırdı; ancak 3 aylık çatışmaların sonucunda şehir düştü. Japonlar, Çin kuvvetlerini geri püskürtmeye devam etti ve Aralık 1937'de başkent Nankin'i ele geçirdi. Nankin'in düşüşünden sonra, on binlerce veya yüz binlerce Çinli sivil ve silahsızlandırılmış asker Japonlar tarafından katledildi.[47][48]
Mart 1938'de Milliyetçi Çin kuvvetleri Tai'erzhuang'da ilk önemli zaferlerini elde etti, ama daha sonra Mayıs'ta Xuzhou Japon kuvvetleri tarafından ele geçirildi.[49] Haziran 1938'de Çin kuvvetleri, Sarı Irmak'ta yapay bir sel başlatarak Japonların ilerlemesini durdurdu; bu hamle Çinlilere Vuhan'da savunmalarını hazırlamaları için zaman kazandırdı; ancak şehir buna rağmen Ekim ayında Japonlara düştü.[50] Japon askerî zaferleri, Japonya'nın umduğunun aksine Çin direnişinin sonunu getirmedi; aksine Çin hükûmeti iç bölgelerdeki Çongçing'e taşındı ve savaşmayı sürdürdü.[51][52]
1930'ların ortalarından sonuna kadar, Mançukuo'daki Japon kuvvetleri zaman zaman Sovyetler Birliği ve Moğolistan ile sınır çatışmaları yaşadı. Japonya'nın kuzeye doğru genişlemesine dayanan Hokushin-ron doktrinine o zamanda İmparatorluk Ordusu tarafından sıcak bakılıyordu. 1939'da Hasan Gölü'nde Japonların yenilmesi, devam eden İkinci Çin-Japon Savaşı[53] ve Japon müttefiki Nazi Almanyası'nın Sovyetler ile tarafsızlık peşinde koşması nedeniyle bu politikayı sürdürmek zor olacaktı. Japonya ve Sovyetler Birliği sonunda Nisan 1941'de bir tarafsızlık paktı imzaladı; ve Japonya, Deniz Kuvvetleri tarafından desteklenen ve kuzeyin aksine güneye odaklanan Nanshin-ron doktrinini benimsedi ve bu sonunda Japonya'nın ABD ve Batılı Müttefikler ile savaşına yol açtı.[54][55]
Avrupa'da, İtalya ve Almanya giderek daha da saldırganlaşıyorlardı. Mart 1938'de Almanya, Avusturya'yı ilhak etti ve bu, diğer Avrupa ülkelerinden çok az tepki aldı.[56] Bundan cesaretlenen Hitler, Çekoslovakya'ya, etnik Alman nüfusunun yaşadığı bir bölge olan Südetler yüzünden baskı yapmaya başladı. Daha sonra Birleşik Krallık ve Fransa, İngiliz Başbakanı Neville Chamberlain'in yatıştırma politikasını izledi ve bu bölgeyi, Nazilerin başka bir toprak talebi olmaması karşılığında Çekoslovak hükûmetinin isteklerine karşı yapılan Münih Antlaşması ile Almanya'ya Sovyetler Birliği'nin onayı olmaksızın teslim etti.[57] Kısa süre sonra Almanya ve İtalya, Çekoslovakya'yı Macaristan'a daha fazla toprak vermeye zorladı ve Polonya, Çekoslovakya'nın Zaolzie bölgesini ilhak etti.[58] Çeşitli tarihçiler Stalin açısından İngiltere ve Fransa'nın Almanya'ya karşı teslimiyetçi tutumunun "Nazileri doğuya doğru yönlendirmek" olarak yorumlandığını, bu sebeple Çekoslavakya'nın Münih Antlaşması'yla Hitler'e verilmesi sonrası Sovyetler Birliği'nin Hitler'le anlaşma yoluna gittiğini yazmışlardır.[59]
Almanya'nın beyan ettiği tüm talepleri Münih Antlaşması ile karşılanmış olsa da, Hitler şahsi olarak İngiliz müdahalesi yüzünden tek bir operasyonda Çekoslovakya'nın tamamını ele geçiremediği için öfkeliydi. Sonraki konuşmalarında Hitler, İngiliz ve Yahudi "savaş tacirlerine" tepki gösterdi ve Ocak 1939'da İngiliz donanmasının üstünlüğünü ortadan kaldırmak için Alman donanmasının gizlice büyütülmesini emretti. Mart 1939'da Almanya, Çekoslovakya'nın geri kalanını istila etti ve ardından Bohemya ve Moravya Protektorası ile Alman yanlısı bir bağımlı devlet olan Slovak Cumhuriyeti'ni oluşturarak ülkeyi böldü.[60] Hitler ayrıca 20 Mart 1939'da Litvanya'ya önceden Memel Bölgesi olarak bilinen Klaipėda Bölgesi'nin Almanya'ya ilhakını zorlayan bir ültimatom verdi.[61]
Paniğe kapılan Birleşik Krallık ve Fransa, Hitler'in Danzig Serbest Şehri üzerinde yeni iddialarda bulunması üzerine Polonya'nın bağımsızlığını desteklediklerini garanti etti; Nisan 1939'da İtalya Arnavutluk'u istila ettiğinde aynı garanti Romanya ve Yunanistan'a da verildi.[62] Fransa ve Birleşik Krallık'ın Polonya ile kurduğu ittifaklardan kısa süre sonra, Almanya ve İtalya Çelik Pakt ile kendi ittifaklarını resmîleştirdi.[63] Hitler, Birleşik Krallık ve Polonya'yı, Almanya'yı "kuşatmaya" çalışmakla suçladı ve Birleşik Krallık'la imzaladığı deniz antlaşması ile Polonya'yla imzaladığı saldırganlık paktını iptal etti.[64]
Alman askerleri Polonya sınırına doğru hareket etmeye devam ederken, durum Ağustos sonunda genel bir kriz hâline geldi. 23 Ağustos'ta Fransa, Birleşik Krallık ve Sovyetler Birliği arasında potansiyel bir askeri ittifakla ilgili üçlü müzakereler durduğunda,[65] Sovyetler Birliği Almanya ile bir saldırmazlık paktı imzaladı.[66] Bu paktın, Alman ve Sovyet "nüfuz alanlarını" (Almanya için batı Polonya ve Litvanya; Sovyetler Birliği için Doğu Polonya, Estonya, Letonya ve Besarabya) tanımlayan ve Polonya bağımsızlığının sürdürülüp sürdürülmeyeceği sorusunu gündeme getiren gizli bir protokolü vardı.[67] Pakt, Sovyetlerin Polonya'ya karşı gerçekleştirilen bir askerî harekâta karşı çıkma olasılığını geçersiz kıldı ve I. Dünya Savaşı'nda olduğu gibi, Almanya'nın iki cepheli bir savaşla yüzleşmek zorunda kalmayacağına dair bir güvence verdi. Bundan hemen sonra Hitler, saldırının 26 Ağustos'ta başlamasını emretti ama Birleşik Krallık'ın Polonya ile bir karşılıklı yardım antlaşması imzaladığını ve İtalya'nın tarafsızlığını koruyacağını duyunca saldırıyı ertelemeye karar verdi.[68]
Hitler, savaşın öncesinde Generalleri ile yaptığı bir toplantıda “Propaganda maksadıyla, harbin başlaması konusunda bir bahane bulacağım. Nasıl olsa galip gelenden hesap sorulmaz. Harbin yürütülmesinde önemli olan hak hukuk değil zaferin kendisidir” sözünü kullandı.[69] Birleşik Krallık'ın savaştan kaçınabilmek için yaptığı doğrudan müzakere taleplerine yanıt olarak Almanya, ilişkileri kötüleştirmek için bir bahane olmaları için Polonya'dan bazı taleplerde bulundu.[70] 29 Ağustos'ta Hitler, tam yetkili bir Polonyalı diplomatın Danzig'in Almanya tarafından ilhakını müzakere etmek üzere derhal Berlin'e gelmesini ve Danzig Koridoru'nda Alman azınlığın ayrılık için oy vereceği bir referanduma izin verilmesini istedi.[70] Polonya Alman taleplerine uymayı reddetti ve 30-31 Ağustos gecesi İngiliz büyükelçisi Nevile Henderson ile bir görüşme sırasında Ribbentrop, Almanya'nın toprak iddialarını reddedilmiş olarak gördüğünü söyledi.[71]
1 Eylül 1939'da Almanya Polonya'ya saldırınca Romanya hemen Polonya ile olan ittifakını bozdu. Nazi Almanyası istilaya bahane olarak gösterilen Gleiwitz Vakası, yani birkaç sahte bayrak operasyonunun düzenlemesinin ardından Polonya'yı istila etti.[72] Polonya'ya karşı yapılan ilk Alman saldırısı, Westerplatte'deki Polonya savunmasına karşı gerçekleşti.[73] Birleşik Krallık, Almanya'ya istilayı durdurması için bir ültimatom verdi ve ültimatomun görmezden gelinmesinin ardından, 3 Eylül'de Fransa ve Birleşik Krallık, ardından ise Avustralya, Yeni Zelanda, Güney Afrika ve Kanada, Nazi Almanyası'na savaş ilan etti. İttifak, Fransızların Saarland'a yaptığı küçük bir harekât dışında Polonya'ya doğrudan askerî destek sağlamadı.[74][75] Batılı Müttefikler ayrıca Almanya'ya karşı bir deniz ablukası başlattı; bu ülke ekonomisine ve savaş gayretine zarar verdi.[76][77][78] Almanya buna, Müttefik ticari ve savaş gemilerine karşı bir denizaltı savaşı emri vererek tepki gösterdi ve bu daha sonra Atlantik Savaşı hâline geldi.[79]
8 Eylül'de Alman askerleri Varşova'nın banliyölerine ulaştı. Polonya karşı saldırısı, Alman ilerlemesini birkaç gün boyunca durdurdu; ancak kısa süre içerisinde Wehrmacht karşı saldırıya üstün geldi ve Polonya askerlerini kuşattı. Polonya ordusundan geriye kalanlar, kuşatılmış Varşova'ya doğru ilerledi. 17 Eylül 1939'da Japonya ile ateşkes imzaladıktan sonra Sovyetler Birliği, Polonya devletinin varlığını sona erdirdiği bahanesiyle[80] doğu Polonya'yı istila etti.[81] 27 Eylül'de Varşova garnizonu Nazilere teslim oldu ve Polonya Ordusu'nun son büyük birimi 6 Ekim'de teslim oldu. Böylece II. Dünya Savaşında ilk düşen ülke olan Polonya, 36 günde düştü. Askerî yenilgiye rağmen, Polonya asla teslim olmadı; bunun yerine sürgündeki Polonya Hükûmeti'ni kurdu ve işgal altındaki Polonya'da gizli bir devlet aygıtı olarak varlığını devam ettirdi.[82] Polonyalı askerî personelin önemli bir kısmı Romanya'ya ve Baltık ülkelerine tahliye edildi; bunların birçoğu daha sonra savaşın diğer cephelerinde Mihver Devletleri'ne karşı savaştı.[83]
