Bugün, Kemalist tarihyazımı geniş bir toplum yelpazesi için büyük önem taşıyan ve ilgi duyulan bir konu haline geldi. Ekonomi üzerindeki etkisinden siyasi kararlar üzerindeki etkisine kadar Kemalist tarihyazımı kendisini güncel konuşma ve tartışmalarda merkezi bir konu olarak konumlandırdı. Bu olguyu daha iyi anlayabilmek için farklı boyutlarını ve sonuçlarını analiz etmek önemlidir. Bu makalede, Kemalist tarihyazımı'in çeşitli yönlerini ve bunların çevremizi nasıl şekillendirdiğini ve etkilediğini derinlemesine inceleyeceğiz.
![]() | Bu maddede tarihyazımı konusunun eksik olduğu düşünülmektedir.Aralık 2022) (Bu şablonun nasıl ve ne zaman kaldırılması gerektiğini öğrenin) ( |
Kemalist tarihyazımı, Türk siyasi ideolojisi Kemalizm tarafından desteklenen ve Atatürk'ün kişilik kültünden etkilenen tarih anlatısıdır.[1] Kemalist tarihyazımı, Türkiye Cumhuriyeti'nin Osmanlı İmparatorluğu'ndan açık bir kopuşu temsil ettiğini ve Cumhuriyet Halk Partisi'nin İttihat ve Terakki'nin halefi olmadığını ileri sürer. Bu iddialara Taner Akçam, Erik-Jan Zürcher, Uğur Ümit Üngör ve Hans-Lukas Kieser gibi akademisyenler tarafından karşı çıkıldı.[2][3][4][5][6][7][8][9][10][11][12][13]
Kemalist tarih yazımı, Osmanlı geleneklerini Batılılaşma reformlarının uygulanmasının önünde bir engel olarak görür ve bunun yerine, ilerici, kültürel açıdan saf ve bozulmamış olduğunu düşündüğü İslam öncesi Türklerin mirasını benimser. Tarih yazımı, Mustafa Kemal'in Birinci Dünya Savaşı'ndaki ve Türk Kurtuluş Savaşı'ndaki rolünü büyütür ve geç Osmanlı İmparatorluğu ve Türkiye Cumhuriyeti döneminde dini ve etnik azınlıkların çektiği acıları göz ardı eder veya haklı çıkarmaya çalışır. Azınlıkları genellikle devlete yönelik bir güvenlik tehdidi veya dış güçlerin kışkırttığı isyancılar olarak görür.
Bu tarih yazımının ana akım tarihçileri İsmail Hakkı Uzunçarşılı ve Enver Ziya Karal başta olmak üzere merkezci Kemalistler, Niyazi Berkes ve Mustafa Akdağ gibi sol Kemalistler, Osman Turan gibi sağcı Kemalistler olmuş, Bernard Lewis gibi Batılı tarihçiler tarafından da benimsenmiştir.[9]
Günümüzde Kemalist tarih yazımı, Türk yeni milliyetçiliği (Ulusalcılık) tarafından benimsenmekte ve daha da geliştirilmektedir.[14]
Kemalist rejim, 1920'li yıllardan başlayarak Batı tarzı bir ülke tasavvur etmiş, arzulanan hedeflerden biri de kadın haklarının genişletilmesi olmuştur. Yerleşik İslami gelenek, bu tür reformların gerçekleştirilmesinde bir engel olarak görüldü ve Türk ideolog Ziya Gökalp, bunları yıkmak için eski Türk halkının feminist bir toplumun özelliklerine sahip olduğunu öne süren bir düşünce oluşturdu. Ona göre o dönemin kadınları kocalarıyla aynı haklara sahipti ve sosyal hayatta erkeklerle eşit derecede aktifti. Ayrıca kadınların kaleleri yönettiklerini, ticarete katıldıklarını ve ata bindiklerini iddia etti.[15] Aynı zamanda Gökalp, modernleşme ile Batılılaşmanın aynı şeyler olmadığını, modernleşmenin temel kavramlarının zaten Türkçülük anlayışında mevcut olduğunu düşünüyordu. Bu nedenle Türkiye'nin tehlikeli derecede bireyci ve romantik olarak gördüğü Batı'nın bir parçası olması gerekmediğini, bunun yerine yarı efsanevi Orta Asya kökenlerine dönmesi gerektiğini savundu.[16] Toplumsal cinsiyet politikaları konusunda uzman Türk siyaset bilimci Yeşim Arat, bu tezin meşruluğuna ilişkin şu yorumu yapıyor:
1930'lu yıllarda Türk Tarihi Tetkik Cemiyeti'ne, bu "yarı efsanevi" milliyetçi tarih yazımını yansıtan Türk Tarihinin Ana Hatları adlı bir tarih kitabı yayınlama emri verildi.[18] Cumhuriyet döneminin bazı milliyetçi tarihçileri, kabile Türklerinin 11. yüzyılda Anadolu'ya göç ettiği yönündeki geniş akademik görüş birliğine rağmen, Türklerin kökenlerini tarih öncesi Anadolu medeniyetlerine dayandırmak amacıyla Hititlerin Türk olduğunu iddia ettiler.[16] Aynı tarih yazımı aynı zamanda Sümer, Akad, Kelt, Moğol, Rus, İrlanda ve Çin halklarının köklerini de Türklüğe atfederek, Türklerin medeniyeti dünyanın geri kalanına yayan etnik köken olduğunu öne sürüyordu.[18] Fakat bu tez daha sonra Kemalist rejim tarafından düşürüldü; bugün Kemalistlerin çoğu bu tezleri Avrupa merkezciliğe karşı bir meşru müdafaa olarak görüyor.[19]