Almanya batı Polonya'yı ilhak edip ülkenin orta kısmında bir işgal bölgesi kurarken, Sovyetler Birliği ülkenin doğusunu ilhak etti; Polonya topraklarından bazı diğer küçük parçalar Litvanya ve Slovakya tarafından ilhak edildi. 6 Ekim'de Hitler, Polonya'nın geleceğinin yalnızca Almanya ve Sovyetler Birliği tarafından belirleneceği şartıyla Birleşik Krallık ve Fransa'ya bir barış teklifinde bulundu. Teklif reddedildi,[71] ve bunun üzerine Hitler Fransa'ya karşı bir saldırı emri verdi,[84] ancak saldırı kötü hava koşulları nedeniyle 1940 baharına kadar ertelendi.[85][86][87]
Sovyetler Birliği, Baltık devletlerini (Alman-Sovyet Saldırmazlık Paktı'na göre Sovyet nüfuz alanı altında kalan Estonya, Letonya ve Litvanya), içlerinde Sovyet birliklerinin konuşlandırılmasını öngören "karşılıklı yardım paktları" imzalamaya zorladı. Kısa süre sonra, önemli miktarlardaki Sovyet askerî birimleri ülkelere doğru harekete geçti.[88][89][90] Finlandiya benzer bir antlaşma imzalamayı ve topraklarının bir kısmını Sovyetler Birliği'ne bırakmayı reddetti. Sovyetler Birliği Kasım 1939'da Finlandiya'yı istila etti,[91] ve bunun üzerine Sovyetler Birliği, Milletler Cemiyeti'nden atıldı.[92] Ezici sayısal üstünlüğüne rağmen, Sovyet askerî başarısı asgari seviyedeydi ve Fin-Sovyet savaşı, 105 gün süren savaşın ardından Mart 1940'te Sovyetlerin Finlandiya'dan küçük miktarlarda toprak ilhak etmesi ile sona erdi.[93] Kış Savaşı sonrası Amerika Birleşik Devletleri ile Sovyetler Birliği ilişkileri bozuldu. Sovyetler Birliği ordusunun savaşı kazanamaması, zayıf bir görüntü çizmesi ve bununla birlikte Milletler Cemiyeti'nin savaşı durduramaması, Sovyetler Birliği'ne yapılan "Bakü petrollerinin bombalanması" blöfünün işe yaramaması Adolf Hitler'i cesaretlendirdi.[94]
Haziran 1940'ta, Sovyetler Birliği; Estonya, Letonya ile Litvanya'yı ve Romanya'nın Besarabya ile kuzey Bukovina bölgelerini zorla ilhak etti.[89] Bu sırada, Nazi-Sovyet siyasi yakınlaşması ve ekonomik iş birliği yavaşladı. Sovyetler Birliği, Almanya'yı dışarıda bırakarak Türkiye, Bulgaristan, Yugoslavya gibi ülkelerle ilişkilerini genişletti, bu durum Nazi Almanyası'nı rahatsız etti.[95][96][97][98] Her iki devlet de savaş hazırlıklarına başladı.[99]
Nisan 1940'ta Almanya, İsveç'ten gelen ve Müttefiklerin kesmeye çalıştığı demir cevheri tedarikini korumak için Danimarka ve Norveç'i istila etti.[100] Danimarka iki saatlik çatışmanın ardından teslim oldu, Norveç ise Müttefik desteğine rağmen iki ay içerisinde tamamen istila edildi. Birleşik Krallık'ın Norveç'teki savaştan ve yenilgiden duyduğu hoşnutsuzluk, Winston Churchill'in 10 Mayıs 1940'ta Başbakan olarak atanmasına yol açtı.[101]
Aynı gün, Naziler Fransa'ya karşı bir askerî harekât başlattı. Fransa-Almanya sınırındaki güçlü Maginot Hattı'nın savunmalarını aşmak için Almanlar Fall Gelb Harekâtı ile saldırısını tarafsız Belçika, Hollanda ve Lüksemburg'a yöneltti.[102] Daha sonra Alman askerleri, Müttefikler tarafından yanlış bir şekilde zırhlı araçlara karşı aşılamaz bir doğal bariyer olarak görülen[103] Ardenler bölgesine karşı bir taaruz gerçekleştirdi.[104][105] Yeni blitzkrieg taktiklerini başarıyla uygulayan Wehrmacht, hızla Manş Denizi'ne doğru ilerledi ve Müttefik ordularının çoğunu Lille yakınlarında kuşatarak Belçika'daki Müttefik güçlerini birbirlerinden ayırdı. Birleşik Krallık, Haziran ayı başlarında önemli sayılardaki Müttefik askerini kıtadan bölgeden tahliye etmeyi başardı; ancak bu askerler neredeyse tüm ekipmanlarını terk etmek zorunda kaldı.[106]
10 Haziran'da, İtalya hem Birleşik Krallık'a hem de Fransa'ya savaş ilan etti ve Fransa'yı istilaya başladı.[107] Naziler, zayıflamış Fransız ordusuna karşı ilerlemelerini güneye çevirdi ve 14 Haziran'da Paris, Alman ordusuna düştü. Sekiz gün sonra Fransa, Almanya ile bir ateşkes imzaladı; ülke Alman ve İtalyan işgal bölgelerine,[108] ve resmi olarak tarafsız olmasına rağmen genellikle Almanya ile beraber hareket eden Vichy Rejimi altında işgal edilmemiş bir devlete bölündü. Fransa'nın donanmasını elinde tutmasına ise izin verildi, ama 3 Temmuz'da Birleşik Krallık bu filoya saldırdı.[109]
Britanya Muharebesi,[110] Temmuz ayı başlarında Luftwaffe'nin gemilere ve limanlara düzenlediği saldırılar ile başladı.[111] Birleşik Krallık Hitler'in barış teklifini reddetti[112] ve Alman hava harekâtı Ağustos'ta başladı; ancak Alman kuvvetleri Kraliyet Hava Kuvvetleri'ni mağlup etmekte başarısız oldu; bunun bir sonucu olarak Almanya'nın Britanya'yı işgali planı ile İzlanda'yı işgali planı süresiz ertelendi. Alman stratejik bombardımanları Blitz sırasında Londra ve diğer İngiliz şehirleri üzerinde yoğunlaştı; ancak İngiliz savaş gayretini engellemekte başarısız oldu[111] ve Mayıs 1941'de büyük ölçüde sona erdi.[113]
Yeni ele geçirilen Fransız limanlarını kullanan Alman Donanması, Atlantik'teki İngiliz gemilerine karşı U-botları kullanarak genişletilmiş Kraliyet Donanması'na karşı bir başarı elde etti.[114] İngiliz Anavatan Filosu, 27 Mayıs 1941'de Alman zırhlısı Bismarck'ı batırarak önemli bir zafer elde etti.[115][116]
Kasım 1939'da ABD, Çin'e ve Batılı Müttefikler'e yardım edebilmek için önlemler aldı ve Yansızlık Yasaları'nı Müttefiklerin "peşin ödeyerek" alımlarına izin verecek şekilde değiştirdi.[117] 1940'ta Almanya'nın Paris'i ele geçirmesinin ardından ABD, donanmasının boyutunu büyük ölçüde arttırmaya başladı. Eylül ayında ABD, sadece İngiliz üsleri için Amerikan muhriplerinin satılmasını da kabul etti.[118] Bunlara rağmen Amerikan halkının büyük çoğunluğu, 1941'e kadar savaşa herhangi bir doğrudan askerî müdahaleye karşı çıkmaya devam etti.[119] Aralık 1940'ta Franklin D. Roosevelt, Hitler'i dünyayı istila etmeyi planlamakla suçladı ve Mihver ile herhangi bir müzakereyi; yararsız olduğunu söyleyip ABD'yi "demokrasinin cephaneliği" haline getirme çağrısı yaparak ve İngiliz savaş gayretini desteklemek için Land-Lease programlarını teşvik ederek reddetti.[112] ABD, Almanya'ya karşı kapsamlı bir askerî harekât için stratejik planlamaya başladı.[120]
Eylül 1940'ın sonunda Tripartite Paktı, Japonya, İtalya ve Almanya'yı Mihver devletleri olarak resmen birleştirdi. Tripartite Paktı, bir Mihver devletine saldıran, Sovyetler Birliği istisnası dışında herhangi bir ülkenin Mihver'in hepsine karşı savaşmak zorunda kalacağını belirtiyordu.[121] Mihver, Kasım 1940'ta Macaristan, Slovakya ve Romanya'nın da ittifaka katılmasıyla genişledi.[122] Romanya ve Macaristan daha sonra; Romanya'nın durumunda Sovyetler Birliği tarafından ilhak edilen toprakları geri almak, için Mihver'in Sovyetler Birliği'ne karşı olan savaşında önemli rollerde bulundu.[123]
Haziran 1940'ın başlarında İtalya Kraliyet Hava Kuvvetleri bir İngiliz denizaşırı toprağı olan Malta'ya saldırdı ve adayı kuşattı. Yaz sonundan sonbaharın başlarına kadar İtalya, İngiliz Somalisi'ni istila etti ve İngilizlerin kontrolündeki Mısır'a bir taaruz düzenledi. Ekim'de İtalya Yunanistan'a saldırdı; ancak saldırı ağır İtalyan kayıplarıyla geri püskürtüldü; harekât aylar içinde küçük bölgesel değişiklikler ile sona erdi.[124] Almanya; İtalya'ya yardım etmek, İngilizlerin orada Romanya petrol sahalarına karşı potansiyel bir tehdit oluşturacak bir yer edinmesini engellemek ve Akdeniz'deki İngiliz egemenliğine bir darbe vurmak için Balkanlar'ı istila hazırlıklarına başladı.[125][126]
Aralık 1940'ta Britanya İmparatorluğu askerleri, Mısır ve İtalyan Doğu Afrikası'ndaki İtalyan güçlerine yönelik karşı saldırılar düzenlemeye başladı.[127] Bu harekâtlar oldukça başarılı oldu; Şubat 1941'in başlarına kadar İtalya, doğu Libya'nın kontrolünü kaybetti ve çok sayıda İtalyan askeri esir alındı. İtalyan Donanması da önemli kayıplar verdi; Kraliyet Donanması Taranto'da bir uçak gemisi saldırısı ile üç İtalyan savaş gemisini hizmet dışı bıraktı ve Matapan Burnu Muharebesi'nde birkaç savaş gemisini batırdı.[128]
İtalyan mağlubiyetleri, Almanya'nın Kuzey Afrika'ya bir yurt dışı sefer kuvveti göndermesine sebep oldu ve Mart 1941'in sonunda Erwin Rommel'in Alman Afrika Kolordusu, İngiliz Milletler Topluluğu güçlerini geri püskürten bir harekât başlattı.[129] Bir aydan kısa bir süre içerisinde, Mihver kuvvetleri batı Mısır'a kadar ilerledi ve Tobruk limanını kuşattı.[130]
Mart 1941'in sonlarına doğru, Bulgaristan ve Yugoslavya Tripartite Paktı'nı imzaladı; ancak Yugoslav hükûmeti paktın imzalanmasından iki gün sonra İngiliz yanlısı milliyetçiler tarafından yapılan bir darbe ile devrildi. Almanya buna, hem Yugoslavya hem de Yunanistan'ın 6 Nisan 1941'de başlayan eşzamanlı istilalarıyla karşılık verdi; her iki ülke de bir ay içinde teslim oldu.[131] Nazilerin Balkanlar'ı istilası, Mayıs sonunda Yunanistan'ın Girit adasının havadan istilası ile tamamlandı.[132] Mihver zaferinin hızlı olmasına rağmen, Yugoslavya'da Mihver'in işgaline karşı, savaşın sonuna kadar devam eden şiddetli ve büyük çaplı bir partizan savaşı başladı.[133]
Mayıs'ta, Ortadoğu'daki İngiliz Milletler Topluluğu güçleri, Irak'ta Vichy kontrolündeki Suriye içindeki üslerden gelen Alman uçakları tarafından desteklenen bir ayaklanmayı bastırdı.[134] Haziran ve Temmuz arasında, Özgür Fransa'nın yardımı ile İngiliz kuvvetleri, Fransız denizaşırı toprakları Suriye ve Lübnan'ı istila ve işgal etti.[135]
Avrupa ve Asya'daki durumun öncesine göre nispeten istikrarlı olması üzerine Almanya, Japonya ve Sovyetler Birliği bir savaş için hazırlıklar yapmaya başladı. Sovyetler, Almanya ile arasındaki gerilimin artmasından çekinirken ve Japonya, Güneydoğu Asya'daki kaynak zengini Avrupa denizaşırı topraklarını ele geçirerek Avrupa'daki savaştan yararlanmayı planlarken, iki güç Nisan 1941'de Sovyet-Japon Tarafsızlık Paktı'nı imzaladı.[136] Diğer tarafta Naziler, düzenli olarak Sovyetler Birliği'ne karşı bir saldırı için hazırlık yapıyor ve askerlerini Sovyet sınırına yığıyordu.[137]
Hitler, Birleşik Krallık'ın savaşı bitirme tekliflerini reddetmesinin, ABD ve Sovyetler Birliği'nin er ya da geç Almanya'ya karşı savaşa gireceği umuduna dayandığına inanıyordu.[138] Bu nedenle Hitler, Almanya'nın Sovyetler ile ilişkilerini güçlendirmeye veya Sovyetler'e saldırmaya, böylece onları Birleşik Krallık için bir etken olarak ortadan kaldırmaya karar verdi. Kasım 1940'ta, Sovyetler Birliği'nin Tripartite Paktı'na katılıp katılmayacağını belirlemek için müzakereler yapıldı. Sovyetler paktı imzalamaya karşı bir ilgi gösterdi; ancak Finlandiya, Bulgaristan, Türkiye ve Japonya topraklarından Almanya'nın kabul edilemez olarak gördüğü taleplerde bulundu. 18 Aralık 1940'ta Hitler, Sovyetler Birliği'nin istilasına hazırlanmak için bir talimat yayınladı.[139]
Sovyetler Birliği istihbaratı, Amerikan istihbaratı ve İngiliz istihbaratı güvenilir raporlarla Stalin'i "olası bir Alman istilasına karşı" uyarıyor, Hitler'in Sovyetler Birliği'ne saldırmak için hevesli olduğuna dair kuvvetli ipuçları Stalin'in önüne koyuluyordu fakat İngilizler henüz geniş kapsamlı şekilde istila edilememişti. Hitler Batı'da savaşmaktaydı. Stalin bu sebeple Hitler'in hem doğuda hem batıda iki cepheli bir savaş içerisinde kalmamak için Sovyetler Birliği'ne saldıracağı fikrini görmezden geliyordu. Bununla birlikte Kızıl Ordu'nun anavatanına karşı yapılacak herhangi bir saldırıyı püskürtecek güce sahip olduğunu, Moskova'ya yürümeye çalışan herhangi bir gücün Rus toprakları içerisinde ezileceğini söylüyordu.[140]
22 Haziran 1941'de, yerel saatle 03.15'te Sovyetleri karşı bir saldırı planlamakla suçlayan Almanya, İtalya ve Romanya desteği ile Barbarossa Harekâtı'nı başlatarak insanlık tarihinin gördüğü en büyük kuvvetlerden (3,5 milyon asker, 2700 uçak, 3000 tank, 7000 topçu) birisiyle Sovyetler Birliği'ni istila etti. Kısa süre sonra Finlandiya ve Macaristan da istilaya katıldı.[141] Bu sürpriz saldırının ana hedefleri[142] Baltık bölgesi, Moskova ve Ukrayna; nihai hedef ise ilerlemeyi Hazar'dan Beyazdeniz'e kadar uzanan Arkhangelsk-Astrakhan hattı yakınında durdurmaktı. Hitler'in harekâtı düzenlemekteki amaçları; Sovyetler Birliği'ni askerî bir güç olarak ortadan kaldırmak, Komünizmi yok etmek, yerel halkı evlerinden kovarak[143] bir Lebensraum ("living space") oluşturmak[144] ve Almanya'nın geri kalan düşmanlarını yenmek için gereken stratejik kaynaklara erişimi garanti etmekti.[145]
Savaştan önce Kızıl Ordu, olası bir Alman istilası durumunda stratejik karşı saldırılara hazırlanıyor olsa da,[146] Barbarossa Harekâtı Sovyet yüksek askerî kurulunu bir stratejik savunma taktiği uygulamaya zorladı. Yaz aylarında Mihver, Sovyet toprakları içerisinde önemli kazançlar elde etti ve bu iki taraf için de hem personel hem de malzeme açısından büyük kayıplara neden oldu. Ağustos ortasına kadar, Alman Kara Kuvvetleri Genelkomutanlığı, yüksek ölçüde gücünü kaybetmiş olan Ordu Grubu Merkez'in saldırısını ertelemeye ve orta Ukrayna ve Leningrad'a doğru ilerleyen birlikleri takviye etmek için 2. Panzer Ordusu'nu başka yöne yönlendirmeye karar verdi.[147] Kiev'e doğru yapılan harekât çoğunlukla başarılıydı; dört Sovyet ordusunun kuşatılıp imha edilmesiyle sonuçlandı ve Mihver'in Kırım ile endüstriyel olarak gelişmiş doğu Ukrayna'ya ilerlemesini mümkün kıldı.[148]
Mihver askerlerinin dörtte üçünün ve ve hava kuvvetlerinin çoğunun Fransa ve Orta Akdeniz'den Doğu Cephesi'ne kaydırılması,[149] Birleşik Krallık'ı büyük stratejisini yeniden gözden geçirmeye yöneltti.[150] Temmuz'da, Birleşik Krallık ve Sovyetler Birliği Almanya'ya karşı bir askerî ittifak kurdu ve Ağustos'ta, ABD ve Birleşik Krallık, ortaklaşa savaş sonrası dünya için İngiliz ve Amerikan hedeflerinin ana hatlarını çizen Atlantik Bildirisi'ni yayınladı.[151] Ağustos sonlarında İngilizler ve Sovyetler, İran'ın petrol sahalarını koruma altına almak ve Mihver'in İran üzerinden Bakü petrol yataklarına veya Britanya Hindistanı'na doğru ilerlemesini engellemek için tarafsız İran'ı istila etti.[152]
Ekim ayına kadar Mihver, harekâtın Ukrayna ve Baltık bölgesindeki hedeflerine ulaştılar ve sadece Leningrad[153] ile Sivastopol'daki kuşatmalar devam ediyordu.[154] Mihver Moskova'ya karşı yaptıkları büyük harekâtı tekrarladılar; iki ay boyunca giderek sertleşen havalarda geçen şiddetli çatışmalardan sonra Alman ordusu, neredeyse Moskova'nın dış banliyölerine kadar ilerledi ve burada yorgun askerler[155] saldırılarını askıya almak zorunda kaldı.[156] Mihveler tarafından büyük toprak kazanımları elde edildi; ancak harekât ana hedeflerine ulaşamadı: Sovyetler iki kilit şehrin kontrolünü kaybetmedi, Sovyetler'in direnmek için olan kabiliyeti kırılmadı ve ve Sovyetler Birliği askeri potansiyelinin önemli bir bölümünü korudu. Böylece, Avrupa'daki savaşın blitzkrieg dönemi sona erdi.[157]
Aralık başlarında yeni oluşturulan rezervler,[158] Sovyetler'in Mihver askerleriyle sayısal eşitliğe ulaşmasını sağladı.[155] Bu, asgari sayıda Sovyet askerinin Doğu'da Japon ordusu tarafından yapılacak herhangi bir saldırıyı caydırmak için yeterli olacağını tespit eden istihbarat verileri ile birlikte,[159] Sovyetler'in 5 Aralık'ta başlayan ve Alman birliklerini tüm cephe boyunca 100–250 km batıya iten büyük bir karşı saldırıya başlamasını sağladı.[160][161]
1931'de sahte bayrak operasyonu Mukden Olayı'nın gerçekleştirilmesi, 1937'de Japonların Amerikan gambotu USS Panay'ı topa tutması ve 1937 ile 1938 yıllarındaki Nankin Katliamı üzerine ABD-Japonya ilişkileri giderek kötüleşmeye başladı. 1939'da ABD, Japonya'ya aralarındaki ticaret antlaşmasının süresini uzatmayacağını bildirdi ve Amerikan kamuoyunun çoğunluğunun Japon yayılmacılığına karşı olması ABD'nin Japonya'ya kimyasal, mineral ve askerî parça ihraç etmesini yasaklayıp Japon rejimi üzerindeki ekonomik baskıyı arttıran bir dizi ekonomik yaptırım ile sonuçlandı.[112][162][163] Japonya 1939'da stratejik olarak önemli bir Çin şehri olan Çangşa'ya karşı ilk saldırısını düzenledi; ancak saldırı Eylül sonuna doğru geri püskürtüldü.[164] İki tarafın da gerçekleştirdiği harekâtlara rağmen, Çin ve Japonya arasındaki savaş 1940'ta çıkmaza girdi. Tedarik yollarını engelleyerek Çin üzerindeki baskıyı artırmak ve Batı devletlerine karşı bir savaş durumunda Japon kuvvetlerinin daha iyi konumlanması için Japonya, Eylül 1940'ta kuzey Hindiçin'i istila ve işgal etti.[165]