Fikirde Batı karşıtı ama uygarlaşmada Batılılaşma yanlısı olan Kemalist tarih yazımı, Batılı birincil ve ikincil kaynakların yanı sıra Osmanlı İmparatorluğu'nun Türkçe dışındaki dillerdeki kaynaklarını da nadiren kullanır. Osmanlı İmparatorluğu'nun tarihini Türk ulusal kimliğine dayalı olarak anlatır ve özellikle zorunlu askerlik, firar ve zorla çalıştırma gibi konularda gayrimüslimlerin ve geç imparatorluktaki azınlık gruplarının deneyimlerini sıklıkla görmezden gelir, aynı zamanda erken imparatorluğun etnik çeşitliliğine de değinmez. Bu nedenle Kemalist tarih yazımının, imparatorluğun Müslüman ve gayrimüslim tebaasında mevcut olan Osmanlıcı ideolojiyi 'Türkleştirme' eğilimi vardır.[20]
İmparatorluğun son dönemlerinde uygulanan ve geçmişi III. Selim ve Tanzimat dönemine kadar uzanan reformlar, erken Kemalist Cumhuriyet döneminde daha da gelişen bir görüş olan "ideolojik seferberliği" kolaylaştırmayı amaçlayan "teleolojik bir modernleşme tarihi" olarak kabul edilir. Bu nedenle, Kemalist rejim tarafından Osmanlı İmparatorluğu'nun hafızasının ve kültürünün silinmesi, söz konusu "ideolojik seferberliğin" başarıyla gerçekleştirilmesi, yani modern Batılı siyasi ideallerin Türkiye'ye tanıtılması için bir zorunluluk olarak görülüyordu.[20]
Bu nedenle Kemalist tarih yazımı, Osmanlı tarihini iki ana dönem altında inceler: "Altın Çağ" olarak adlandırılan II. Mehmed gibi güçlü padişahların yükselişi ve geç imparatorluktaki yozlaşmış padişahların yönetimindeki gerileme ve çözünme dönemi. İlk dönem, İmparatorluğun bölgesel genişlemesine işaret etmesi ve tarihsel olarak Orta Asya ve Anadolu ile ilişkilendirilmesi nedeniyle Kemalist tarih yazımında gururla benimsenmiştir. Erdem Sönmez'e göre bu, Kemalistlerin "Osmanlı geçmişini aynı anda hem kucaklayan hem de reddeden" "çifte söylem"e girişmelerini sağladı.[21][22]
Büyük Savaş'ın Kemalist anlatısı (Cihan Harbi), Türk anakarasında kazanılan zaferlere vurgu yaparak Balkan ve Arap eyaletlerindeki yenilgileri göz ardı eder. Bu nedenle Mustafa Kemal'in önderlik ettiği Çanakkale Savaşları'nı öne çıkartmakta ve Irak'da gerçekleşen Kut Kuşatması gibi olayları kenarda tutmaktadır. Tarih yazımı aynı zamanda önceki savaşta Alman subaylarının ve Esad Paşa'nın önemini de küçümseyerek Mustafa Kemal'i yüceltir; örneğin bu, Yeni Mecmua adlı gazetede yayınlanan ve kendisini "Anafartalar kahramanı" olarak tanıtan kapsamlı bir röportajla gerçekleştirilir. Kemalist tarih yazımı, İttihatçıların dünya savaşına katılma kararını eleştirse de, İTC ile ilk Kemalist devrimciler arasındaki kişi ve fikir benzerliği, Kemalist Türkiye'yi İTC üyelerinin mirasını korumaya teşvik etti. Bu eğilim AKP'nin 2000'li yılların başındaki yükselişine kadar süren bir eğilimdi.[20]
Türk Kurtuluş Savaşı'nın resmi tarih yazımı çoğunlukla Mustafa Kemal'in anılarına dayanmakta ve eski İttihat ve Terakki üyelerinin savaş sırasındaki başarılarını ve aralarındaki iç çatışmaları gölgede bırakmaktadır. Bu anlatıya göre Kurtuluş Savaşı, I. Dünya Savaşı'ndaki İtilaf Devletleri'ne karşı yürütülmüştür.[23] Kurtuluş Savaşı sırasında Sovyet liderliği ve Türk sosyalistleri, çatışmayı emperyalizme karşı bir mücadele olarak tasvir ettiler.[24] Mustafa Kemal, ulusal harekete destek toplamak amacıyla söyleminde bu yorumu kullandı.[25]
Cumhuriyetin kuruluşundan sonra Kazım Karabekir, Rauf Orbay, Rıza Nur adlı siyasetçiler kendi anılarını yazıp yayımlayarak Kurtuluş Savaşı'nın resmi tarih yazımına karşı çıktılar. Çağdaş Türkiye'de İslamcı, sosyalist, liberal ve Kürt milliyetçisi anlatılar, savaşın resmi tarih yazımının karşısındadır.[24]
Kemalist görüş Osmanlı döneminde yaşanan Ermeni ve Rum azınlıklara yapıldığı iddia edilen haksızlıkları genelde göz ardı eder. Bu konuda milliyetçi ve muhafazakar görüşte olanlarla ittifak halindedirler. Türk görüşü; Osmanlının azınlıklara kasıtlı ve planlı bir etnik saldırıda bulunmadığı yönündedir. Savaş sırasında bölgede sorun çıkaran azınlıkların tehcir edilerek sorunun çözülmeye çalışıldığını ancak yönetim zayıflıklarından dolayı bu azınlıkların zarar gördüğü kabul edilir.
The ‘War of Independence’ was not against the occupying Allies – a myth invented by Kemalists – but rather a campaign to rid Turkey of remaining non-Turkish elements.
...Mustafa Kemal augmented his nationalist opposition to imperialism with a purely rhetorical socialism.