Milliyetçi Çin kuvvetleri, 1940'ın başlarında Japonlara karşı büyük ölçekli bir karşı saldırı başlattı. Ağustos'ta, Çinli komünistler orta Çin'de bir harekât başlattı; misilleme olarak Japonya, işgal altındaki bölgelerde komünistlerin insan ve materyal kaynaklarını tüketmek için sert önlemler aldı.[166] Çinli komünist ve milliyetçi güçler arasında devam eden karşıtlık, Ocak 1941'de iki gücün işbirliğini etkili şekilde sona erdiren silahlı çatışmalarla sonuçlandı.[167] Mart ayında Japon 11. Ordusu, 19. Çin Ordusu'nun karargâhına saldırdı ancak Shanggao'da geri püskürtüldü.[168] Eylül'de Japon kuvvetleri Çangşa'yı yeniden ele geçirmek için bir harekât düzenledi ve milliyetçi Çin kuvvetleriyle çatıştı.[169]
Avrupa'daki Alman başarıları, Japonya'yı Güneydoğu Asya'da Avrupa hükûmetleri üzerindeki baskıyı artırmaya teşvik etti. Hollanda hükûmeti, Japonya'ya Hollanda Doğu Hint Adaları'ndan bir miktar petrol tedarik etmeyi kabul etti; ancak kaynaklara ek erişim için yapılan müzakereler Haziran 1941'de başarısızlıkla sonuçlandı.[170] Temmuz 1941'de Japonya, Uzak Doğu'daki İngiliz ve Hollanda topraklarını tehdit etmek için güney Çinhindi'ye asker gönderdi. ABD, Birleşik Krallık ve diğer Batılı hükûmetler bu harekete ülkelerindeki Japon mülklerinin dondurulması ve Japonya'ya karşı genel bir petrol ambargosu ile tepki gösterdi.[171][172] Japonya aynı zamanda Batı'daki Alman istilasından faydalanarak amacıyla Sovyet Uzak Doğusu'nu istila etmeyi planlıyordu; ancak yaptırım tehditlerinden sonra operasyondan vazgeçildi.[173]
1941'in başlarından beri ABD ve Japonya, gergin bir durumda olan ilişkilerini iyileştirmek ve Çin'deki savaşı sona erdirmek amacıyla müzakerelerde bulunuyorlardı. Bu müzakereler sırasında Japonya, Amerikalılar tarafından elverişsiz olduğu gerekçesiyle reddedilen bir dizi öneride bulundu.[174] Aynı zamanda ABD, Birleşik Krallık ve Hollanda; aralarından herhangi birine karşı bir Japon saldırısı olması durumunda bölgelerinin ortak savunulmasının tartışılacağı gizli müzakerelere başladılar.[175] Roosevelt 1946'da bağımsız olması planlanan bir Amerikan himayesi olan Filipinler'i olası bir Japon istilasına karşı güçlendirdi ve Japonya'yı, ABD'nin herhangi bir "komşu ülkeye" karşı yapılacak bir Japon saldırısına tepki vereceği konusunda uyardı.[175]
İlerleme eksikliğinden bıkan ve Amerikan, İngiliz ve Hollanda yaptırımlarının çıkardığı zorlukları hissetmeye başlayan Japonya savaş hazırlıklarına başladı. 20 Kasım'da Hideki Tōjō yönetimindeki yeni bir hükûmet, Japonya'nın son teklifi olarak Müttefiklere geçici bir işbirliği planı sundu. Plan, Çin'e yapılan Amerikan yardımının sona erdirilmesi ve Japonya üzerinde olan petrol ve diğer kaynaklara yönelik ambargonun kaldırılması çağrısında bulunuyordu. Buna karşılık olarak Japonya, Güneydoğu Asya'ya herhangi bir saldırı düzenlemeyeceğine ve kuvvetlerini güney Çinhindi'den çekeceğine söz verecekti.[174] 26 Kasım'da sunulan Amerikan karşı planı ise Japonya'nın Çin'in tamamından koşulsuz olarak çekilmesini ve tüm Pasifik devletleriyle saldırmazlık paktları imzalamasını gerektiriyordu.[176] Bu, Japonya'nın Çin'deki taleplerinden vazgeçmek ile Hollanda Doğu Hint Adaları'nda bulunan, ihtiyaç duyduğu doğal kaynakları silah zoru ile ele geçirmek arasında seçim yapmak zorunda kaldığı anlamına geliyordu;[177][178] Japon ordusu Çin'den çekilmeyi kabul edilebilir bir seçenek olarak görmedi ve birçok subay petrol ambargosunu üstü kapalı bir savaş ilanı olarak gördü.[179]
Nisan 1942'nin sonunda Japonya ve müttefiki Tayland, Burma, Malaya, Hollanda Doğu Hint Adaları, Singapur ve Rabaul'u neredeyse tamamen isgal ederek Müttefik birliklerine ağır kayıplar verdirdi ve çok sayıda esir aldı.[180] Filipin ve ABD kuvvetlerinin inatçı direnişine rağmen, Filipin Milletler Topluluğu sonunda Mayıs 1942'de ele geçirildi ve hükûmeti sürgüne zorlandı. 16 Nisan'da Burma'da Yenangyaung Savaşı sırasında 7.000 İngiliz askeri Japon 33. Tümeni tarafından kuşatıldı ve Çin 38. Tümeni tarafından kurtarıldı.[181][182] Japon kuvvetleri ayrıca Güney Çin Denizi, Java Denizi ve Hint Okyanusu'nda deniz zaferleri elde etti ve Avustralya'nın Darwin kentindeki Müttefik donanma üssünü bombaladı.[183] Ocak 1942'de, Müttefiklerin Japonya'ya karşı tek başarısı, Çin'in Çangşa'daki zaferiydi.[184] Hazırlıksız ABD ve Avrupalı rakiplere karşı elde edilen bu kolay zaferler, Japonya'yı aşırı özgüvenli ve aşırı genişlemiş durumda bıraktı.[185]
Mayıs 1942'nin başlarında Japonya, Port Moresby'yi amfibi saldırı ile ele geçirmek ve böylece Amerika Birleşik Devletleri ile Avustralya arasındaki iletişim ve ikmal hatlarını kesmek için operasyonlar başlattı. Planlanan işgal, iki Amerikan filo gemisine odaklanan bir Müttefik görev gücünün Mercan Denizi Muharebesi'nde Japon deniz kuvvetleriyle berabere kalmasıyla engellendi.[186] Japonya'nın daha önceki Doolittle Baskını tarafından motive edilen bir sonraki planı, Midway Atolü'nü ele geçirmek ve Amerikan uçak gemilerini ortadan kaldırılmak üzere savaşa çekmekti; Japonya, bir oyalama olarak, Alaska'daki Aleut Adaları'nı işgal etmek için kuvvetler de gönderecekti.[187] Mayıs ortasında Japonya, Çin hava üslerini yok ederek ve Çin 23. ve 32. Ordu Gruplarına karşı savaşarak Doolittle Baskınında hayatta kalan Amerikalı havacılara yardım eden Çinlilere misilleme yapmak amacıyla Çin'deki Zhejiang-Jiangxi harekâtını başlattı.[188][189] Japonya, Haziran ayı başlarında operasyonlarını harekete geçirdi, ancak Mayıs ayı sonlarında Japon donanma kodlarını kıran Amerikalılar, savaş planlarının ve düzeninin tamamen farkındaydı ve bu bilgiyi kesin bir zafer elde etmek için kullandı.[190]
Midway Savaşının bir sonucu olarak agresif eylem kapasitesi büyük ölçüde azalmış olan Japonya, Papua Bölgesi'ndeki bir kara harekâtıyla Port Moresby'yi ele geçirmek için gecikmiş bir girişime odaklanmayı seçti.[191] Amerikalılar, Güneydoğu Asya'daki ana Japon üssü Rabaul'u ele geçirmek için ilk adım olarak, başta Guadalcanal olmak üzere güney Solomon Adaları'ndaki Japon mevzilerine karşı bir saldırı planladılar.[192]
Her iki plan da Temmuz ayında başladı, ancak Eylül ortasına kadar Guadalcanal Savaşı Japonlar için öncelik kazandı ve Yeni Gine'deki birliklere Port Moresby bölgesinden Avustralya ve Birleşik Devletler ile karşılaştıkları adanın kuzey kısmına çekilmeleri emredildi.[193] Guadalcanal kısa sürede Guadalcanal savaşında ağır birlik ve gemi taahhütleriyle her iki taraf için bir odak noktası haline geldi. 1943'ün başında Japonlar adada yenildiler ve birliklerini geri çektiler.[194] Burma'da İngiliz Milletler Topluluğu güçleri iki operasyon düzenledi. Birincisi, Arakan bölgesine bir saldırıydı. 1942'nin sonlarında feci bir şekilde gitti ve Mayıs 1943'te Hindistan'a geri çekilmeye zorladı.[195] İkincisi, düzensiz kuvvetlerin Şubat ayında Japon cephelerinin arkasına yerleştirilmesiydi ve bu, Nisan sonunda karışık sonuçlar elde etti.[196]
Akdeniz'de Müttefikler, özellikle İngilizler açısından deniz hakimiyeti yaşamsal bir önem taşımaktadır. İngiliz İmparatorluğu'nun Uzak Doğu bağlantısı Akdeniz üzerinden sağlanmaktaydı. Ayrıca Kuzey Afrika'daki askeri varlığının takviyesi ve ikmali açısından da bu deniz yolunun önemi büyüktü. Art arda uygulanan başarılı deniz operasyonları (Mers-el-Kebir Savaşı, Taranto Savaşı, Matapan Yarımadası Savaşı gibi) bu deniz yolunda İngiliz hakimiyetini sağlamış olmakla birlikte bir süre için Uzak Doğu bağlantısı Afrika kıtasının güney ucu dolaşılmak zorunda kalınarak sağlanmıştır.Atlas Okyanusu'ndaki deniz savaşları ise, Bismarck olayı dışında, Alman denizaltılarıyla Müttefik deniz ve hava güçleri arasında sürmüştür. Savaşın genel çizgisi, deniz ticaret hatlarına saldıran Alman denizaltılarıyla onları önlemeye çalışan Müttefik su üstü gemileri ve uçakları arasında geçmiştir.
8 Kasım 1942'de Britanyalı ve ABD güçlerinden oluşan bir görev kuvveti Fas ve Cezayir kıyılarına Torch Harekatı ile bir çıkarma yaptı. 6 Ağustos 1942 günü başlayan İngiliz taarruzu karşısında (II. El Alameyn Savaşı), geri çekilmek zorunda kalan Rommel, bu çıkarma harekâtı sonucu iki ateş arasında kalmış oluyordu.
General Montgomery komutasındaki Britanyalı 8. Ordusunun ileri Harekâtı, Rommel'in döşemiş olduğu onbinlerce mayın dolayısıyla yavaş yavaş ilerleyebiliyordu. Böylece Britanya'nın 8. Ordusu, 13 Aralık 1942'de Tobruk'a ulaşabiliyor. 1943 yılının ocak ayı sonunda ise Libya tümüyle Rommel'in kontrolünden çıkmıştır. Artık Kuzey Afrika'da durum tümüyle ABD ve İngilizlerin lehine dönmüştür.
10 Temmuz 1943 ve 2 Mayıs 1945 tarihleri arasında Britanyalı ve Amerikalı donanmalarının Husky Harekâtı ile Sicilya'ya yapmış olduğu çıkarmayla açılmış olan cephedir.
Müttefikler, Kuzey Afrika'daki Alman askeri varlığını ortadan kaldırdıktan sonra İtalya'ya yöneldiler. İtalya'ya bir çıkarma yapılmasından önce Sicilya adasındaki Alman askerî gücünün de kırılması gerekmişti. İtalya topraklarına Müttefik çıkarması iki noktadan yapılmıştır. General Montgomery'nin 8. Ordusu, Sicilya'dan hareketle dar Messina boğazını geçerek İtalyan çizmesinin parmak ucuna çıkmıştır.
İkinci çıkarma operasyonu olan Salerno çıkarması ise, Salerno'nun güneyindeki iki plaja, bir İngiliz, bir Amerikan kolordusu tarafından yapılmıştır. Çıkarmanın üçüncü gününde Müttefik harekâtı durdurulmuş; ancak ilerleyen günlerdeki takviyeler ve ağır bombardımanlar sonucu sağlam bir köprü başı oluşturulabilmiştir.
Aynı gün İtalya, Müttefikler'le bir mütareke imzaladı, fakat bu mütareke Salerno çıkarmasına kadar gizli tutuldu. Çıkarma birlikleri esas hedefleri olan Napoli'ye Harekâtın üçüncü haftasında ulaşıyorlar.
22 Ocak 1944'te Müttefikler Roma'nın 40 km güneyinde, Anzio'ya bir çıkarma daha yapıyorlar.
Çok çetin çatışmalarla geçen İtalya Cephesi, 29 Nisan 1945'te İtalya topraklarındaki Alman birliklerinin Müttefikler'e yenilmesi ve İtalya'nın kayıtsız şartsız teslim olması ile cephe kapanmıştır.
Stalingrad Savaşı 23 Ağustos 1942 günü Nazilerin hava saldırısı ile başlamıştır. Naziler ilk başta şehrin %80 ini ele geçirmeyi başarmıştır. Fakat sonradan Jukov ve Vasilevskiy tarafından hazırlanan Uranüs Harekâtı adlı harekât durumu tersine çevirmiştir. 19 Kasım 1942'de başlayan Uranüs Harekâtı ile Rumen 3. ordu, Alman 6. ordu ve 4. Panzer ordusu Sovyet birlikleri tarafından kuşatıldı ve imha edildi.[197] Sonuç olarak ise Stalingrad Savaşı'nı Sovyetler Birliği kazanmış ve Stalingrad Savaşı ile birlikte Doğu Cephesi'nde üstünlük Nazilerde iken üstünlük Sovyetler Birliği'ne geçmiştir. Stalingrad Savaşı'nda her iki taraftan toplam 2 milyona yakın insan ölmüştür ki bu sayı ile bu savaş insanlık tarihinin en kanlı savaşları arasında yer almıştır.[198]
Kursk Savaşı (Almanya'nın verdiği kod adı: Unternehmen Zitadelle/Hisar Harekâtı), II. Dünya Savaşı sırasında Doğu Cephesi'nde, Alman kuvvetlerinin Kursk çıkıntısına karşı 1943 Temmuz ve Ağustos aylarında giriştikleri genel taarruzdur. Bugüne kadar yapılmış en büyük tank çarpışmaları ve bir günde en fazla kayıp verilmiş hava çatışmaları bu muharebede gerçekleşmiştir. Nazilerin Doğu Cephesi'nde gerçekleştirdiği son stratejik taarruzdur. Sonucundaki Sovyet zaferi, Doğu Cephesi'nde inisiyatifi Sovyetlere vermiştir ve savaşın sonuna kadar da öyle kalmıştır.
Kursk çıkıntısı, Nazilerin Stalingrad'daki yenilgisi sonrasındaki Sovyet taarruzu ve Alman karşı saldırısı sonucu oluşmuştu. Naziler, çıkıntıyı kuzey ve güney kanatlarından keserek cepheyi kısaltmayı ve Kızıl Ordu birliklerini çembere alarak yeni bir büyük zafer elde etmeyi umuyorlardı. Ancak Sovyetlerin, Hitler'in planları hakkında iyi bir istihbaratı vardı. Bu ve Nazilerin yeni silahları, özellikle de Panter tankını bekleyerek taarruzu sürekli ertelemeleri Kızıl Ordu'ya derin bir savunma hattı oluşturmak ve karşı saldırı için stratejik rezervleri uygun yerlere konuşlandırmak için yeterli zamanı verdi.
Naziler derin savunma hatları içinde tamamen yorulduktan sonra Sovyetler kendi karşı saldırılarını yaparak 5 Ağustos'ta Orel ve Belgorod'u ve 23 Ağustos'ta da Harkov'u geri alarak Nazileri geniş bir cephede geri attılar. Bu savaş 2 yıldır işgal altında kalan Kiev'in 2 Kasım 1943'te kurtarılmasının önünü açmıştır.
Sovyetler daha önce kış harekâtlarında başarı elde etmişlerse de bu, Sovyetlerin savaştaki ilk başarılı stratejik yaz harekâtıydı. Bu stratejik operasyon daha sonra harp akademileri derslerinde yer aldı. Kursk Savaşı, bir yıldırım savaşının düşman hatlarını yaramadan yenilmesiyle sonuçlanan ilk muharebedir.
Normandiya Çıkarması'ndan 16 gün sonra ve Almanya'nın Sovyetler Birliği'ne savaş ilan ettiği günün üçüncü yıldönümünde, Alman hatlarının merkez bölümünde, 22 Haziran 1944 günü geniş kapsamlı bir Kızıl Ordu taarruzu başlatılmıştır. Stalin, harekâtın kod adı olarak prens Bagration'un adını seçmiştir. Napolyon savaşları sırasında, çağın en üstün taktik kumandanlarından biri sayılan Bagration, 1812 de Napolyon ordularına karşı Borodino'da verilen savaşta ölmüştü.
Sovyetler, 124 tümende 1,2 milyon asker, 5.200 tank, 30 bin top ve 6 bin uçağı bu cepheye sürmüşlerdir. Naziler bu saldırıya, eksik kadrolu 63 tümende 350 bin dolayında asker, 900 tank ve 10 bin topla göğüs germek durumundaydılar.
Taarruzun ilk günü bitmeden Alman hatları iki cephede yarıldı ve 53. Kolorduyla birlikte Vitebsk kenti kuşatıldı. Aynı gece Luftwaffe, Ukrayna'daki Poltava Amerikan üssüne bir hava akını düzenledi. 44 adet B-17 ağır bombardıman uçağı pistte imha edildi. Üsteki yarım milyon galonluk akaryakıt da kullanılamayacak duruma getirildi.
Alman 53. Ordu'sunun yarı mevcudunu oluşturan 5 tümen için 25 Haziran'da Hitler, çekilme emrini verdi ama 28 Haziran'a gelindiğinde 53. Kolordu'dan geriye pek bir şey kalmamıştı. 53. Kolordu'nun 5 tümeninden sadece biri, ağır kayıplarla Rus kuşatmasından kurtulabilmiştir.
Aynı gün mareşal Rokossovski emrindeki Sovyet kuvvetleri Minsk'in hemen güney doğusundaki Bobruisk kentini ve dolayısıyla Alman 9. Ordusu'nu kuşatırlar. Kuşatma altındaki bu ordudan sadece 15 kişi kurtulabilecektir; Kızıl Ordu 70 bin tutsak alır.
2 Temmuz 1944'te Rokossovski'nin öncü birlikleri, Minsk'in 60 km batısında, Varşova bağlantısını sağlayan kara ve demiryolunu keserler. Kızıl Ordu birlikleri bir haftada 225 km yol kat ederek Alman tümenleri, kolorduları arasından geçip Merkez Ordular Grubu'nun geri bağlantısını kesmiştir.
Merkez Ordular Grubu'ndan arta kalan 4. Ordu 3 Temmuz'da Berezina Nehri'nde kalan tek köprüden batıya geçerek imha olmaktan kurtulur. Nehri geçmişlerdir ama Berezina Savaşı Alman 4. Ordu'su için çok ağır kayıplarla sağlanabilen bir geçiş olmuştur. Ne var ki Berezina Nehri'nin batısında tutunmak da mümkün olamaz. Zaten aynı gün Minsk'in Sovyetlerin eline geçmesiyle de 4. Ordu kuşatılmış duruma düşmüştür. Havadan ikmal girişimleri de başlar başlamaz başarısızlığa uğrar. 11 Temmuz 1944 günü, 4. Ordu'dan sağ kalanlar da teslim oldular. Böylece 1941 yazında Alman işgaline giren Belarus bu harekâtla kurtarıldı.
12. Kolordu'nun komutanı general Vincenz Müller, direnmenin intihardan farksız olacağını anlayarak elindeki tüm kuvvetlerle 8 Temmuz 1944'te teslim olmuştur. Berezina bataklıklarını geçip uçsuz bucaksız ormanlarda birkaç kola ayrılan 27. Kolordu, çemberden çıkmak için çabalamaktadır şimdi. 13 temmuzda Vilna kenti Rus'ların eline geçer ve kenti savunan Alman tümeni imha edilir.
Merkez Cephede yaşananlar tam bir bozgundur. Üç haftadan kısa bir sürede Kızıl Ordu'nun başardığı bu dev kıskaç harekâtıyla Merkez Ordular Grubu, neredeyse tümüyle savaş dışı kalmıştır. Naziler, 200 bin asker ve subay ile 22 generalin içinde bulunduğu toplam 55 tümenini kaybetmiştir. Bazı kaynaklarda ise Alman kayıplarının 400 bini bulduğu belirtilmektedir.
II. Dünya Savaşı'nın özelliklerinden biri, gerek cephede olsun, gerekse cephe gerisinde, hava unsurlarının yoğun olarak kullanılmasıdır. Cephe gerisine yönelen hava taarruzları, lojistik hedeflere yönelmiştir, silah sanayi tesisleri, destek sanayi tesisleri, enerji santralleri, petrol depolama ve rafineri tesisleri, iletişim ve ulaşım hatları bombardımanın hedefleri olmuşlardır.
Britanya Savaşı'nın son bulması ve Doğu Seferi'nin başlamasıyla Alman hava kuvvetlerinin önemli bir bölümü Rusya'da bulunmaktadır. Dolayısıyla Alman hava kuvvetlerinin Batı'daki faaliyetleri, önleme faaliyetleri olarak kalmıştır.
Böyle olunca Stratejik Bombardıman, esas olarak Müttefik bombardıman filolarının Alman tesislerine yönelik bombardımanlarıdır. Ne var ki, zaman zaman sivil hedefler de bu bombardımana hedef olmuştur. Köln, Essen, Bremen, Hamburg gibi Alman kentlerine yoğun hava saldırıları düzenlenmiştir.
6 Haziran 1944 gece yarısı Müttefik Paraşütçü Birlikleri'nin Normandiya sahili arkasındaki kritik yerleşim bölgelerine indirme yapmasıyla başlamıştır. Gün ağrırken Müttefikler'in hava ve donanma bombardımanı ile ilk Müttefik askerleri sahilde önceden belirlenen bölgelere çıkarma yapmışlardır. Bu bölgelere Utah, Omaha, Gold, Juno ve Sword kod adları verilmişti.
Müttefik kayıplarının en yüksek olduğu çıkarma bölgesi Omaha kumsalıdır. Diğer çıkarma bölgelerinde de, sert bir direnişle karşılaşılmasına rağmen ilerleme sağlanmış, yeterli derinliği olan köprü başları oluşturulmuştu.
26 Haziran 1944'te yoğun çatışmalardan sonra Amerikalıların eline geçen Cherbourg, ibrenin artık Müttefikler'den yana döndüğünün açık göstergesidir. Kuvvet üstünlüğü artık yerine oturmuş, işlemeye başlamaktadır. Amerikan savaş sanayi Avrupa topraklarına oluk oluk akmaktadır. Cherbourg gibi derin bir liman, büyük teknelerin bile yanaşıp yüklerini boşaltmaları için uygundur. Müttefikler için böyle bir liman, tüm kan dolaşımının ana atardamarıdır.
General Bradley'in Normandiya'daki ordular grubuna bağlı 3. Ordu'nun komutasına 1 Ağustos 1944'te General Patton atanır. Patton, Müttefik ilerlemesi yönünden yeni bir soluk getirecektir.
Hitler'in giriştiği birkaç karşı taarruz ise ağır kayıplarla sonuçlanmış, başarısız girişimler olarak kalmıştır.
Market Garden Operasyonu, (17 Eylül - 25 Eylül 1944) II. Dünya Savaşı sırasında, Amerika Birleşik Devletleri ve Birleşik Krallık ortak güçlerinin Belçika üzerinden Almanya'ya girmesini amaçlayan operasyondur. Alman birliklerinin düzenli geri çekilişi nedeniyle taktik Alman galibiyeti sağlamıştır. Amerikalılar büyük kayıplar vermelerine rağmen Belçika'yı ele geçirmişlerdir. Ancak Hollanda'ya yönelik harekât Arnhem'daki Alman karşı saldırısı nedeniyle sonuçsuz kalmıştır.
Müttefikler'in planları nisan ayından önce Ren Nehri'ni geçmeyi öngörmemektedir. Fakat 7 Mart'ta Remagen yakınında Ludendorff Köprüsü sağlam olarak ele geçirilince iş değişir. Tam hızla bu köprüden Ren'i geçerler. Bu savaşın gidişatını değiştirecek bir olanaktır. Müttefik tank ve topları, motorize birlikleri, Bonn'un dolayısıyla Ruhr sanayi bölgesinin hemen güneyinden bu su kanalını geçmeye başlamıştır.
Patton, 29 Mart 1945'te Frankfurt'u alır, 12 Nisan'da ABD 9. Ordusu, Magdeburg yakınlarında Elbe Nehri'ni geçer. Artık Berlin'e 80 km kalmıştır.
1945 yılı başlarından itibaren Alman orduları gerek Batı'da Amerikan ve Britanyalı orduları karşısında, gerek Doğu'da Kızıl Ordu karşısında gerilemeye devam etmektedir. Ocak ayında Amerikan birlikleri Arden bölgesini ele geçirirken Kızıl Ordu da Vistül nehrine dayanır.
Mart ayında Müttefik kuvvetler Ren nehrini geçerek Alman topraklarında ilerlerken Kızıl Ordu da ilerlemesini sürdürür. Nisan ayı ise Nazi yönetiminin sonu olmuştur. 23 Nisan 1945'te SSCB kuvvetleri Berlin'e girmiş, 30 Nisan 1945'te ise Hitler intihar etmiştir. Almanlar, yarım milyona yakın bir kuvvetle Berlin'i 2 Mayıs 1945'e kadar savunsalar da, yoğun Rus taarruzları karşısında 150 bin kayıpla kenti kaybederler.
Yalta Konferansı'nda (Şubat 1945) üç büyük Müttefik devlet (Birleşik Krallık, SSCB ve ABD) Polonya'nın SSCB ile sınırını batıya doğru, yaklaşık Curzon Hattı'na kadar çekmeyi kararlaştırdı. Bu düzenlemenin Polonya için yol açtığı toprak kaybı ise batıdaki sınırın Almanya'nın zararına olarak batı yönünde kaydırılmasıyla karşılandı. Josef Stalin Yalta'da, Baltık Denizindeki Świnoujście'den (Swinemünde) güneye doğru uzanarak Szczecin'in batısından geçen, daha sonra Frankfurt (Oder)'ın güneyinde Neisse (Nysa Łużycka) Nehri ile birleştiği noktaya kadar Oder Nehrini (Odra) izleyen, ardından Neisse Nehri boyunca Zittau yakınındaki Çekoslovakya sınırına kadar uzanan Oder-Neisse Hattı'nın sınır kabul edilmesini istedi. Stalin böylece 1939'da (Alman-Sovyet Antlaşması) işgal ettiği ve geri vermek istemediği Curzon Hattının doğusundaki topraklarını yitiren Polonya'nın bu kaybına karşılık bir ödün vermeyi düşünüyordu.
Ama yeni sınırın tam olarak nereden geçeceği konusunda Batılı Müttefikler ile SSCB arasında anlaşmazlık çıktı. ABD ile Birleşik Krallık böyle bir düzenlemenin yalnızca çok sayıda Almanın yer değiştirmesine yol açmakla kalmayacağını (Polonya'ya bırakılan topraklarda o sırada 5 milyon Alman yaşıyordu), aynı zamanda gelecekte Almanya'yı kayıplarını geri istemeye yönelteceğini, böylece kalıcı bir barışın kurulmasını önleyeceğini öne sürdü. Onların önerdiği sınır çizgisi Oder Nehri boyunca uzanıyor, sonra Wrocław (Breslau) ile Opole arasındaki bir noktada Oder ile birleşen bir başka Neisse Nehrini (Glatzer Neisse ya da Nysa Kłodzka) izliyordu. Anlaşmazlık nedeniyle Almanya-Polonya sınırı konusunda Yalta'da bir karara varılamadı. Ancak Batılı Müttefikler bu hattı “barış konferansına kadar geçici sınır” olarak kabul etmeye razı oldular (Potsdam, 1945).
Temmuz-Ağustos 1945'te Potsdam Konferansı toplandığında, Sovyet ordusu Oder-Neisse Hattı'nın doğusundaki bütün toprakları işgal etmiş ve bu bölgede Sovyet yanlısı geçici bir Polonya yönetimi oluşturulmuş bulunuyordu. ABD ve Birleşik Krallık bu tek yanlı hareketi şiddetle protesto etmekle birlikte oldubittiyi kabul ederek, SSCB'ye bırakılan Doğu Prusya'nın kuzey kesimi dışında, Oder-Neisse Hattı'nın doğusundaki bütün bölgenin Polonya'nın denetimine verilmesini onayladı. Potsdam Konferansı'nda ayrıca bölgedeki Almanların Polonyalılarca Almanya'ya gönderilmesine izin verildi. Ama Polonya-Almanya sınırının nihai olarak gelecekte toplanacak bir barış konferansında çizilmesi kararlaştırıldı.
7 Mayıs 1945 günü General Jodl, Almanya'nın teslim belgesini imzaladı. Almanya resmi olarak 8 Mayıs 1945'te koşulsuz teslim oldu. Bu tarih Zafer Günü olarak kutlanmaktadır. Rusya zaman farkı dolayısıyla 9 Mayıs'ta kutlamaktadır.[199][200]
Japonya'nın teslim oluşu, 15 Ağustos'ta ilan edilen ve resmi olarak 2 Eylül 1945 günü imzalanan Japonya'nın teslimiyet belgesi ile II. Dünya Savaşı'nın sona ermesini sağlamıştır. Böylece savaşın sona kalan Pasifik Cephesi de kapanmıştır.
Iwo Jima Savaşı (Japonca: 硫黄島の戦い Iwo Tō no tatakai/Iwo Jima no tatakai, İngilizce: Battle of Iwo Jima), 16 Şubat 1945 - 26 Mart 1945 tarihlerinde Pasifik Okyanusunda bulunan Iwo Jima adlı küçük bir adada Japon İmparatorluğu ile Amerika Birleşik Devletleri arasında meydana gelen çatışmadır.
Okinawa Savaşı (Japonca: 沖縄戦 Okinawa Sen), Pasifik Savaşı'nın son aşamasında 1945 yılında Okinawa Adalarına çıkarma yapan Amerika Birleşik Devletleri ile Japon İmparatorluğu arasında meydana gelen savaştır.
Japonya, kendi adasına kadar geri çekilmek zorunda kalmasına rağmen, yoğun stratejik bombardımana karşın direnmesini sürdürmektedir. ABD başkanı Truman, Pasifik'teki savaşı bir an önce bitirebilmek için atom bombası kullanmaya karar verildiğini açıklar. 6 Ağustos 1945'te Hiroşima, 9 Ağustos 1945'te ise Nagasaki kentleri atom bombasıyla vurulur. Atom bombası binlerce sivilin kaybına neden olmuştur.[201] Hem psikolojik harp olarak hem de toplu sivil tahrip açısından sıcaklığını günümüzde de korumaktadır.
14 Ağustos 1945'te Japonya, kayıtsız şartsız teslim olmayı kabul etmiştir. Japonya'nın teslim belgesi ise 2 Eylül 1945'te USS Missouri savaş gemisinde imzalanmıştır.[202]
Birçok ölüm kaydedilmediği için savaştaki toplam kayıp sayısına ilişkin tahminler değişiklik gösteriyor.[204] En yaygın tahmin, 20 milyon askerî personel ve 40 milyon sivil olmak üzere savaşta yaklaşık 60 milyon insanın öldüğüdür. Ölen sivillerin çoğu; soykırımlar, katliamlar, stratejik bombardımanlar, bulaşıcı hastalıklar ve açlık nedeniyle öldü.[205][206][207]
Sadece Sovyetler Birliği'nde, savaş boyunca 8,7 milyon askerî ve 19 milyon sivil olmak üzere[208] 27 milyonu aşkın kişi öldü.[209] Sovyetler Birliği'nde yaşayan insanların dörtte biri savaşta yaralandı veya öldü.[210] Almanya 5,3 milyon askeri kayıp verdi, bunların çoğu Doğu Cephesi'nde ve Almanya'daki son muharebelerde gerçekleşti.[211]
Nazi ırkçı politikalarının doğrudan veya dolaylı bir sonucu olarak tahmini 11[212] ila 17 milyon sivil öldü;[213] bunların arasında yaklaşık 6 milyon Yahudinin, Çingenelerin, eşcinsellerin, en az 1,9 milyon etnik Polonyalı'nın,[214][215] milyonlarca diğer Slav'ın (Ruslar, Ukraynalılar ve Belaruslular gibi) ve diğer etnik ve azınlık grupların toplu katliamları da vardı.[213][216] 1941 ve 1945 arasında 200.000'den fazla etnik Sırp, Yahudiler ve Çingeneler ile birlikte Yugoslavya'da Mihver müttefiği Hırvat Ustaşa tarafından öldürüldü.[217] Diğer tarafta ise, aynı dönem içerisinde 50.000 ila 73.000 Boşnak ve Hırvat, Çetnikler olarak bilinen Sırp gerillalar tarafından katledildi.[218] Ayrıca, 100.000'den fazla Polonyalı Ukrayna İsyan Ordusu tarafından 1943 ve 1945 arasında Volhinya ve Doğu Galiçya'da katledildi.[219] Aynı zamanda, Armia Krajowa ve diğer Polonya birlikleri tarafından gerçekleştirilen misilleme saldırılarında yaklaşık 10.000 ila 15.000 Ukraynalı öldürüldü.[220]
Asya ve Pasifik'te, çoğu Çinli (yaklaşık 7,5 milyon[221]) olmak üzere 3 milyon ila 10 milyondan fazla sivil, Japon kuvvetleri tarafından öldürüldü.[222] Japonlar tarafından işlenen savaş suçları arasında en ünlü olan, elli ila üç yüz bin Çinli sivilin öldürüldüğü ve tecavüze uğradığı Nankin Katliamı'ydı.[223] Tarihçi Mitsuyoshi Himeta'nın raporuna göre, Sankō Sakusen taktiği sebebiyle 2,7 milyon sivil öldü. Bu taktikten kaynaklanan en büyük kayıplar, General Yasuji Okamura'nın emriyle taktiğin uygulandığı Şantung'da gerçekleşti.[224]
Mihver kuvvetleri savaş boyunca biyolojik ve kimyasal silahlar kullandı. Japon İmparatorluk Ordusu, bu türden çeşitli silahları Çin'i istila ve işgali sırasında (bkz. 731. Birim)[225][226] ve Sovyetler ile gerçekleşen çatışmalarda kullandı.[227] Hem Almanlar hem de Japonlar, bu tür silahları siviller[228] ve bazen de savaş esirleri üzerinde denediler.[229]
Sovyetler Birliği; 22.000 Polonyalı subayın katledildiği Katyn Katliamı'ndan,[230] binlerce siyasi mahkûmun NKVD tarafından hapsedilmesinden ve öldürülmesinden ve Kızıl Ordu tarafından ilhak edilmiş olan doğu Polonya ve Baltık devletlerinden Sibirya'ya sivillerin sürgünlerinden sorumluydu.[231] Savaşın son dönemlerinde Kızıl Ordu askerleri iki milyon kadar Alman kadınına tecavüz etti.[232]
II. Dünya Savaşı öncesinde ve sırasında, hava savaşına ilişkin hiçbir uluslararası insancıl hukukun mevcut olmamasına rağmen, Avrupa ve Asya'daki şehirlerin stratejik bombardımanı bazen bir savaş suçu olarak sınıflandırılır.[234] USAAF, toplam 67 Japon şehrini bombaladı, bu bombardımanlar sonucu 393.000 sivil öldü ve şehirlerdeki kentsel alanların %65'i yok oldu.[235]
Nazi Almanyası; bir kasıtlı imha programının parçası olarak yaklaşık 6 milyon Yahudi'nin öldürüldüğü Holokost ile birlikte 2,7 milyon Polonyalı ve 4 milyon diğer "yaşamaya değmeyecek" (engelliler, ruhsal bozukluklara sahip olanlar, Sovyet savaş esirleri, çingeneler, eşcinseller, Masonlar ve Yehova'nın Şahitleri gibi) kişinin öldürülmesinden sorumluydu ve böylece bir "soykırım devleti" haline geldi.[236] Özellikle Sovyet savaş esirleri, kasıtlı olarak kötü koşullarda tutuluyordu ve Almanya'nın elinde tuttuğu 5,7 milyon Sovyet savaş esirinden 3,6 milyonu Nazi kamplarında öldü.[237][238] Toplama kamplarına ek olarak, insanları endüstriyel ölçekte imha etmek için için Nazi Almanyası'nın birçok yerinde imha kampları kuruldu. Nazi Almanyası'da köle işçiler sıklıkla kullanıldı; Alman işgali altındaki ülkelerden yaklaşık 12 milyon Avrupalı, Alman sanayisinde, tarımında ve savaş ekonomisinde zorla çalıştırılmak üzere kaçırıldı.[239]
Sovyetlerin Gulag sistemi, 1942 ve 1943 yıllarında savaşın neden olduğu yoksulluk ve açlığın, arasında Polonya ve Sovyetler tarafından istila edilen diğer ülkelerin vatandaşları ile Mihver savaş esirlerinin de bulunduğu mahkûmların ölümüne sebep olduğu bir ölüm kampı sistemi haline geldi.[240] Savaşın sonuna doğru, esir tutuldukları kamplardan özgürleştirilen Sovyet savaş esirleri ve ülkelerine geri gönderilen Sovyet vatandaşları NKVD tarafından bir değerlendirmeye tabi tutuldu, bu değerlendirme ile gerçek veya potansiyel Nazi işbirlikçileri olarak belirlenen 226.127 kişi Gulag kamplarına gönderildi.[241][242]
Çoğu köle işçi kampı olarak kullanılan Japon savaş esiri kampları da yüksek bir ölüm oranına sahipti. Uzak Doğu Uluslararası Askerî Ceza Mahkemesi'nin bulgusuna göre Batılı savaş esirlerinin ölüm oranı, Almanlar ve İtalyanlar altındaki savaş esirlerinden 7 kat fazla[243] olan %27'ydi (Amerikan savaş esirleri için %37).[244] Japonya'nın teslim olmasından sonra Japonların ellerinde tuttuğu, Birleşik Krallık'tan gelen 37.583, Hollanda'dan gelen 28.500 ve ABD'den gelen 14.473 savaş esiri serbest bırakılırken serbest bırakılan Çinli esirlerin sayısı sadece 56'ydı.[245]
Kuzey Çin ve Mançurya'dan en az 5 milyon Çinli sivil 1935 ve 1941 yılları arasında Doğu Asya Kalkınma Kurulu tarafından madenlerde ve savaş endüstrilerinde çalışmaları üzere köleleştirildi. 1942'den sonra bu sayı 10 milyona ulaştı.[246] Cava'da 4 ila 10 milyon kadar kişi, Japon ordusu tarafından köle işçiliğe zorlandı. Bu Cavalı işçilerinden yaklaşık 270.000'i Güneydoğu Asya'da Japonların kontrolleri altında tuttuğu diğer bölgelere gönderildi ve yalnızca 52.000'i Java'ya geri dönebildi.[247]
Avrupa'da işgal, iki şekilde meydana geldi. Batı, Kuzey ve Orta Avrupa'da (Fransa, Norveç, Danimarka, Alçak Ülkeler ve Çekoslovakya'nın ilhak edilmiş bölgeleri) Almanya, çeşitli ekonomi politikaları kurdu ve bu politikalar üzerinden savaşın sonuna kadar 69,5 milyar reichsmark (27,8 milyar ABD doları) topladı; bu değer, Nazilerin endüstriyel ürünleri, askeri teçhizatı, hammaddeleri ve diğer malları büyük ölçüde yağmalamasını içermiyor.[248] Bu sebeple, işgal edilmiş ülkelerden elde edilen gelir Almanya'nın vergilerden elde ettiği kazancın %40'ından fazlaydı ve bu oran, savaş devam ederken toplam Alman gelirinin yaklaşık %40'ına yükseldi.[249]
Doğu'da, Lebensraum'un amaçlanan kazanımları hareketli cephe hatları nedeniyle asla elde edilmedi ve Sovyet yakıp yıkma taktikleri, Alman işgalcilerin kaynaklara erişimini engelledi.[250] Batı'nın aksine, Nazi ırksal politikaları "aşağı insanlar" olarak görülen Slav kökenli insanlara karşı büyük ölçüde şiddeti teşvik etti; bu sebeple çoğu Alman ilerleyişini toplu idamlar izliyordu.[251] İşgal edilmiş toprakların çoğunda direniş hareketlerinin kurulmuş olmasına rağmen bu gruplar, 1943'ün sonlarına kadar hem Doğu'da[252] hem de Batı'da[253] Alman harekâtlarına önemli bir zarar veremediler.
Asya'da Japonya, işgali altındaki ulusları, sömürgeleştirilmiş halkları özgürleştirmek amacıyla kurulduğunu iddia eden bir Japon hegemonyası olan Büyük Doğu Asya Ortak Refahı Alanı altında birleştirdi.[254] Japon kuvvetleri istila ettikleri bazı yerlerde yerel halk tarafından kendilerini Avrupa egemenliğinden kurtaracak kişiler olarak memnuniyetle karşılansa da, Japon savaş suçları çoğu yerde yerel kamuoyunu Japonlara karşı çevirdi.[255] Japonya, ilk istilaları sırasında geri çekilen Müttefik kuvvetleri tarafından geride bırakılan 4.000.000 varil (640.000 m3) petrolü ele geçirdi ve 1943'e kadar Hollanda Doğu Hint Adaları'ndaki üretim 1940'taki toplam üretim oranının yüzde 76'sı, yani 50.000.000 varil (7.900.000 m3) kadar yükseldi.[255]
Grafikler teknik sorunlar nedeniyle geçici olarak kullanılamıyor. (T334940) |
Avrupa'da, savaşın başlamasından önce Müttefikler hem nüfus hem de ekonomi olarak önemli avantajlara sahipti. 1938'de Batılı Müttefikler (Birleşik Krallık, Fransa, Polonya ve İngiliz Dominyonları), Avrupalı Mihver güçlerinden (Almanya ve İtalya) yüzde 30 daha büyük bir nüfusa ve yüzde 30 daha yüksek bir GSYİH'ye sahipti; eğer sömürgeler dahil edilirse, Müttefiklerin avantajları nüfusta Mihver'in 5 katı, GSYİH'de ise 2 katı olurdu.[256] Aynı zamanda Asya'da, Çin Japonya'dan 6 kat yüksek bir nüfusa sahipti ancak GSYİH'si Japonya'dan sadece %89 kadar fazlaydı; eğer Japon sömürgeleri dahil edilirse bu oran 3 kat yüksek bir nüfusa ve %38 daha yüksek bir GSYİH'ye düşüyordu.[256]
ABD, savaş boyunca Müttefikler tarafından kullanılan savaş gemileri, nakliye araçları, savaş uçakları, topçular, tanklar, kamyonlar ve cephaneler gibi tüm mühimmatların yaklaşık üçte ikisini üretti.[257] Müttefiklerin ekonomi ve nüfus avantajları Almanya ve Japonya'nın ilk blitzkrieg saldırıları ile büyük ölçüde hafifletilmiş olsa da, 1942'de ABD ve Sovyetler Birliği'nin Müttefiklere katılmasının ardından, savaş büyük ölçüde bir yıpratma savaşına dönüştüğü için sivil cephe ve üretim belirleyici faktör haline geldi.[258] Müttefiklerin üretim kabiliyetinin Mihver'den daha yüksek olmasının ana sebebi Müttefiklerin doğal kaynaklara daha fazla erişimi olmasıyken; Almanya ve Japonya'nın kadınları istihdam etme konusundaki isteksizliği,[259] Müttefiklerin stratejik bombardımanı,[260] ve Almanya'nın savaş ekonomisine geç geçişi[261] gibi diğer faktörler de buna katkıda bulundu. Ek olarak, ne Almanya ne de Japonya bu kadar uzun bir savaşın parçası olmayı planlamıyorlardı ve bunun için hazır değillerdi.[262][263] Üretimlerini arttırabilmek için Almanya ve Japonya milyonlarca köle işçi kullandı;[264] Almanya çoğu Doğu Avrupa'dan olmak üzere 12.000.000 insanı köleleştirirken,[239] Japonya Uzakdoğu Asya'da 18.000.000 insanı köle olarak çalıştırdı.[247][265]
Uçaklar, keşif için savaşçılar, bombardıman uçakları ve yer desteği olarak kullanıldı ve her rol önemli ölçüde geliştirildi. Uçaklar inovasyon, hava ikmalini (sınırlı yüksek öncelikli malzemeleri, ekipmanı ve personeli hızlı bir şekilde taşıma yeteneği); ve stratejik bombalama (düşmanın savaşma yeteneğini yok etmek için düşman sanayi ve nüfus merkezlerinin bombalanması) için önemliydi.[266][267] Radar ve karadan havaya topçu gibi savunmalar da dahil olmak üzere uçaksavar silahları da ilerledi. Jet uçağının kullanımı öncülük edildi ve geç tanıtılması, çok az etkisi olduğu anlamına gelse de, jetlerin dünya çapında hava kuvvetlerinde standart hale gelmesine yol açtı.[268] Güdümlü füzeler geliştiriliyor olsa da, savaştan birkaç yıl sonrasına kadar uçakları güvenilir bir şekilde hedef alacak kadar gelişmiş değildi.
Deniz savaşının hemen hemen her alanında, özellikle de uçak gemileri ve denizaltılarda ilerlemeler kaydedildi. Savaşın başlangıcında havacılık savaşı nispeten az başarılı olsa da, Taranto, Pearl Harbor ve Mercan Denizi'ndeki eylemler, savaş gemisinin yerine baskın ana gemi olarak taşıyıcıyı kurdu.[269][270][271] Atlantik'te eskort uçak gemileri, etkili koruma yarıçapını artırarak ve Orta Atlantik boşluğunu kapatmaya yardımcı olarak Müttefik konvoylarının hayati bir parçası olduklarını kanıtladılar.[272] Taşıyıcılar aynı zamanda nispeten düşük uçak maliyeti ve ağır zırhlı olmalarını gerektirmemeleri nedeniyle savaş gemilerinden daha ekonomikti.[273] Birinci Dünya Savaşı sırasında etkili bir silah olduğu kanıtlanan denizaltıların,[274] İkinci Dünya Savaşı'nda önemli olacağı tüm taraflarca tahmin ediliyordu. İngilizler, geliştirmeyi denizaltı karşıtı silahlar ve sonar ve konvoylar gibi taktikler üzerinde odaklarken, Almanya, Tip VII denizaltı ve Wolfpack taktikleri gibi tasarımlarla saldırı kabiliyetini geliştirmeye odaklandı.[275] Kademeli olarak Leigh ışığı, kirpi, kalamar ve güdümlü torpidolar gibi Müttefik teknolojilerinin geliştirilmesi Alman denizaltılarına karşı galip geldi.[276]
Kara savaşı, hem piyade hem de süvari hızını geride bırakan gelişmiş toplara dayanan I. Dünya Savaşı'nda ağırlıklı olarak piyade desteği için kullanılan tank, birincil silah haline geldi.[277] 1930'ların sonlarında, tank tasarımı I. Dünya Savaşı sırasında olduğundan çok daha gelişmişti ve ilerlemeler savaş boyunca hız, zırh ve ateş gücündeki artışlarla devam etti.[278][279][280] Savaşın başlangıcında çoğu komutan, düşman tanklarının üstün özelliklere sahip tanklarla karşılanması gerektiğini düşündü.[281] Bu fikre, nispeten hafif erken dönem tank toplarının zırha karşı zayıf performansı ve Almanların tanka karşı tank savaşından kaçınma doktrini meydan okudu. Bu, Almanya'nın birleşik silah kullanımıyla birlikte, Polonya ve Fransa'daki son derece başarılı blitzkrieg taktiklerinin temel unsurları arasındaydı.[277] Dolaylı toplar, tanksavar silahları (hem çekili hem de kundağı motorlu), mayınlar, kısa menzilli piyade tanksavar silahları ve diğer tanklar dahil olmak üzere tankları yok etmenin birçok yolu kullanıldı.[281] Büyük ölçekli mekanizasyona rağmen, piyade tüm kuvvetlerin bel kemiği olmaya devam etti,[282] ve savaş boyunca çoğu piyade MG-34 ve şehir ve orman ortamlarında yakın dövüşe uygun çeşitli hafif makineli tüfekler kullandı.[282] Tüfeğin ve hafif makineli tüfeğin birçok özelliğini içeren geç savaş geliştirmesi olan saldırı tüfeği, çoğu silahlı kuvvet için savaş sonrası standart piyade silahı haline geldi.[283]
Çoğu büyük savaşan taraf, en iyi bilineni Alman Enigma makinesi olan şifreleme makineleri tasarlayarak, kriptografi için büyük kod kitaplarının kullanılmasıyla ilgili karmaşıklık ve güvenlik sorunlarını çözmeye çalıştı.[284] SIGINT (sinyal zekası) ve kriptanalizin geliştirilmesi, şifre çözmenin sayaç sürecini etkinleştirdi. SIGINT'e dikkate değer örnekler ise müttefiklerin Japon deniz kodlarının şifresini çözmesi ve öncü bir yöntem olan British Ultra idi.[285][286] Askeri istihbaratın bir başka yönü de, Müttefiklerin Mincemeat ve Bodyguard operasyonlarında olduğu gibi büyük bir etki için kullandıkları aldatmacanın kullanılmasıydı.[285][287]
Savaş sırasında veya savaş sonucunda elde edilen diğer teknolojik ve mühendislik başarıları arasında dünyanın ilk programlanabilir bilgisayarları (Z3, Colossus ve ENIAC), güdümlü füzeler ve modern roketler, Manhattan Projesi'nin nükleer silah geliştirmesi, operasyon araştırması ve İngiliz Kanalı altında yapay limanlar ve petrol boru hatlarının geliştirilmesi gibi gelişmeler bulunuyordu.[288] Penisilin ilk olarak seri üretildi ve savaş sırasında kullanıldı.[289]
Americans think of WW2 in Asia as having begun with Pearl Harbor, the British with the fall of Singapore, and so forth. The Chinese would correct this by identifying the Marco Polo Bridge incident as the start, or the Japanese seizure of Manchuria earlier.
The earliest fighting started at 0445 hours when marines from the battleship Schleswig-Holstein attempted to storm a small Polish fort in Danzig, the Westerplate.
harekât, nihayet gerçekleşmesinden önce yirmi dokuz kez ertelendi.
By producing nearly two thirds of the munitions used by Allied forces - including huge numbers of aircraft, ships, tanks, trucks, rifles, artillery shells, and bombs - American industry became what President Franklin D. Roosevelt once called 'the arsenal of democracy' .
Vikisözlük'te tanımlar | |
Commons'ta dosyalar | |
Vikihaber'de haberler | |
Vikisöz'de alıntılar | |
Vikikaynak'ta belgeler | |
Vikikitap'ta kitaplar | |
Vikiversite'de eğitim kaynakları | |
Vikitür'de taksonomi | |
Meta-Wiki'de tartışma |